Mele Mustafa Barzani’nin Hac Umran’da, dağdaki evi. Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi sürecinde dağda, karargah olarak kullanılan ev. Tek katlı bir yapı. Odalar geniş. Geniş odalar ara kapılarla birbirine bağlanıyor. Ev, sert taşlardan oluşan kayalık bir alan üzerine kurulmuş. Dağın tepesinde. Çevrede, o dağdan daha yüksek olan dağlar da var.
Evin altında bir mağara var. Bombardımanlar sırasında sığınak olarak kullanılmış. Mağaranın bir buçuk metre kadar olan ağzından giriliyor. 80 derece kadar diklik söz konusu söz konusu. Bu diklikten aşağı iniliyor. İniş dört-beş metre kadar var. Adeta bir kuyuya iner gibi iniyorsunuz. İnişten sonra yine hafif bir eğimle koridorda yüz metre kadar ilerliyorsunuz. Koridorun sağında solunda geniş odalar var. Bu mesafenin sonunda yol üçe ayrılıyor. Her üç yolda da yine yüz metre kadar ilerliyorsunuz. Her üç yoldan da mağaranın ağzı uçurumlara açılıyor. Her üç çıkışta da dikkatli bir şekilde tırmanarak tekrar eve varıyorsunuz.
Mağara şüphesiz çok karanlık. Aynı zamanda basık. Eğilerek yürüyorsunuz, fenerle ilerleyebiliyorsunuz. Mağaranın bir ağzından öbür ağzına kadar yirmi dakika kadar süre geçiyor.
Hac Umran’da, köyde, karargah olarak kullanılan “şoreş” denilen başka evler de var. Hac Umran’da Mesut Barzani’nin karargah olarak kullandığı bir ev de var. Mele Mustafa Barzani’nin Hac Umran yanında Galala’da da benzer amaçla kullandığı evler var. Hac Umran, Çoman’dan sonra, sınırda, İran-Irak sınırı üzerinde yer alıyor. Galala ise Çoman ile Hac Umran arasında.
Bu evleri, mağarayı ziyaret ederken, Barzan’ı, İmadiye’yi, Çoman’ı, Akre’yi ziyaret ederken insanın kafasında birçok soru oluşuyor: Mele Mustafa Barzani (1903-1979), İstanbul’da veya Bağdat’ta askeri okullarda, askeri akademilerde eğitim alsaydı acaba Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi bilincine sahip olabilir miydi?
Mele Mustafa Barzani, İstanbul’da veya Bağdat’ta askeri okullarda, askeri akademilerde eğitim görseydi, teğmen, üsteğmen, yüzbaşı, binbaşı, yarbay, albay, general olsaydı, acaba Kürdistan ulusal kurtuluş bilincine ulaşır mıydı?
Bu soruların cevabı kanımca , şüphesiz “hayır” dır.
Nerede eğitim alındığı şüphesiz çok önemlidir. Belirleyicidir, yönlendiricidir. İstanbul’da, diyelim 1910’larda, Bağdat’ta diyelim 1920’lerde eğitim gören bir Kürd ancak devletin değerleri çerçevesinde eğitim görür. Bu değerler sisteminde Kürdi değerlere, Kürdistani değerlere elbette yer yoktur. Mele Mustafa Barzani, kendi ailesi, kendi aşireti çevresinde Kürdi, Kürdistani değerler içinde eğitim almıştır. Kürd halkı içinde, Kürd halkının özlemlerini, beklentilerini görerek, duyarak, anlayarak eğitim almıştır. Barzan aşireti pratiği içinde çekirdekten yetişen bir peşmergedir, çekirdekten yetişen bir generaldir. Bunun Kürd-Kürdistan davası için çok önemli bir başlangıç olduğunu belirtmek gerekir.
1920’li yıllar… Milletler Cemiyeti dönemi… Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılması ve her tarafta çok yoğun ve yaygın bir şekilde asimilasyon programlarının yaşama geçirilmesi… Bu programlar çerçevesinde devletlerin asimilasyonu gerçekleştirebilmek için her türlü önlemi alması… Devletlerin, Türkiye’de Kürdlerin Türklüğe asimilasyonunu, Irak’ta Araplığa asimilasyonunu, Suriye’de Araplığa asimilasyonunu, İran’da Farslığa asimilasyonunu, KafkaslardA, Azeriliğe, Rusluğa asimilasyonunu gerçekleştirmek için yoğun bir çaba içinde oldukları, birbirleriyle organize bir çaba içinde oldukları besbelli. Bu koşullar içinde Kürd kalmak, Kürdi-Kürdistani kalmak, Kürdi, Kürdistani değerlerle büyümek, bu değerler çerçevesinde eğitim almak elbette çok önemli oluyor.
