Rêya Heqîyê (Alevilik) yazısı üzerine bazı eleştiriler oldu. Görebildiklerim şunlar:
Recep Maraşlı, ‘Aleviliğin İslamla İlişkisi’ Tartışmalarına Dair, Dilop, Rêbendan-Reşemi (Ocak-Şubat) 2019, Sal 1, Hejmar 6, s.57-61
Ertan İldan, Alevileri Anlamak mı, Yeniden Kalıba Dökmek mi? Toter Winkel, 5 Februar, 2019
Yalçın Çakmak-İmran Gürtaş, İsmail Beşikci’ye Cevabımızdır, gazeteduvar,14 Şubat 2019
Yalçın Çakmak-İmran Gürtaş’ın cevaplarından başlamak istiyorum. Rêya Heqîyê’deki Cem ritüeli ve Semah açısından, kadın-erkek ilişkileri, tek kadınla evlilik, çok kadınla evlilik açısından, Tanrı anlayışı açısından, Cem töreninde sunulan dem (içki, şarap-rakı) açısından, müzik-musahiplik vs. açılarından, namaz, oruç vs. açısından, Rêya Heqîyê inançlılara İslamla bağdaştırmak mümkün değildir. Bu 2x2’nin beş olduğunu iddia etmektir. Yazarlar, Yalçın Çakmak-İmran Gürtaş ise, uzun cevaplarında, 2x2’nin dört edeceğini, ama, beş de edebileceğini söylemek istiyorlar.
Halbuki, Rêya Heqîyê inancını belirleyen esas unsurlar yukarıda, kısaca ifade edilen unsurlardır. Tek kadınla evlilik-çok kadınla evlilik, dem (içki), kadını, erkekle eşit kılan, Cem ritüeli, Semah Tanrı anlayışı, namaz, oruç gibi konular… Sünni İslam’da ve Şii İslam’da, kadın tepeden tırnağa kapalıyken, Çar içindeyken, Cennet-Cehennem gibi konular açıkça ortada dururken, bunlar nasıl İslamla bağdaştırılıyor. Bunlara ortada dururken 2x2’nin beş de edebileceği söylenebilir mi?
İslam’ın en fazla 1400 yıllık bir tarihi vardır. Rêya Heqîyê ise 4000 yıldan fazla bir geçmişe sahiptir. Ama, İslam, Kürdistan’da, İran’da, Anadolu’da, gelişip güç kazanması sürecinde Rêya Heqîyê inançlılara çok büyük zulüm ve kırım yapmıştır. Bu inanca sahip kitleler de bu zulümden, kırımdan korunmak için dağların yüksekliklerine doğru göçmüş, takiyeli bir yaşam sürmeye çalışmışlardır. Takiyeli yaşamın bu görüntülerine bakarak, bu inancı yaşayanlar da ‘İslam dairesine girdiler’ denebilir mi?
Rêya Heqîyê’de ziyaretler, İslam’daysa hac önemlidir.
Şerifler, Seyidler
İslam Tarihi’nde, İmam Hasan’da gelenlere Şerif, İmam Hüseyin’den gelenlere Seyid deniyor. Örneğin, Mekke Şerifi Hüseyin’i (1851-1931) dedesi, dedesinin dedesi, dedesinin dedesinin dedesi vs. diyerek İmam Hasan bağlamak mümkündür. Seyidler için durum böyle değildir.
Sünni İslam’da ve Şii İslam’da Oniki İmamlar üzerinden, Ehlibeyt’e, Peygamber’e vs. bağlanan, daha doğrusu, bağlanmak isteyen pek çok aile vardır. Dedelerin de kendilerinin Oniki İmamlar’a bağladıkları görülmektedir. Ama bunların, Şeriflerde olduğu gibi, sağlıklı bir soyağacına sahip oldukları söylenemez. Bu dedelerin ve Seyidiz, diyen bu ailelerin, dedesi, dedesinin dedesi , dedesinin dedesinin dedesinin dedesi vs. diyerek, Oniki İmamlar’a, Ehlibet’e bağlamaları mümkün görünmemektedir. Ehlbeyt’in, Oniki İmamların Arap olduğu açıktır. Kürdistan’dan, Anadolu’dan, İran’dan, Oniki İmamlara bağlanma nasıl oluyor? Kürdistan’da, Anadolu’da, İran’da vs. yaşayanlar Arap mı?
