Kürd tarihinde, gizli kalması, karanlıkta kalması, aydınlığa çıkarılmaması istenen dönemler vardır. Bazı dönemlerin karanlıkta kalması için özel çaba sarfedilir. 1916 Kürd Tehciri böyle bir dönemdir.
1914-1915 özellikle Ermeniler için çok önemli yıllardır. Ama bu yıllar, Ermeni soykırımı, Türkiye’de olmasa bile, Batı’da, belgelere dayanarak ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir. Kaldı ki son 10 -15 yıldır, Türkiye’de de bu konularda önemli çalışmalar yayımlanmıştır. Bu çalışmalar sürdürülmektedir. Ama, 1916 Kürd Tehciri, Türkiye’de de, Batı ülkelerinde de gerekli ilgiyi görmemiştir. Bu dönemin gizli kalması, karanlıkta kalması için özel bir çabanın sarfedildiği anlaşılmaktadır. Büyük Kürd Tehciri sürecine, kayıt dışı operasyonlar muamelesi yapıldığı da söylenebilir.
Jakop Kunzler (1871-1949), Kan ve Gözyaşları Ülkesinde, Dünya Şavaşı Sırasında Mezopotamya’da Yaşananlar 1914-1918 (Belge Yayınları, Çev. Perim Ozan, 2012, İstanbul) kitabında bu durumu çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. Jakop Kunzler, 1899-1922 yılları arasında, Urfa’da, Alman Doğu Misyonuna bağlı bir İsviçre hastanesinde hasta bakıcı olarak çalışmaktadır. 1915 Ermeni Soykırımı’nı, 1916 Kürd Tehciri’ni çok yakından izlemiştir. Yaşadıklarını da 1920 yılında kaleme almıştır.
Jakop Künzler Ermeni Soykırımı’nın, Kürd Tehciri’nin çok yakın bir tanığıdır. Belki de tek tanığıdır. Yaşadıklarını, izlenimlerini 1920 yılında kaleme alması çok önemli ve değerlidir.
Jakop Kunzler, Batı ülkelerinde Ermeni Soykırımı’nın, etraflı bir şekilde incelendiğini fakat, Kürd Tehciri olgusuna kimsenin dokunmadığını vurgulamaktadır. Jakop Kunzler bu konuda şunları söylemektedir.
“Ermenilerin kökünü kazımak isteyen Jön Türklerin, aslen Ermenistan\'ın yukarı bölgesinde yaşayan ve kendi dinlerinden olan Kürtleri de evinden yurdundan ettiğini hiçbir Avrupa gazetesi yazmamıştır. Başta Ermenilere de yapıldığı gibi, Kürtlerin güvenilmez insanlar olduğu ve Rusların tarafına geçebilecekleri bahane edilerek uygulandı bu. Böyle bir sonuca varmalarına Kürtlerin ne kadar sebebiyet verdiğini bilmiyorum. Bildiğim, sürülenler arasında, savaşın başında Ruslara karşı meydanda cesurca savaşmış ve Türklerin şimdi kendilerine böyle muamele etmesini nankörlüğün alası olarak gören yüksek rütbeli Kürt subayların da olduğuydu.” (s. 110)
“… 1916 kışında, Cabahcur, Palu, Muş bölgelerinden, Erzurum ve Bitlis vilayetlerinden Kürtler sürüldü. Tahminen 300.000 civarında Kürt güneye gönderildi. Önce Yukarı Mezopotamya\'ya, en çok da Urfa civarına yerleştirildiler. Fakat batıda Antep ve Maraş civarında konaklayanlar da vardı.1917 yazında Konya ovasına nakiller başladı. Genç Türklerin niyeti, Kürtleri kendi vatanlarında bırakmamaktı. İç Anadolu\'da, Türklerin içine karışarak yavaş yavaş kaybolacaklardı Kürtler.” (s. 110-111) Sürgün konvoylarındaki Kürtlere yapılan muamele Ermenilere yapılan muameleden çok farklıydı. Yolda hiç eziyet çekmediler, kimse onlara dokunamıyordu. Fakat en korkuncu, sürgünlerin kışın ortasında yapılmış olmasıydı. Akşam Kürt kafilelerinden biri bir Türk köyüne geldiğinde, köylüler korkudan hemen kapılarını kapatıyordu. Bu yüzden bu zavallı insanlar kışın ortasında geceyi yağmur ve kar altında geçirmek zorunda kalıyor. Ertesi sabah köylüler, donarak ölenler için toplu mezarlar kazıyorlardı…” (s. 111)
***
Celal Temel’in 1916 Kürt Tehciri kitabı yayımlandı. Kitabın tam adı şöyle: Birinci Dünya Savaşı Yıllarında 1916 Kürt Tehciri ve İttihat ve Terakki’nin İskan ve Nüfus Politikaları (1913-1918) İBV Yayınları, Eylül, 2019, İstanbul, XXI 459 s.