1920’lere baktığımız zaman Şeyh Mahmut Berzenci’nin çevresinde gelişen Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’ne de bakmak gerekir. Bu mücadelenin de Kürdleri çok etkilediği bilinmektedir.
Bu ilişkiler çerçevesinde Bedirxanilere bakmakta yarar vardır. Bedirxanilerden devlet okullarında eğitim alanların bugün adları bile bilinmemektedir. Bir kısmının soyadı Çınar’dır ama onlardan yaprak bile kalmamıştır. Onlar, bu eğitim sürecinde Kürdlükten tamamen kopmuş, Türk dilinin Türk kültürünün Kürdistan’da etkinlik kazanması için çaba sarf etmişlerdir.
Ama Emir Ali Bedirxan için, Emir Ali Bedirxan’ın çocukları için durum böyle değildir. Süreyya Bedirxan, Kamuran Ali Bedirxan, Celadet Bedirxan devlet okullarında eğitim görmemişlerdir. Sînem Xan, Süreyya, Kamuran ve Celadet’in öğretmenlerinin Hecî Qadirê Koyî (1817-1897) olduğunu söylemektedir. Bu durum pek çok ilişkiye açıklık getirmektedir. Şair, Heci Qadire Koyi’nin, Ehmede Xani’den sonra, çok önemli bir Kürd düşünürü, Kürd aktivisti olduğu yakından biliniyor.
Kamuran Ali Bedirxan’ın, Celadet Bedirxan’ın Kürd diline, Kürd kültürüne çok büyük katkılarının olduğu bilinmektedir. Emir Ali Bedirxan’ın da Kürd ulusal kurtuluş mücadelesinde önemli bir kişi olduğunu biliyoruz. Gerek Hecî Qadirê Koyî’nin gerek Emir Ali Bedirxan’ın 1898’de yayına başlayan Kürdistan gazetesi üzerinde büyük etkilerinin olduğu açık bir gerçektir.
7-8 Haziran 2014 tarihlerinde, İstanbul’da Boğaziçi Üniversitesi’nde, İbrahim Bodur Auditorium’unda, İBV’nın, Kürdistan Çalışmaları Konferansı’nın ikincisi düzenlendi. Artuklu Üniversitesi’nden antropoloji hocası Doç Dr. Hişyar Özsoy, bu Kürd konferansında “Ölümlerle Savaşmak: Bir Karşı Egemenlik Mücadelesi Olarak Kürdistan’da Ölüm-Hayat Diyalektiği” başlıklı bir bildiri sundu. Bu bildiride “kimlik, ölüm, egemenlik arasında ilişkiler” irdeleniyor. Ölünün cesedine ve mezara sahip çıkmanın, ulus olmanın çok önemli bir boyutu olduğu vurgulanıyor. Bu çerçevede Hecî Qadirê Koyî’nin mezarını arayıp bulmak çok önemli olmalıdır.
Barzaniler 1840’lardan beri eğitimlerini devlet okullarında değil, kendi okullarında alıyorlar. 1870’lerden, 1880’lerden sonra bu süreç daha sistematik bir hale geliyor. 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde ve daha sonrasında da durum değişmiyor.
Şeyh Tacettin’den beri, yani 1830’lardan 1840’lardan beri böyle geliyor. Barzaniler, Osmanlı yönetimi ile her zaman anlaşmazlık içinde olmuşlar. Barzaniler söz konusu olduğu zaman araştırmacılar genellikle Barzan şeyhlerinden, onların dini liderliklerinden söz ederler. Halbuki Barzanilerin Osmanlı yönetimiyle anlaşmazlıklarında Kürd milletiyle ilgili talepler her zaman ön planda gelmektedir. Barzaniler bu taleplerini her zaman dile getirmişlerdir. “Kürdistan’da okullarda eğitim Kürd diliyle olsun, Kürdistan’da görev yapacak memurlar, valiler, kaymakamlar, yöneticiler Kürdlerden olsun” gibi talepler her zaman Barzan şeyhlerinin talepleri olmuştur. Sedat-e Nehri şeyhlerinden Ubeydullah Nehri’nin de 1880’lerde bağımsız Kürdistan için harekete geçtiği bilinmektedir.
