Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi’nde, Dini Bilimler Fakültesi’nin adı, İslami Bilimler Fakültesi olarak değiştirilmiş. Bu konuyla ilgili düşüncelerimi belirtmek gereğini duyuyorum.
Ankara’da, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi olduğunu biliyordum. Ulus merkezde, Kızılay’a giden ana yolda, yolun her iki tarafındaki binalar bu üniversiteye ait… Bu üniversitede, İlahiyat Fakültesi olabileceğini de düşünüyordum. Ama bu fakültenin adının Dini Bilimler Fakültesi olduğunu, bu ismin de İslami Bilimler Fakültesi olarak değiştirildiğini, Eser Karakaş’ın, artıgerçek’deki yazısından öğrendim. (Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi, İslami Bilimler Fakültesi, başlıklı yazı, 3 Temmuz 2019)
Dini bilimler, İslami bilimler, ifadesinde, birbirleriyle çelişen, birbiriyle tamamen zıt olan iki kavramım arkaya kullanıldığı görülmektedir. Bu kavram çiftleri birbirlerini çürütmektedir. Bu kavram çiftlerinin arka arkaya bir arada kullanılması bilim anlayışında çok büyük sorunlar olduğunu göstermektedir.
Birleriyle çelişen, birbirine zıt bu kavram çiftlerinin bir arada kullanılmasına oksimoron denilmektedir. Mehmet Y. Yılmaz, t24’de yayımlanan, ‘Yaşasın! Hapse Tıkmak İçin, Yargıtay’ı da bekleyecekler’ başlıklı yazı, (28.6.2019)
Din de bilim de, dünyayı, toplumu, insanı anlamanın, kavramanın yöntemleridir. Ama, iki yöntem arasında çok büyük fark vardır. Bilim sınırsız ifade özgürlüğü temelinde gelişen bir düşün yöntemidir. Din ise eleştiriye kapalıdır. Hatta dinde eleştiri yasaktır. Din, inanç üzerine kuruludur. Dini getirdiği hükümlere inanır, gereklerini yerine getirisiniz. Bilimin gelişmesini sağlayan ise eleştiridir. Bilim ortamı, ifade özgürlüğünün, özgür eleştirinin geliştiği kurumlaştığı bir ortamda oluşur.
Dinde eleştirinin çok ağır idari ve cezai yaptırımları vardır. Batı, Aydınlanma süreciyle birlikte, dinsel eleştirinin getirdiği idari ve cezai yaptırımlardan kurtulmuştur. Aydınlanma’nın, Kilise’nin eleştirisi üzerine kurulduğu, geliştiği bilinmektedir. Bugün, Batı’da, Peygamber İsa hakkında istediğiniz eleştiriyi yapabilirsiniz. İslam ise böyle değildir. Çok ağır idari ve cezai yaptırımlar, yaygınlaştırılarak, derinleştirilerek sürdürülmektedir. Peygamber Muhammed’in karikatürünü bile yapamazsınız. Şeytan Ayetleri kitabından dolayı, Salman Rüşdi’ye, İran İslam Cumhuriyeti yöneticileri tarafından ölüm cezası verildiği bilinmektedir. Ahmet Nesin, artıgerçek’deki bir yazısında, 2 Temmuz 1993 Sivas, Madımak katliamının da Şeytan Ayetleri’nin, Aydınlık Gazetesi’nde yayımlanmaya başlanması ile ilgili olduğunu belirtmektedir. O zaman Aydınlık’ın başyazarı Aziz Nesin’di. Ahmet Nesin, Şeytan Ayetleri’nin, Aydınlık’ta, Aziz Nesin’in haberi olmadan yayınlandığını vurgulamaktadır. ‘Ben 36 saat, babamın, yanık ya da boğulmuş cesedini bekledim Perinçek, ya sen…’ başlıklı yazı (3 Temmuz 2019)
Şöyle düşünelim. Dini Bilimler Fakültesi adını, İslami Bilimler Fakültesi olarak değiştirmek için, fakülte dekanlığı, yapacağı işlemi, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Rektörlüğü’ne bildirmiştir. Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Rektörlüğü de bunu YÖK’e bildirmiştir. Dolayısıyle bu işlemin pek çok kurulun, profesörün önünden geçtiği düşünülebilir. Buna rağmen, din ve bilim gibi birbiriyle çelişen, birbirine zıt olan iki kavram, bir tanımda, bir fakültenin adında, nasıl, bir arada kullanılabiliyor? Bilim nedir acaba? Kaç profesör, ‘bayrak inmez, ezan susmaz’ sloganının dışında bilimin gerçek tarifini yazabilir?