Dedeler ve bu aileler, Erdebil, Kerbela, Necef, Bağdat, İstanbul gibi alanlarda, halifelerden, krallardan, padişahlardan, kadılardan, Nakibul eşraf denen kurumlardan, şecereler, icazetnameler alıyorlardı. Bu şecerelerde, icazetnamelerde, bu belgeyi veren kişini adı, unvanı, belgenin verildiği tarih mühür vs. hepsi olabilir. Gerçek bir belge olabilir. Ama içeriği yanlıştır. Örneğini, Kürdistan’da Anadolu’da vs. yaşayan bir kişinin, dedenin atasının Onikli İmamlar olduğu, bilgisi yanlıştır. Bu bakımdan sahtedir, denebilir. Bu çerçevede, Kürdistan’da, Anadolu’da vs. yaşayan birinin dedesi, dedesinin dedesi vs. yoluyla İmam Hüseyin’e, Ehlibeyt’e, Peygamber’e bağlanması mümkün değildir.
Oniki İmamlar, kimlerdir? Dördüncü İmam Zeynel Abidin’den (658-713) gelenlerdir. Beşinci İmam, Zeynelabidin’in oğlu Muhammed Bakır (676-731), altıncı İmam da Muhammed Bakır’ın oğlu Caferi Sadık’tır. (699-768) Onikinci İmam’a kadar, imamlığın babadan oğula geçişi bu şekilde sürmüştür. Onikinci İmam Mehdi 868 doğumludur. Dört yaşındayken kaybolmuş, bir daha O’nu gören olmamıştır. İmam Mehdi’nin, bir süre, kimselerden habersiz sırayla dört halifesiyle konuştuğu söylenir. Buna Gaybe es Suğra (küçük gizlenme) deniyor. Gizli İmam, daha sonra, cemaatinden, dünyada adaleti ve barışı kurmak için döneme kadar kopar. Buna da, Gaybe el Kübra (büyük gizlenme) deniyor. Evladı Kerbela bunlardır. Ama, mazlumluktan dolayı, iktidarlardan zulüm gören başka halkların da sanal olarak evladı Kerbela ile bağ kurmaya çalıştıkları görülmektedir.
Birinci İmam’ Dördüncü Halife Ali (599-661) dir. İkinci İmam’ın, İmam Ali’nin oğlu Hasan (624-670) Üçüncü İmam’ın İmam Ali’nin küçük oğlu Hüseyin (626-680) olduğu bilinmektedir.
İslam şiddet üzerinde, devlet terörü eşliğinde gelişmiş bir dindir. İkinci, üçüncü ve dördüncü halifeler suikastle öldürülmüştür. Oniki İmamlardan yatağında ölenler çok azdır. Çok büyük bir kısmı, Emevi ve Abbasi halifeler tarafından zehirletilerek öldürülmüşlerdir. Halifeler imamları yemeğe davet ediyordu. Zehirleme yemekte gerçekleşiyordu. Davete icabet etmemek ise hiç olamazdı. Bu çerçevede, en yoğun, en kapsamlı şiddet de Rêya Heqîyê inançlılara karşı tırmandırılan şiddet olmuştur.
Daha sonraları, ölen halifenin yerine yenisini seçilmesi döneminde de şiddet temelinde gelişen pek çok entrikayı izlemek mümkündür. Romancı Metin Aktaş, Rüzgar Ateş Gibi Yakıyordu (Fam Yayınları, 2014) romanında şiddeti, entrikaları çok başırılı bir şekilde anlatmaktadır.
