8 Temmuz 2003 günü Diyarbakır’da, Lozan Antlaşması’nın Yüzüncü Yılında Kürdistan’ın Geleceği Konferansı, konulu bir toplantı düzenlendi. Konferans Haklar ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) Kürdistan Özgürlük Partisi (PAK), Kürdistan Demokrat Partisi (PDK), Kürdistan Sosyalist Partisi (PSK), TDK-TEVGER tarafından ortaklaşa düzenlendi. Konferans Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Konferans Salonu’nda gerçekleşti.
Konferans sırasında sabah ve öğleden sonra iki oturum yapıldı. Sabah gerçekleşen ilk oturumda, İsmail Beşikci, Mehmet Bayrak, Ekrem Önen ve Moskova Akademisi Kürdoloji Bölüm Başkanı Dr. Kirili Vertyayev bildirilerini sundular. Sabah yapılan toplantını ikinci bölümünde, Prof. Dr. Yaşar Abdüsselamoğlu’nun ve Hasan Yıldız’ın konferansa gönderdiği bildirilerini arkadaşları okudular.
Sabah yapılan topaltının moderatörü Seid Veroj’du.
Öğleden sonra gerçekleşen ikinci oturumda, HAK-PAR Genel Başkanı Düzgün Kaplan, PAK Genel Başkanı Mustafa Özçelik, PSK Genel Başkanı Bayram Bozyel, TDK-TEVGER Temsilcisi Mehmet Can Azbay konuştular. Bu bölümde programda, PDK Genel Başkanı Reşit Akıcı’nın adı da vardı. Ama Reşid Akıcı konferansa katılmadı.
Öğleden sonra yapılan ikinci oturumun moderatörü Hanifi Eren’di.
Sabah ve öğleden sonra gerçekleşen her iki oturum da ilgiyle dikkatle izlendi. Solondaki bütün sandalyeler doluydu. Salonun her iki tarafında ve arka taraflarında ayakta veya herhangi bir köşeye oturarak izleyenler de izleyenler de vardı.
***
1922-1923 ‘de düzenlenen, 24 Temmuz 1923’de imzalanan Lozan Konferansı’nın önemli konularından biri Kürd/Kürdistan sorunuydu. Benim kanımca Lozan Konferansı’nın en öneli konusu Kürdistan’dı. Ama konferansta Kürdler temsil edilmedi. Türk Delegasyonu Başkanı İsmet İnönü, Lozan Konferansı oturumlarında Kürdlerin temsil edilmemesi için çok büyük çaba harcadı. ‘Türkler-Kürdler kardeştir, Kürdler de Orta Asya’dan Türklerle birlikte gelmişlerdir, Kürdleri de biz temsil ediyoruz …’dedi. İngiliz temsilci Lord Curzon İsmet İnönü’nün bu görüşüne karşı çıksa da İsmet İnönü’yü fazla sıkıştırmadı. O dönem, Büyük Biritanya’nın, Mustafa Kemal’i, Türkiye’yi sıkıştırma gibi bir niyeti olsaydı Irak’ta bunu rahatlıkla yapabilirlerdi. Ama hiçbir zaman böyle yapmadı. Hatta Türk Delegasyonu Başkanı İsmet İnönü’nün hemen hemen bütün isteklerini kabul etti. İsmet İnönü’nün en önemli istekleri, Kürd/Kürdistan konusundaydı. Bu istekler, Kürdlerin herhangi bir kazanım elde edememesi üzerineydi.
***
Bu konferansta şunları belirtmeye çalıştım: Nisan 1916’da, Büyük Biritanya ile Fransa arasında Sykes-Picot Anlaşması yapılmıştı. Bu gizli bir antlaşmaydı. Bu gizli antlaşmaya daha sonra Rusya da katılmıştı. Bu gizli antlaşmayı 1917 Ekim Devrimi sırasında Trocki deşifre etmişti. Bu gizli antlaşmayla, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğu’daki, Mezopotamya’daki toprakları İngiltere ve Fransa arasında paylaştırılıyordu. Büyük Britanya’ya bağlı olarak Irak, Ürdün, Filistin manda devletleri kuruluyordu. Fransa’ya bağlı olarak ise Suriye, Lübnan manda devletleri kuruluyordu. Manda kavramını sömürge olarak değerlendirmek mümkündür. Bu gizli antlaşmayla Osmanlı İmparatorluğu sınırları içindeki Kürdistan toprakları yeni kurulan, Irak, Suriye arasında paylaştırılıyordu. 24 Temmuz 1923’de imzalana Lozan Antlaşması ile, bu gizli anlaşma, uluslararası bir antlaşma olarak, hukuki olarak yaşama geçiriliyordu.