Celal Temel 1916 Kürt Tehciri çalışmasında, Fuat Dündar’ın, İttihat ve Terakki’nin Müslümanları İskan Politikası (1913-1918) (İletişim Yayınları, 2001, İstanbul) ve Modern Türkiye’nin Şifresi, İttihat ve Terakki’nin, Etnisite Mühendisliği (1813-1918) (İletişim Yayınları 2008, İstanbul çalışmalarına vurgu yapıyor.
Celal Temel’in bu konuda vurgu yaptığı başka bir çalışma da, Pervin Erbil’in, Zağros’un Ötesine, Zamana Yayılmış Kürt Tehcir Gerçeği’dir. (Peri Yayınları, 2016 İstanbul
Celal Temel, Jakop Künzler’in yukarıda belirtmeye çalıştığım kitabının da çok ayrıntılı bir şekilde incelemiş.
Celal Temel bu incelemesinde, Birinci Dünya Savaşı yıllarında, 1916-1917 yıllarında gerçekleşen Kürd sürgünlerini etraflı bir şekilde, belgelere dayanarak anlatmaktadır. 800 binden fazla Kürd tehcire tabi tutulmuştur. Bunlardan çok azı, Orta ve Güney Anadolu’daki sürgün alanlarına varabilmiştir. Bu trajik durumu Hizanîzade Kemal Fevzi, Jîn’deki bir yazısında (3 Eylül 1919, Sayı 24) şöyle anlatmaktadır.
“Evet onlar! Hani Bitlis’ten, Muş’tan, Van’dan, Erzurum’dan kalkarak diyar diyar göçen, sürünenler yok mu? İşte onlar! Urfa topraklarında ebediyen durgunluk ve avuntusunu arayan kimsesizler. Ah evet onlar! Perişan bir yörenin, sahipsiz, kimsesiz yurtsuz kalan ve bir lokma ekmek bulamadan ölen evlatları! Onlar ki, işte bize yadigar bıraktıkları dertler tükenmiyor, tükenmeyecektir.”
Celal Temel, Hizanîzade Kemal Fevzi’nin bu çığlığını, incelemesinin başına koymuştur. ( s.IV)
Celal Temel, Önsöz’de de, incelemeyle ilgili olarak kısaca şöyle bir bilgi vermektedir: “Bu kitapta, I. Dünya Savaşı yıllarında, Osmanlı İktidarı İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından gerçekleştirilen; kayıt dışı kalmış, saklanmış, bilinmeyen veya çok az bilinen dramatik Kürt Tehciri gerçeği anlatılmaktadır. Bu gerçeği anlamak için, öncelikle, biraz da uzun yazmak zorunda kaldığım bu önsözün okunmasının yararlı olacağını belirtmek istiyorum.” (s.XV)
Celal Temel, 1916 Kürt Tehciri incelemesinde, Tehcir, sürgün olayının bütün yönlerini etraflı bir şekilde incelemektedir. Büyük Kürd Tehciri’nin hazırlıkları, bu konuyla ilgili resmi yazışmalar, tehcir kararının uygulanması, ayrıntılı bir şekilde ele alınmaktadır. Büyük Kürd Tehciri’nin 1917’de sürdüğü de belirtilmektedir. Kürd liderlerin sürgünleri özellikle çok önemli bir konudur. Bu da etraflı bir şekilde düşünülmüş ve planlanmıştır.