Bilim ortamı, Türkiye’de geçmişte de yoktu. 1933’de, Darulfunun’dan üniversiteye geçildiği, üniversitenin 1933’de kurulduğu söylenir. Ama 1993’de ve sonrasında, üniversiteyi üniversite yapan ifade özgürlüğünün, özgür eleştirinin kırıntısı bile yoktur. Nazi rejimi tarafından kovularak Türkiye’ye gelen Alman profesörler de bu konuda hiçbir şey yapmamışlardır. Ortama kısa zamanda uymuşlardır. Olgular, olgusal ilişkiler hakkında malumat sahibi olmak bilimsel çalışma değildir.
İfade özgürlüğü, özgür eleştiri 1960’lardan sonra da gelişmemiştir, kurumlaşmamıştır. İfade özgürlüğünün, özgür eleştirinin kurumlaşmadığı bir siyasal yapıda bilim ortamı oluşamaz. Örneğin, üniversite kurumsal olarak, Kürd/Kürdistan olgularını, bu süreçlerden doğan sorunları yok sayabilmiştir, reddedebilmiştir. Bilim yöntemi açısından bunun bir sakınca olmadığını düşünebilmiş, aksi hareket edenlere idari ve cezai yaptırımlar uygulayabilmiştir.
Mahkemelerin isteği üzerine, bazı yazılar ve kitapla hakkında ‘Bilirkişi Raporu’ denen raporlar hazırlayan, başta, Tarih, Sosyoloji, Siyaset Bilimleri, Antropolji, Ekonomi, Hukuk… profesörlerinin, bir yazıyı, kitabı ‘içinde suç var mı yok mu ‘diye okuyan profesörlerin, bilim zihniyetine sahip oldukları söylenemez. Düşüncede suç aramak, bilim anlayışıyla çelişen bir tutumdur. 2000’lere kadar, böyle raporlar hazırlanırdı. Kendilerine sağcı denen profesörler de , solcu-Marksist denen profesörler de , liberal denen profesörler de böyle raporlar hazırlamışlardır. Kürd/Kürdistan olgularını raddeden, yok sayan profesörler, derslerde, ‘bilim olgusaldır’ demeyi de ihmal etmemişlerdir.
Bütün bunlara rağmen, geçmişte, üniversite kültürünün varolduğu, öğrencilerin bu kültür içinde yetiştikleri söylenebilir. Günümüzdeyse, üniversite kültürünün varolduğundan, yaşandığından söz etmek kanımca artık mümkün değildir.
İfade özgürlüğü yoksa, ifade özgürlüğü, özgür eleştirir kurumlaşmamışsa, akademik özgürlüğün hiçbir değeri yoktur. Barış için Akademisyenler (BAK) bildirisini imzalayan akademisyenlerin, Cumhurbaşkanı tarafından ne kadar aşağılandığı, küçümsendiği, tehdit edildiği bilgilerimiz dahilindedir.
Üniversitelerin sayısı arttıkça, görkemli kampüsler, binalar yapıldıkça bilim kavramının içi tamamen boşalmaktadır. Bilim kavramının içi, ‘devlet, vatan- millet sözkonusuysa bilim-milim olmaz, adalet- madalet olmaz’ anlayışıyla dolmaktadır. Adalet kurumu için de, yargı organları için de bunları söylemek gerekir. Bunu bilim, adalet gibi kavramların, değerlerin kirletilmesi olarak görmek gerekir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.