Burada sormamız gereken önemli soru şudur: ‘Neden bir Kürdistan kurulmamıştır?’ Kaldı ki o dönemde, Kürdistan’ın Güneyi’nde Şeyh Mahmut Berzenci, İngiltere’ye şunu söylüyordu: ‘Ben Kürdistan Karalıyım. Beni Kürdistan Kralı olarak tanıyın’
Dönenim emperyal güçleri, Büyük Biritanya ve Fransa ise, değil, bağımsız bir Kürdistan, sömürge bir Kürdistan bir tasarlamadılar. Kürdlere, Kürdistan’a hiçbir statü verilmedi. Kürdler, Kürdistan bölündü, parçalandı, paylaşıldı. Dönemin emparyal güçleri, Mustafa Kemal’in, Türkiye’nin görüşlerini her zaman göz önünde bulundurdular.
Bu dönemde, Mekke Şerifi Hüseyin, Osmanlı’dan ayrılıp bağımsız bir Arap devleti kurmak için İngilizlerle işbirliği yapıyordu. Kürdistan’ın Güneyinde Şeyh Mahmud Berzenci ise, ‘esaret altındaki İslam’ı kurtaracağız, esir olan Halife’yi kurtaracağız’ diyerek İngilizlerle savaşıyordu. Bu dönemde Kürdistan üçüncü defa bölündü, parçalandı, paylaşıldı.
Bu bölünme, parçalanma, paylaşılma bize şunu göstermektedir: Bir ulus, tarihin belirli bir döneminde bölünmenin, parçalanmanın, paylaşılmanın hedefi olmuşsa, bu artık, kedini üreten çoğaltan bir etki yaratmaktadır:
Yavuz Sulatan Selim ile Şah İsmail arasında gerçekleşen Çaldıran Savaşı döneminde Kürdler, Kürdistan fiili olarak ikiye bölünmüştür. Bu bölünde 1939 yılında, Osmanlı İmparatorluğu ve İran İmparatorluğu arasına yapılan Kasr-ı Şirin Andlaşması’yla hukuki bir yapıya dönüştürülmüştür. Bu, Kürdlerin, Kürdistan’ın birinci bölünüşü, birinci paylaşımıdır.
19. yüzyılın ilk çeyreğinde, 1812-1813 Rus-İran savaşları sonunda İran sınırları içinde yer alan Kürdistan’ın Kuzey kesimlerinin bir bölümü, Çarlık Rusyası’nın denetimi altına alınmıştır. 1813’de yapılan Gülistan andlaşmasıyla bu ilişki hukuki bir yapıya dönüşmüştür. Bu andlaşmaya rağmen Rus-İran Savaşları 1827-1829 yıllarında da devam etmiştir. 1829’da yapılan Türkmençay Andlaşması’yla İran sınırları içinde yer alan Kurdistan’ın kuzey kesimleri tamamen Çarlık Rusyası’nın denetimi altına alınmıştır. Bu, Kürdlerin, Kürdistan’in ikinci bölünüşü, ikinci paylaşımadır.
24 Temmuz 1923’de yapılan Lozan Andlaşması ile üçüncü bölünme, üçüncü paylaşıma gerçekleştirilmiş olmaktadır.
Muasır Medeniyet Seviyesi’ne Ulaşmak
1919-1922 yılları arasında geçekleşen Milli Mücadele yıllarında, Mustafa Kemal Kürdleri de mücadeleye katmak için, ‘mücadelemiz başarıya ulaştıktan sonra Kürdlere de milli hakları verilecek’ yollu açıklamalar yapıyordu. Ama Lozan Andlaşması’nın imzalanmasından sonra, Mustafa Kemal ve arkadaşları bu sözlerini unuttular. Kürdlere, Kürdçe’ye karşı çok yoğun, yaygın bir asimilasyon uygulamaya başladılar. Kürdlerin, Kürdçe’nin varlığı inkar ediliyordu. Misak-ı Milli sınırlar içinde yaşayan herkesin Türk olduğu, Orta Asya’dan geldiği vurgulanıyordu. Kürdleri, dilleriyle kültürleriyle tarihlerden, yeryüzünden, tarihlerden silmek çok önemli bir uygulama olmuştu. Böyle bir uygulama Muasır Medeniyet Seviyesi’ne çıkma anlayışının neresinde durmaktadır? Bu süreç dikkatlerden uzak tutulabilir mi?