Bu koşullar altında, Kürdistan’da, Anadolu’da yaşayan Rêya Heqîyê inancındaki halklar, ‘Altıncı İmam Caferi Sadık’tan geliyoruz’, Yedinci İmam Musa Kazım’dan geliyoruz’… diyerek, Oniki İmamlarla Ehlibeyt’le nasıl akrabalık ilişkisi kurabiliyor? Bu bağın sanal bir bağ, mazlumluktan doğan bir bağ olduğu söylenebilir. O zaman çok daha önemli bir sorunun sorulması gerekir. İmam Ali’ye, Ehlibeyt’e bu kadar bağlı olan bu insanlar, neden, Peygamber Muhammed’in, Ehlibeyt’in, İmam Ali’nin yaşadığı gibi yaşamıyorlar? Peygamber Muhammed, İmam Ali çok kadınla evlenmiş. Sünni İslam’da da, Şii İslam’da da bu yaygın bir durum. Halifelerde de İmamlarda da bu durum yaygın… Rêya Heqîyê inançlılarda neden tek kadınla evlilik esas…
Peygamber Muhammed’de, İmam Ali de içkiyi yasaklamış. Sünni İslam’da da Şii İslam’da da İçki yasak… Rêya Heqîyê inançlılar ise, içkiyi çok doğal olarak kullanıyor, neden Peygamber gibi veya İmam gibi yaşamıyorlar?…
Rêya Heqîyê inançlılarda, Cem ritüeli, Semah gibi bir ritüel var. Peygamberin inancında, İmamların inancında bunlar yok… Peygambere, İmam Ali’ye, Ehlibeyt’e bu kadar bağlı insanlar, sevgiyle bağlı insanlar, neden bunlar gibi yaşamıyorlar?,
Peygamber Muhammed de, İmam Ali de namaz kılıyorlardı, oruç tutuyorlardı. Rêya Heqîyê inançlılar neden namaz kılmıyor, oruç tutmuyor? Neden bu inanç yaşayanlarda cami yok…
1950’lerde, 60’larda, 70’lerde, Kürdleri Türk gösteren, Kürd diye bir halkın olmadığını, Kürdçe diye bir dilin olmadığını ispatlamaya çalışan mahkeme kararları vardı. Yargıçların isimleri, yargıçlık numaraları, tarih, imzalar, mühürler Yargıtay onayları vs. hepsi vardı. Yani gerçek bir belge… Ama belgenin içeriği yanlış. İleri bir tarihte, bir araştırmacı bu belgeye dayanarak, Kürdleri, Türk, Kürdçe’yi Türkçe göstermeye çalışabilir. Kürdleri Türk gösteren bu anlayışa sahte demek mümkündür. Şecereler veya icazetnameler için de bunları söylemek mümkündür.
Araplar dışında, Şerifliğe bağlanmak isteyenlerin varolduğu görülmemektedir. Seyidlik ise, daha çok Arap olmayan halkların imrendiği bir kurumdur. Kanımca bu, mazlumlukla ilgili bir durumdur. İktidardaki Sünni Araplar, Şerifliği Araplarla sınırlandırmışlardır. Şii İslam muhalefette olduğu için ve mazlum olduğu için, Sünni İslam’a karşı geniş bir cephe oluşturmaya çalışmaktadır. Şecereler, icazetnameler de bu süreçte ortaya çıkmaktadır.
Rêya Heqîyê’nin Mazlumları
Rêya Heqîyê insanı yaşamın merkezine koyan bir doğa dinidir. Doğa, insan, Tanrı bir bütündür. İnsanda da doğada da Tanrı’nın bazı özellikleri vardır. Örneğin, bu inancın yaşandığı Ehl-i hak (Yarsan) ve Kakailer’de beddua yoktur. Beddua İslami bir kurumdu. Beddua ile, Tanrı tarafından cezalandırılma isteği dile getirilmektedir. ‘O aile benim oğlumu öldürdü. Sen de onların oğlunu yoket Tanrım…’ ‘Onların gözü çıksın…’ Ehl-i Hak’larda, Kakailer’ de böyle bir dilek yoktur. Çünkü insan da Tanrının bazı niteliklerine sahiptir. Rêya Heqîyê’de Tanrı ile insan arasındaki ilişki sevgiye dayanır. İslam’daysa korkuya dayanır. Rêya Heqîyê’da Tanrı’nın insanları cezalandırıcı bir yönü yoktur.