Şeyh Abdüsselam I’in ve torunu Şeyh Abdüsselam II’nin bu doğrultda talepleri, Osmanlı yönetimiyle anlaşmazlıkları biliniyor. Şeyh Abdüsselam II’nin bu süreçte gerçekleşen bir ayaklanma sırasında yakalandığı ve 1916 yılında Musul’da asıldığı biliniyor. Şeyh Abdüüselam II’ yi asanın, yine bir Kürd olan, Musul Valisi Süleyman Nazif olduğun da belirtmek gerekir. Şair Süleyman Nazif’in devlet okullarında eğitim aldığını, devletin değerleri, çerçevesinde eğitim aldığını da vurgulamak gerekir. Şeyh Abdüsselam II’nin Musul’da asıldığı 1916 yılında, küçük kardeşler Şeyh Ahmed (1896-1969) yirmi, Mele Mustafa Barzani on üç yaşındaydı.
Böyle bir süreçte Barzanilerin, “küçük kardeşimiz Mustafa’yı da devlet okullarında okutalım” şeklinde bir anlayış içinde olmamalarının çok olumlu olduğunu vurgulamak gerekir. Bu eğitim anlayışının bazı sakıncalarından söz edilebilir ama Kürdlere kazandırdığı nitelikler çok büyüktür, değerlidir. Düşünelim ki dünyanın iki emperyal devleti bu dönemde (1920’ler) Büyük Britanya ve Fransa ve Ortadoğu’nun iki köklü devleti, Osmanlı İmparatorluğu ve imparatorluğun devamı olarak Türkiye Cumhuriyeti, İran İmparatorluğu ve devamı olarak Yeni İran Şahlığı, bu dört güç birbirleriyle işbirliği, güç birliği içinde Kürdlerin, Kürdistan’ın üzerine çullanmışlardır. Asimilasyon, asimile olmak istemeyenlerin imhası temel devlet politikalarıdır. Böyle bir dönemde Kürd kalmak, Kürdi ve Kürdistani kalmak çok önemlidir. O da, devlet okullarının dışında gerçekleşen, Kürd dili ve Kürd kültürü ortamında gerçekleşen bir eğitimle sağlanır.
Saddam Hüseyin’in sağ kolu Taha Yasin Ramazan (1938-2007) bir Kürd”dü. Musullu bir Kürd…Bağdad’da devlet okullarında eğitim aldığı, Baas Partisi’ne üye olduğu, Baas Partisi’nde yükseldiği biliniyor. En az Saddam Hüseyin kadar Kürd düşmanıydı, Kürd karşıtıydı. Enfali, Kürd soykırımını, Halepçe’yi düzenleyen devlet bürokrasisinin, yüksek askeri bürokrasinin içinde yer alıyordu.
General Aziz Weysi
Çekirdekten yetişen bir general de Aziz Weysi’dir. Aziz Weysi’nin yaşamına kısaca bakmakta yarar vardır. Babası peşmergedir. Dağdadır. Mücadele içindedir. Peşmerge olan baba, dağda, mücadele içindeyken, Bağdat yönetimi evlerine baskın yapar. Baskında bütün aileyi rehin alır. “ya peşmerge dağdan inip hükümete teslim olacak, ya da aile tümüyle imha edilecek… Bu, çok ciddi bir tehdittir, çok ciddi bir yaptırımdır.
Peşmerge dağdan inip teslim olmaz. Aile çoluk –çocuk, kadın erkek, genç-ihtiyar imha edilir. Aziz Weysi o zamanlar, (1960’lar) yedi yaşındadır, ailenin başına gelenlerin farkındadır. Ondan sonra, peşmerge olmak, Aziz Weysi için önemli bir özlemdir artık… Peşmerge olduktan sonra da özel ordu kurma yolunda çaba gösterir.
1990’larda PKK’ye katılır. Özel ordu kurma çabasından, bu yöndeki tasarılarından, bağımsız hareket etme tutumundan dolayı bir süre PKK tarafından gözaltına alınır, soruşturmaya uğrar. Tutuklu kaldığı yerden kaçarak KDP’ye sığınır.
