Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türklerin meclisidir, Türkler için meclisdir. Türkiye Cumhuriyeti 1923 de bu esas üzerine kurulmuştur. Cumhuriyet, 1923 de Kürdlerin yokluğu üzerine kurulmuştur. Sadece Kürdlerin değil, Rumların, Pontusların, Ermenilerin, Asurilerin, Ezidi Kürdlerin vs. yokluğu üzerine kurulmuştur. 1924 Anayasası, bu esaslar üzerine yapılan bir anayasadır.
Rumların, Rum-Pontusların, Ermenilerin, Ezidi Kürdlerin, Asurilerin vs. yokluğu, Birinci Dünya Savaşı sürecinde, 1915 de, gerçekleştirilen soykırımlarla, sürgünlerle sağlanmıştır. Kürdler, Türklüğe asimile edilerek yok edilecektir. Türklüğün en önemli dayanağı Müslümanlıktır. Şüphesiz dünyada, her Müslüman Türk değildir. Ama her Türk Müslüman olacaktır. Bu bakımdan, Alevilerin de Müslümanlığa asimilasyonu, Türklüğün önemli bir politikasıdır. İttihat ve Terakki ile başlayan bu politika Cumhuriyet döneminde sistematik olarak sürdürülmüştür.
Buradaki Türk, dönemin başbakanı İsmet İnönü’nün 1925 de 1930’da, dönemin Adalet Bakanı, Ord. Prof. Dr. Mahmud Esad Bozkurt’un 1930’lardaki söyleminde dile getirilen Türktür. Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri ile ilgili olarak kurulan “Türk İşbirliği ve Koordinasyon Merkezi Başkanlığı” tanımlamasında dile getirilen Türk’tür.
Türkiye, Türklerin yaşadığı yer anlamına gelmektedir. Türk yerine Türkiye dediğiniz zaman bir değişiklik yapmış olmuyorsunuz. Kürd’ü bir sığıntı gibi Türk’ün yanına vermiş oluyorsunuz. Mahmud Esad Bozkurt’un 1930’larda bu sığıntı Kürdlere ne tür haklar verdiğini Kürdler çok iyi bilmektedir. 1925’ de, 1930’da İsmet İnönü’nün böyle bir Türkiye yaratmak için kendini Türk hissetmeyenlere, ne tür bir muamele yapılacağı konusunda yaptığı açıklamalar da çok iyi bilinmektedir. Özel harekatçıların Silvan’daki duvar yazıları, (Kasım 2015) bu anlayışın aynen devam ettiğini göstermektedir. “Türkiye milleti’, yapma, suni bir oluşturmadır. Türkler artı Kürdler artı diğerleri bir millet yapmaz. Türk yine Türk, Kürd yine Kürd olarak kalır.
Türklerden söz etmek istiyorsan Türk dersin, Türkiye’den söz edersin, Kürdlerden söz etmek istiyorsan, Kürd dersin, Kürdistan’dan söz edersin.
Irak halkı, Araplardan ve Kürdlerden ve Asurilerden, Türkmenlerden oluşu denebilir. Ama, Araplar, Kürdler, Asuriler, Türkmenler Irak, milletini oluşturur, demek yanlıştır. Kaldı ki, Irak, Türkiye gibi bir etniye izateten verilmiş bir isim değildir, belli bir coğrafyaya işaret eden bir isimdir. Öte yandan, Kürd/Kürdistan sorunlarını alt kimlik-üst kimlik kavramaları çerçevesinde değerlendirmek doğru değildir. Kürd/Kürdistan sorunlarının, bölünmüş parçalanmış, paylaşılmış ülke, bölünmüş parçalanmış, paylaşılmış ulus kavramları çerçevesinde konuşmak gerekir.
Türkiye’de Kürdlerin nüfusu 20 milyondan fazladır. Sorunları, alt kimlik, üst kimlik kavramları çerçevesinde değerlendirmek yanlıştır. 28 üyeli Avrupa Birliği’nde, sadece altı devletin nüfusu 20 milyondan fazladır. Estonya, Letonya, Litvanya, Slovakya, Slovenya’nın nüfusları iki milyon, iki buçuk milyon arasında değişmektedir. Kürdlerin, 200 yıldır, özgürlük ve vatan için verdikleri mücadelede şehit olanların sayısı bu devletlerin her birinin nüfusundan fazladır.
Kürdler, TBMM’de değil, Kürdistan’da güç olmalıdır. Yüz belediyeyi, yüzelliye, daha yükseklere çıkarmanın çabası içinde olmalıdır. Türkiyelileşme sağlıklı bir anlayış değildir, Kürdlere bir kazanım sağlamaz, devlete elbette çok kazandırır.
7 Haziran 2015 seçimlerini hatırlayalım. Kürdler, HDP’den aday adayı olmak için çok büyük bir çaba içindeydi, Adaya adayları, aday olabilmek için birbirleriyle yarışıyorlardı. İşte yemin bu noktada gündeme gelmektedir. Bu yemin, kendini Türk hissetmeyenleri sıfırlayıcı, hiçleştirirci, ezici bir içeriği sahiptir. Bu bilinmektedir. Buna rağmen, Kürdler, böyle bir yemini yapabilmek için, neden birbirleriyle yarışa giriyor? Bu bir zaaftır. TBMM’de kimlik aranmaya, statü aramaya çalışmak bir zaaftır. Kürdler, Kürdistan’da güç olmalıdır. 7 Haziran 2015’den, 1 Kasım 2015’e, HDP’nin, Kürdistan’daki oyunun azalması hayra işaret değildir.
7 Haziran’dan sonra, Varto, Silvan, Hizan, Cizre, Yüksekova, Nusaybin gibi Kürd şehirlerinde özyönetim ilanları ı oldu. Bu çerçevede, Halkların Demokratik Partisi’nden, Demokratik Bölgeler Partisi’nden, Halkların Demokratik Kurultayı’ndan, Demokratik Toplum Kongresi’nden, KCK’den, gözaltılar, tutuklamalar oldu. Eş başkanlar tutuklandı.
Gözaltına alınanların, tutuklananların tutumların, davranışlarını, birer birer incelemek gerekir. Polisdeki, savcılıktaki, mahkemedeki, cezaevindeki tutumlarının incelenmesi ufuk açıcı olabilir.Bu arkadaşlar, özyönetim anlayışını, nasıl savundular, savunmaların hangi dille yaptılar? Eğer bu dil Kürdçe değilse, özyönetim anlayışında çok büyük sorunlar var demektir. Çocuklar, Diyarbakır’da, Sur, Kayapınar, Bağlar, gibi alanlarda, Batman’da, Van’da, Bitlis’de, Ağrı’da, Muş’da, Şırnak’da vs. sokak aralarında, evlerinin önlerinde, birbirleriyle ilişkilerinde, oyunlarında, nizahlarında vs. kullanadıkları dil Kürdçe değilse, Kürdler/Kürdistan çok büyük tehlikeyle kar şı karşıyadır.
Bütün bunlar, Kürdistanileşerek, Kürdistan’da güç olarak aşılabilir. Çalışmalar, elbette siyaset kurumunu geliştirerek yürütülür. Sivil itaatsizliği geliştirmek önemlidir. Kürdçe konuşmak, çocukları Kürd diliyle eğitmek, ‘milli bayram’lara katılmamak, çocukları göndermemek, vergi vermemek, askere gitmemek… sivil itaatsizlik çerçevesinde düşünülebilir. Devlet, Kürdler için okul açmayabilir, her evi okul yapmak Kürdlerin elindedir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.