Hallac-ı Mansur (858-922) Bağdat’da, İslam Halifesi tarafından, Enel Hak (ben Hak’ım) dediği, ‘Allahım beni affet’, demediği için katledildi. Gazeteci Cemal Kaşıkçı, Ekim 2018’de, katledildi. Daha sonra cesedi 15 parçaya bölündü. Hallac-ı Mansur’un vucudunun parçaları ise canlıyken birer birer kesildi. Önce bir eli bileklerinden kesildi. Hallac-ı Mansur ‘Hu’ diye inledi. Ondan sonra öbür eli kesildi. Hallac-ı Mansur yine ‘Hu’ diye inledi. Ondan sonra birer birer ayakları kesildi. Vücudunun her parçasının kesilmesinden sonra, Hallac-ı Mansur, ‘Hu’ diye inliyordu. Hallac-ı Mansur ölene kadar ‘Hu’ diye inledi… Cellatlar, Hallac-ı Mansur’a sık sık ‘Allah de, Allahım de…’ diye bağırıyorlardı. O ise ısrarla ‘Hu’ diyordu…
Daha önceki yazıda, Munzur Çem ‘in, Hewraman’a Yolculuk, kitabındaki bir yazıdan söz edilmişti. Değerli araştırmacı, bu yazıda, Hewraman’da ve Dersim’de, Sey, bava, pir, yar, hu gibi sözcüklerin aynı anlamda ve aynı teleffuzla kullanıldığını tesbit etmişti. Hu, Rêya Heqîyê’de Tanrı’nın adıdır. Huda (yaratan)
Kürd düşünür Sühreverdi (1154-1191) aynı nedenlerle, aynı anlayış tarafından idam edildi. Nesimi’nin (1370-1417) derisinin yüzülerek katledilmesi yine benzer nedenlerle oldu.
Batı’da, Kilise’ye Engizisyon’a direnen Rahip Servetus (1509-1553), Giardano Buruno (1548-1600) bilime ve insanlık durumuna karşı çok büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Servetus Manastırda gizli gizli kan dolaşımın inceleyen çalışmalar yaptığı için, Buruno gökyüzünü incelediği için, dünya güneşin etrafında dönüyor, dediği için, canlı canlı, yakılarak katledildiler… Rahip Servutus’un Calvin tarafından katledildiği bilinmektedir. Calvin, hücresinde, her tarafından zincirlerle bağlı, aç, susuz bırakılmış Servetus’ü kapatıldığı hücrede ziyaret etmiş, Kiliseden Tanrıdan af dilediği zaman serbest bırakılacağını söylemiştir. Rahip Servetus, hiçbir şey söylememiş, ısrarla, alaycı bir tavırla, Calvin’in gözünün içine bakmıştır. Canlı canlı yakılma bu ziyaretten hemen sonra gerçekleşmiştir. Rahip Servetus’un anatomi ile ilgili, kan dolaşımı ile ilgili kitabı daha sonralarda yayımlanmıştır.
Doğu’da da Rêya Heqîyê’nin mazlumları insanlık durumuna çok büyük hizmetlerde bulunmuştur. Ama, egemen İslam da, Şii İslam da bu ilişkilerin gerçeğe uygun bir şekilde anlatılmasına fırsat vermemiştir.
Doğa dinlerini ilkel diyerek küçümsemek doğru değildir. Tek Tanrılı dinler konusunda ise, şöyle düşünmek daha doğrudur. Merkezi devletlerin oluşmasıyla, Tanrılar, karadan gökyüzüne çıkarıldı. Tanrılar gökyüzüne çıkarılınca, Onları, yeryüzünde temsil edecek kurumlara ihtiyaç doğdu. Bunlar insanlara, ‘şunları yapmayın, bunlar günahtır, bunlar Tanrının istemlerine aykırıdır’, ‘şunları yapın, şu şekilde davranın, Tanrı’nın istemi de budur…’ diyen kurumlardı. Bunlar, imparator olabilir, kral, şah, padişah, halife, şeyhler, İŞİD’in halifesi… olabilir…
Doğa dinlerinde, Tanrı, kapınızın önündeki bir ağaçtır, veya evinizin karşısında yükselen bir dağdır. Siz onlarla konuşabilirsiniz, dertlerinizi anlatabilirsiniz, dertleşebilirsiniz. Ama bu Tanrılar, sizi, şunu yapın, bunu yapmayın vs. diyerek yönlendiremez. Gökyüzüne çıkarılan Tanrıların yeryüzündeki temsilcileri örneğin İmparator, kral, şah, padişah, şeyhler, halifeler, İŞİD’in halifesi vs. ise, İnsanları, büyük kitleleri, her zaman, kendi çıkarları doğrultusunda, Tanrı da bunu istiyor, diyerek veya, Tanrı da buna karşıdır, diyerek istediği gibi yönlendirebilir…
Vesayet Kurumu Olma, Toplum Mühendisliği
Yalçın Çakmak-İmran Gürtaş, Beşikci’yi vesayet kurumu olmakla suçlamaktadırlar. Aynı yazarlar, ve Ertan İldan, Beşikci’yi toplum mühendisliği yapmakla da eleştirmektedirler. Bunlar, çok yanlış değerlendirmelerdir. Bu değerlendirmeler, Beşikçi’nin yaşamına, düşüncesine, eylemine aykırı değerlendirmelerdir.