Özel ordu kurma çabasından ve bağımsız hareket etme tutumundan dolayı bir sürede KDP tarafından gözaltında tutulur, soruşturmya uğrar. Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Kürdistan Başkanı Mesut Barzani’Y görüşme, tasarılarını bizzat ona anlatma fırsatı arar. Bu buluşma gerekir. Aziz Weysi, özel ordu kurma çabalarını, bu doğrultudaki tasarılarını Mesut Barzani’ye etraflı bir şekilde anlatır. Mesut Barzani bunu olumlu karşılar. İlgililerden, Kürdistan hükümetinden, Aziz Weysi’ye her türlü olanağın sağlanmasını talep eder.
Aziz Weysi bugün, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde, Zerevani ordusunun başındadır. Zerevani ordusu Kürdistan hükümetinin jandarma gücüdür. Kürdistan parlamentosu Aziz Weysi’ye general rütbesi vermiştir.
Mele Mustafa Barzani’nin ve Peşmergelerin Uzun Yürüyüşü 1947
1947 Kürdler için çok ağır, çok kötü bir yıldır. Sovyetler Birliği İran’dan çekilmiş, İran ordusu, Azerbaycan’ı ve Kürdistan’ı denetim altına almıştır. Mabadad Kürd Cumhuriyeti yöneticilerine karşı çok yoğun saldılar katliamlar gerekleştirilmektedir. Cumhurbaşkanı Kadı Muhammed ve Cumhuriyet’in öteki yöneticileri Mahabad Meydanı, Çar Çıra’da idam edilmişlerdir. (30 Mart 1947) Mahabad Kürd Cumhuriyeti’in aynı meydanda bir yıl önce ilan edildiği biliniyor.
Cumhuriyet’in savunma gücü, peşmerge ordusunun, İran’ı terk etmesi için baskı yapılmaktadır. Peşmerge ordusu, savaşarak geri çekilmekte, Güney Kürdistan’a geçiş yapmaktadır. Güney Kürdistan’a geçiş yapmakta olan Şeyh Ahmet Barzani, ve arkadaşları sınırda tutuklanıp cezaevine konulmuşlardır.
İngiliz uçakları, peşmergenin geçiş yapmaya çalıştığı alanları, peşmergeyi, sınır boylarını bombalamaktadır. 1947 Mart ayı içinde bu bombardımanlar, günden güne artmaktadır. Bu bombardımanlar yüzünden peşmerge Güney Kürdistan’da tutunamaz. İşte bu koşullarda, Mele Mustafa Barzani ve Kürdistan Demokrat Partisi’nin öteki yöneticileri Sovyetler Birliği’ne sığınma diye bir projeyi gündeme getirdiler. Gewer üzerinden İran’a geçilecek, oradan Aras Nehri geçilerek Sovyetler Birliği’ne ulaşılacaktır… Bu süreçde, Türk ordusu ve İran ordusu, peşmergeyi elverişli bir alanda kuşatıp imha etmenin planlarını yapmaya başladılar.
Mele Mustafa Barzani ile birlikte hareket eden 560 civarına peşmerge vardı. Bu kaos ortamında Mele Musfafa Barzani peşmergelere şöyle söylüyordu. “Bir bilinmeze doğru gidiyoruz, belki açlıktan öleceğiz, belki soğuktan donacağız, belki bu bitip tükenmeyen bombardımanlar bizi imha edecek… Hiçbir şeyin sahibi değiliz. Sahip olduğumuz şeyler sadece yanımızda taşıdıklarımızdır.
Peşmergenin, sırt çantasında, torbasına nesi varsa, sahip olduklarımız sadece onlardır… Mele Mustafa Barzani bu konuşmasında şunu da söylüyor. “İsteyen peşmerge benden ayrılıp evine, ailesine, çocuklarına dönebilir” diyor. Bunu sitem ederek, kahrederek değil, peşmergeye teşekkürler ederek, peşmergenin yiğitliğini dile getirerek söylüyor. Buna rağmen hiçbir peşmerge Mele Mustafa Barzani’den ayrılmıyor. Bütün peşmergler Barzani’yle birlikte hareket ediyor.
Kuşatma ve imha planlarına rağmen, peşmergeler Gewer’den geçip İran’a ulaşıyor. Peşmergenin Gewer’den geçişi çok büyük bir askeri başarıdır. Bu geçişte, Gewer’den rehberlerin de olumlu rolü vardır.