Kör Hüseyin Paşa, Sibkanlı Aldülmecid Bey, yazar Yaşar Kemal’in ailesi, din Adamı Sadreddin Yüksel, yazar Hasan Kıyafet’in ailesi, Ozan Ruhi Su, Konya, Kulu’daki Burunağıl köylüleri tehcir edilenler arasındadır.
İncelemede, Ermenilerden ve Kürdlerden boşalan alanlara, Kafkaslardan ve Balkanlardan göçle gelen, getirilen ailelerin yerleştirildiği de incelenmektedir.
Kürd sürgünlerinin savaştan ve tehcirden sonra yaşadıkları dram da etkili bir şekilde anlatılmaktadır.
Jîn, Kürdistan, Serbesti, Hinkerê Zımanê gibi yayın organlarında, sürgünlerin nasıl ele alındığı değerlendirildiği de incelenmektedir. Bu incelemenin gerçekleştirilmesinde çok büyük emeklerin harcandığı çok açık bir şekilde görülmektedir.
‘Hasta Adam’ Neler Yaptı?
Gerek 1915 Ermeni soykırımının, gerek 1916 Büyük Kürd Tehciri’nin, Osmanlı’nın, Batılı ülkeler tarafından ‘Hasta Adam’ olarak değerlendirildiği bir zamanda yapılmış olması dikkatlerden uzak değildir. ‘Hasta Adam’ hem Ermenilere, hem Kürdlere karşı gerçekleştirilen bu kadar büyük, kapsamlı, derin operasyon planlarını, tasarımlarını, nasıl yaşama geçirebilmiştir? Bu konuda ayrı bir inceleme konusu olmalıdır.
Büyük Kürd Tehciri’nin Temel Nedeni Neydi?
Kürd Tehciri’nin, sürgünlerin temel nedeni devletin asimilasyon politikası ve bu çerçevede oluşan istekleridir. Kürdlerin Türklüğe asimile edilmesi İttihat ve Terakki döneminde oluşturulan bir politikadır. 1916 Kürd Tehciri bu politikanın çok önemli bir uygulamasıdır. Cumhuriyet döneminde bu politika ve uygulamalar kararlı, istikrarlı, bir şekilde sürdürülmüştür. Kürdlerin, Orta Anadolu’daki sürgün alanlarında, köylerde, toplam nüfusun % 10’unu, bazı köylerde % 5’ini geçmeyecek şekilde yerleştirilmesi, buna çok özen gösterilmesi, üzerinde dikkatle durulması gereken bir konudur. Bu uygulamaları asimilasyon için çok elverişli bir ortam hazırladığı besbellidir. , % 5 uygulamalarına, Cumhuriyet döneminde gerçekleşen Kürd sürgünlerinde, örneğin 1934 tarihli ve 2510 Sayılı İskan Kanunu’nda ve bu kanunun uygulamalarında da özen gösterilmiştir.
***
Cumhuriyet döneminde, devletin, Kürdlerle ilgili en önemli politikası Kürdçe yasaklarıdır. Kürdçe yasakları, asimilasyon için gerekli operasyonlarla birlikte yürütülmektedir. 1930’larda, bazı şehirlerde, çarşıda –pazarda, Kürdçe konuşan köylülerden para cezası alındığı da Kürdlerin çoğunluğu tarafından dile getirilmektedir.
Bugün, birçok Kürd yazarının, aydınının, geçmişi değerlendirirken, ‘okula başladığımda tek kelime Türkçe bilmiyordum. Biz Kürd çocuklara döverek, söverek, ailemize, halkımıza hakaret ederek Türkçe öğretmeye çalıştılar. Kürdçe’yi unutturmak için de binbir türlü operasyonlar yapıyorlardı…’ şeklinde anlatımları vardır.
Bu süreçte, temel soru şu olmalıdır: İleride, diyelim, 1960’larda, 1970’lerde, 80’lerde başlayan Kürd muhalefetinde, örgütlerin, siyasetlerin temel istemi ne olmalıdır? Hangi istemleri ön plana koymalıdırlar? Devlet, Kürdçe’yi, unutturmak için, unutulmasını sağlamak için yoğun bir çaba sarfediyordu. Bu koşullar altında, Kürd örgütlerinin, Kürdçe’nin yaşanması, yaşatılması konularında ne yapmaları gerekirdi
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.