Beşikci’nin çalışmalarını, entelektüel bir çaba olarak değerlendirmek gerekir. Entelektüeller yalnız insanlardır. Kimse onlardan bir şey sormaz, kimse onlardan bir şey istemez. Kimse yapıp ettiklerine onlardan bir onay almaya çalışmaz. Yazmadıkları, konuşmadıkları zaman, kimse onlara neden yazmıyorsun, neden konuşmuyorsun, demez. Belki 3-5 takipçisi olabilir, ama genel olarak yalnız insanlardır.
Beşikci’nin çabasını eleştiri kavramı çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Olayımızda eleştirinin kaynağı, Geleneksel Alevilik (Rıza Yıldırım) ve Kızılbaşlık, Alevilik, Bektaşilik (Derleyen, Yalçın Çakmak, İmran Gürtaş) kitabının yayımlanmış olmasıdır.
Eğer bir kitap veya yazı yayımlanıyorsa, bir konuşma yapılıyorsa, kamuoyunun bilgisin sunuluyorsa, isteyen bir kişi, bu konuyla ilgisi, bilgisi olan bir kişi bu yazıda veya kitapda, konuşmada dile getirilen düşünceleri eleştirebilir. Eleştirinin kaynağı budur. Demokratik toplumlarda bu eleştiriden dolayı herhangi bir idari veya cezai yaptırım gündeme gelmez. Bu, çağdaş demokratik devletlerin en önemli özelliğidir. İfade özgürlüğünün, özgür eleştirinin gelişmesi, kurumlaşması, bilimin de demokrasinin de en önemli koşuludur. Türkiye gibi demokratik olmayan toplumlardaysa, bu eleştiriden dolayı idari ve cezai yaptırımlar gündeme gelebilir. Bu da demokratik olmayan devletlerin, bu niteliklerinin en önemli göstergesidir.
Entelektüel kimdir? Entelektüellik nedir? Barış Ünlü’nün sözleriyle, entelektüel, güçlüye karşı, risk alarak, güçlünün duymak istemediği sözleri, doğruları dile getiren kişidir. bz. BAK Bildirisi, Entelektüellik ve Akademik Özgürlük, İmza ve Ötesi, Barış İçin Akademisyenler Anlatıyor kitabı içinde…Hazırlayan Nurettin Öztatar, Ütopya Yayınevi Ekim 2018 s. 230-241
Toplum mühendisliği devletin eylemleridir. Mühendisliği devlet yapar. Şu süreçlere, şu ilişkilere dikkat etmek gerekir. Bugün devlet, ‘Alevilik’ denen Rêya Heqîyê inançlıları Müslümanlaştırmak için çok yoğun bir çaba içindedir. Bu inancı yaşayan insanları Müslüman kalıbına dökmek için çok yoğun bir gayret göstermektedir. Bu İslam’ın gelişiminden beri böyledir. Bugün Alevi denen Rêya Heqîyê’ inançlıların köylerine cami yapmak, Camiye imam göndermek, Cemevi yapıp oraya da imam göndermek, Cemevlerinde Kur’an Kursu açmak bu çerçevede yürütülen operasyonlardır. Cem ritüelini bir folklor olarak değerlendirmek, yine bu anlayışın eseridir. Üniversitelerde, ‘Alevilik Müslümanlık dairesindedir’ anlayışıyla kürsüler kurmak, yine üniversitelerde, ‘Alevilik İslam dışı bir dindir’ görüşünü şu veya bu şekilde yasaklamak vs. Toplum mühendisliği böyle yapılır ve bunu da ancak devlet yapar… Sürgünler, katliamlar bu sürecin ayrılmaz parçalarıdır. Yazarlar, Beşikci’nin bunları yapıyor olmasına, nasıl inanıyorlar acaba? Kendi başına bir Beşikci’nin bunlara gücü yeter mi? Devletin bu tür operasyonlarını eleştiren Beşikci, toplum mühendisliği yapanlara nasıl yardımcı oluyor?