Peşmergenin, İran’da, Şikak Aşireti ve Celaliler arasında, köylerde dağılması, İran ordusunun, peşmergeye operasyonunu engellemiştir. Maku’da, İran ordusu tarafından gerçekleştirilen kuşatmayı, peşmerge çatışarak aşmıştır. İran hükümetiyle işbirliği yapan, Mele Mustafa Barzani’yi yanıltmaya, engellemeye çalışan Kürd ağaları da vardı. Barzani bu olumsuz durumu, Kürdlüğe bağlı rehberlerle aşmıştır.
Barzani’ini ve peşmerglerin uzun yürüyüşü 16 Nisan’da başlamış 18 Haziran’a kadar 62 gün sürmüştür. Aşiretler arasında, evlere dağılan peşmerge, Barzani’in bir işaretiyle tekrar toplanıp yürüyüşü sürdürmüştür. Çatışmalar dışında, dağılma-toplanma sürecinde bir peşmerge eksikliği olmamıştır.
Bütün bunlar Kürd halkı içinde, Kürd halkının özlemleri ve beklentileriyle Kürdi ve Kürdistani değerlerle yetişen, çekirdekten yetişen bir peşmergenin, peşmerge komutanının yaşayabileceği, gerçekleştirebileceği bir süreçtir. Gençlikte alınan eğitim bu ilişkileri de belirlemektedir.
Karargah Evler Müze yapılmalıdır
Mele Mustafa Barzani’nin, Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi sürecinde, Hac Umran’da, Galala’da, benzer yerlerde, karargah olarak kullandığı evlerde, bugün, aileler oturmaktadır. Aileler başka evlere yerleştirilerek bu evlerin müze yapılmasında çok büyük yarar vardır. Mesut Barzan’nin karargah olarak kullandığı bir ev de vardır. Bu ev de müze yapılmalıdır. Evlerdeki eski eşyalar korunmalıdır. Mücadeleye katılan peşmergelerin eşyaları da bu müzelerde sergilenmelidir. Hewler’deki Barzani Vakfı’nın bu konuyu gündeme alacağını sanıyorum.
Barzan, defalarca yakılıp yıkılmış bir bölge, Barzan köyü defalarca yakılıp yıkılmış. Barzan Köyün ’de bombardımanlarla taş taş üzerinde bırakılmamış. Mele Mustafa Barzani’nin doğduğu, büyüdüğü ev…Bu evden hiçbir kalıntı kalmamış. Evin yeri takriben gösterilebiliyor. Bombardımanlar, yakılıp yıkılma sürecinde, evdeki eşyalardan da bir kalıntı kalmamış olabilir. O evin bir maketinin yapılması, ilgili alana yerleştirilmesi, önemli olmalıdır.
Defalarce yakılıp yıkılmasına rağmen Barzan yine yemyeşil. Barzan Bölgesinde dağlar meşe ağaçlarıyla kaplı. Kürdistan’da meşe ormanlarını her yerde görmek mümkün. Batılı bir gazeteciyle röportajında, Mele Mustafa Barzani şunu söylüyor. “Meşe Kürdistan’ı tanımlayan bir ağaçtır. Meşeler yaşadığı sürece Kürdler ve Kürdistan yaşayacak… Ne zaman ki meşeler kurumaya başlıyor, bu, Kürdler için, Kürdistan için büyük bir tehlikedir…” Ormancılar, meşelerin bin yıl, bazı yerlere binbeşyüz yıl yaşadığını söylemektedir. Ormanların yakılması örneğin meşelerin tekrar yeşermesine engel olmamaktadır. Ama kimyasal silahlarla yakılması, meşelerin kökten kurumasını sağlayabilmektedir.
Barzan Köyü yeniden kurulmuş. Tek katlı, iki katlı, bahçeli, çiçekli evler. Sokaklar çocuk sesleriyle, bahçeler kuş cıvıltılarıyla dolu… Canlı bir toplumsal ve ticari yaşam var. Barzan, İmadiye arasında dağ keçileri köylere evlere kadar iniyor. İsveç’te olduğu gibi… Dağ keçileri, dağlarda, Kürd gerillalarla birlikte dolaşıyor. Barzan bölgesinde, ağaç kesilmiyor, hayvan öldürülmüyor. Şeyh Ahmet Barzani’nin bu konuda getirdiği ilkelere Kürd halkı gönüllü olarak uyuyor. Çoman’da kurulmaya çalışılan Halgurd-Şakran Doğal Parkı’nın, Kürdistan yabani hayvan varlığının ve bitki örtüsünün korunmasında çok önemli bir işlevi olacak.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.