Devletin bu tür operasyonlarını eleştiren bir kişiye toplum mühendisliği yapıyor demek şaşırtıcı bir durumdur.
Ama şurası açık bir gerçekliktir. Rêya Heqîyê inancının Müslümanlığa benzemediği bu kadar açık bir şekilde ortada dururken , ‘Alevilik İslam dairesindedir…’ diye yazılar yazmak, devlet yandaşlığı olmaktır. Buysa, toplum mühendisliği konusunda devlete yardımcı olmaktır. Esas toplum mühendisliği budur…
‘Beşikci’ye Göre Tanrı da Kürt’tür’, demek
Önceki yazıda, Murad Ciwan’ın, Çaldıran Savaşı’nda, Osmanlılar, Safeviler ve Kürtler, kitabına bir atıf yapılmıştı. Murad Ciwan bu değerli çalışmasında Şah İsmail’in atalarının Kürd olduğunu, Sünni olduğunu anlatıyordu. 14. yüzyıl başları… Daha sonra aile Şiileşmiş… Şiileştiikçe de Kürdlükten kopmuş. Murad Ciwan çalışmasında bu dönüşümü de anlatıyor. Beşikci, Rêya Heqîyê (Alevilik) yazısında, bu bilgilere atıf yaparak Şah İsmail’in atalarının da Kürd olduğunu, Sünni olduğunu yazmıştı. Yazarlar Yalçın Çakmak ve İmran Gürtaş, bu ifadeye dayanarak, ‘Beşikci’ye göre bütün Aleviler Kürttür, Tanrı da Kürttür…’ diyor.
Bu çok zorlama ve anti-Kürd bir ifadedir. Beşikci’nin, Şah İsmail’in atalarının Kürd olduğunu söylemesinde hiçbir sorun yoktur. Bu tarihsel bir gerçekliğin, hakikatın dile getirilmesidir. Ama yazarların bu değerlendirmesinde çok büyük bir sorun olduğu açıktır. Devletin, Kürdleri asimilasyon politikalarına, zor, şiddet, sürgün uygulamalarına hiçbir tepki göstermeyenlerin, Kürdlerle ilgili küçük bir gerçekliğin dile getirilmesine bile tahammül edememeleri… Bu elbette çok önemli bir sorun olarak ortada durmaktadır.
Yazarlar, Kürt milliyetçiliği, Türk milliyetçiliği diyerek her ikisini de aynı kefeye koymaktadır. Bu da çok şaşırtıcıdır. Biri devlet tarafından korunan, kollanan, desteklenen, teşvik edilen bir milliyetçiliktir. Öbürü yine devlet tarafından yok edilmeye, ezilmeye çalışılan bir milliyetçiliktir. Bu ikisi nasıl, aynı kavramlarla değerlendirilebilir?
Bazı yazarlar ve akademisyenler de bu anti-Kürd tutumu, Kürtçüler, Türkçüler diye başlayan sözcüklerle ifade etmektedirler.
‘Devlet Alevileri Müslüman kabul ediyor’ ifadesi, ‘Devlet Kürdleri Türk kabul ediyor’ ifadesi gibi bir ifadedir. Her iki kategoride de asimilasyon esastır. Kürdlerin Türklüğe, Alevilerin Müslümanlığa asimilasyonu… Buysa, Kürd değerlerini, bugün Alevi olarak dile getirilen Rêya Heqîyê inancının değerlerini ezmek, yoketmek için çok büyük bir çaba içinde olunduğunu gösterir.
Kaygusuz Abdal’ın, şiirlerinin anlaşılmayacak bir yönü yoktur. Beşikci, inancı ifade eden böyle şiirler varken, bu inanç nasıl Müslümanlık dairesinde yer alıyor, diye sormaktadır. Bu yazarlar, bu uzun cevaplarında, diğer sorularda olduğu gibi bu soruyu da cevapsız bırakmaya özen göstermişlerdir.
Sünni İslam din adamları, Sünni İslam dışındaki herkesi, her inancı Alevi adı altında toplamaktadır. Bu çerçevede Zeydiler (Beş İmamcılar), İsmailler (Yedi İmamcılar, Oniki İmamcılar, Nusayriler vs. hepsi Alevi (Ali taraftarı) adı altında toplanmaktadır. Bu bakımdan Alevi kavramının, Ali taraftarı anlamında İkinci Abdülhamid’den önce de kullanılması söz konusu olabilir. Alevi adının, İttihatçılar döneminde yoğun olarak kullanıldığı, Türk’e has bir din olarak inşa edilmeye çalışıldığı, Ortaasya ile bağ kurulmaya çalışıldığı açıktır.
***
Ertan İldan, Beşikci’yi Alevileri anlamaya çalışmayıp belirli bir kalıba dökmekle , toplum mühendisliği yapmakla eleştiriyordu. Bu eleştiriye, yukarıda, yeteri kadar cevap verildiği kanısındayım.
Recep Maraşlı ise, Aleviliğin İslamla ilişkisi çerçevesinde, ‘Reel Alevilik görmezden Gelinemez’ demektedir. Reel Alevilik, çoğu yerde bir asimilasyon durumudur. Örneğin, İskilip taraflarında da Alevi denen köyle var. Tamamen Sünni İslam’a asimile olmuşlar. Köylerin farklı taraflarında da, öte köy, beri köy taraflarında da Cami var. Namaz, oruç, hac.. aynen Müslümanlarda olduğu gibi yaşanıyor… Alevi sözcüğünü hakaret olarak algılayanlar da var. Ama bu gelişmelere rağmen bunlara hala Alevi köyleri deniyor. Bu reel duruma bakarak ‘Aleviler de İslam dairesindedir’ denebilir mi? Çünkü, Alevi değerlerinden tamamen kopmuşlar, asimile olmuşlar…
Devlet, bugün Alevi olarak dile getirilen Rêya Heqîyê inançlılara Sünni İslama, Hanefiliğe asimile etmek için çok büyük çabalar sarfetti. Ama gelinen noktada, bazı alanlarda, örneğin Dersim’de, Aleviliğin, Şii İslam’a asimile olduğu söylenebilir. Bu, daha belirgin bir gelişmedir…
Bugün, Aleviliği Oniki İmamlara, Şiiliğe bağlamaya çalışan her görüş asimilasyon göstergesidir. Sadece Aleviler değil, Rêya Heqîyê’nin diğer kolları, Ezidiliğin, Ehl-i Hak’ın, Kakailer’in de İslam’a döndürülmesi için, tarihte çok büyük operasyonlar yapılmştır. Bu çerçevede, Kürdistan’ın çeşitli alanlarında, kitlesel katliamlar, sürgünler, etnik temizlik operasyonları ardı ardına gündem gelmiştir. Bunlar yakından biliniyor.
Irak’ta Hewraman bölgesinde yaşayan Kakailer’i Şii İslam’a döndürmek, İran’da, yine Hewraman bölgesinde yaşayan Ehl-i Hak’ları Şii İslam’a döndürmek, bu hükümetler için çok önemli bir faaliyettir. Her iki tarafta da, Ehl-i Hak’ların, Kakailer’in mezarları, dinsel kurumları yakılmakta, ziyaretgahlar, yıkılmakta, buralarda Şii din adamlarına ait türbeler yapılmaktadır. Ehl-i Hak’lar, Kakailer, Ezidiler taciz edilmektedir. Ağustos 2014’de, Şengal’de, Ezdilier’in, İŞİD tarafından nasıl soykırıma uğratıldıkları yakından bilinmektedir. Ezidiler’e Müslüman olmaları teklif edilmekte, anında Müslüman olmayan erkekler, katledilmekte, kaçırılıp katledilmekte, kadınlar, çocuklar esir alınmakta, esir pazarlarında satılmaktadır…
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.