Karşılaştırmalar
Kürlerin ulusal kurtuluş mücadelesini, Filistinli Arapların ulusal kurtuluş mücadeleleriyle karşılaştırmak, Kürdler ve Kürdistan hakkındaki bilgilerimizi çoğaltmaktadır. Afrika sömürgelerinin ulusal kurtuluş mücadeleleriyle Kürd kurtuluş mücadelesini karşılaştırmak, yine Kürdler, hakkındaki, Kürdistan hakkındaki bilgilerimizi çoğaltmaktadır.
Bu konuda kısaca şunlar söylenebilir: Filistinli Arapların Ortadoğu’da tek hasmı vardır. İsrail. Ama 22 Arap devleti, 57 Müslüman devlet Filistinli Arapları hem maddi olarak hem siyasi, ekonomik, askeri olarak desteklemektedir. Ama Kürdlerin durumu böyle değildir. Kürdistan’ın Kürdlerin bölünmesi, parçalanması, paylaşılması Kürdleri dostsuz bırakmış hasımlarının sayısını çoğaltmıştır. 1960’larda Mele Mustafa Barzani önderliğinde gerçekleşen Kürd Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nde Kürdlere yardım eden bir güç olmadığı bilinmektedir.
Sömürge Bir Statüdür. Kürdistan Sömürge Bile Değildir
Sömürge bir statüdür. Örneğin, İkinci Dünya Savaşı’ndan önceki yıllarda, ‘Kenya, Tanzanya, Gana vs. Büyük Britanya’nın sömürgeleridir’ denirdi. ‘Senegal Fransa’nın sömürgesidir’ denirdi. Bu şu anlama geliyor: Kenya, Tanzanya, Gana, Senegal gibi ülkeler var. Bu ülkeler sınırlarla birbirlerinden ayrılıyor. Bu sınırlar çok önce çizilmiş. Bu ülkeyi, kendi ekonomik veya siyasal ihtiyacı doğrultusunda İngiltere veya Fransa yönetiyor. Bu sınırlar o ülkeler için bir statü anlamına gelmektedir.
Kürdistan için bunları söyleyemiyoruz. Kürdistan, bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmış. Hiçbir statüye sahip değil. Bu, ‘Kürdlerin, Kürdistan’ın asimile edilmeye hazır bir hale getirilmesi’ anlamına gelmektedir.
Bu bizi, Afrika’da sömürgelerin kurulduğu döneme götürmektedir. 16. Yüzyılın başlarından itibaren Avrupalılar Afrika’ya ayak basmaya başladılar. Önce Hollandalılar, Danimarkalılar, daha sonra İspanyollar, Portekizliler, 18. Yüzyılın sonlarından itibaren İngilizler, Fransızlar, 19 yüzyılın sonlarından itibaren, Almanlar, İtalyanlar Afrika’nın çeşitli bölgelerine ayak basılar. Herkes yerleştiği koloniler kurduğu bu bölgeleri genişletmeye çalışıyordu. Bu konularda anlaşmazlıklar da oluyordu.
1886’da Berlin’de sözü edilen bu devletlerin temsilcileri toplandılar. Bu kongrede Afrika devletlerinin sınırları çizildi. Bugün Afrika’da 57 bağımsız devlet var. Bu devletlerin sınırları sözü edilen bu Berlin Kongresi’nde çizildi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Afrika sömürgeleri bu sınırlar üzerinden bağımsızlık kazandı.
11 Mart 1970’de, Mele Mustafa Barzani ille Saddam Hüseyin arasında Kürdistan’ın özerkliği konusunda anlaşma yapılmıştı.
2005 tarihli Irak Anayasası md. 140 Kürdistan’ın özerkliği konusundaydı.
11 Mart 1970 tarihli anlaşma yaşama geçmedi. 2005 tarihli Irak Anayasası’nın 140 maddesi uygulanmadı. Bunlar Kürdistan’ın sınırlarını belirtme çabalarıydı. Yaşama geçmedi. 25 Eylül 2017 Bağımsızlık Referandumu yüzde 93 kabule rağmen yaşam bulmadı. Bu sürecin olumsuzlukla neticelenmesinin birçok nedeni olabilir. İran, Türkiye, Suriye hükümetlerinin Irak’ın politikasını etkilemesinin önemli bir neden olduğunu vurgulamak gerekir. Afrika sömürgelerinde ise sınırlar ta 1886’da Berlin Kongresi’nde çizilmişti.
Kürdlerin Kurumsallaşmış Zaafları
Bu çerçevede, Kürdlerin zaaflarından da söz etmek gerekir. Kürd coğrafyası, Batı’dan Doğu’ya, Doğu’dan Batı’ya doğru genişlemek isteyen devletlerin, imparatorlukların akınlarının geçiş alanları üzerindeydi. Kitlesel göçlerin gerçekleştiği geçiş yolları da Kürdistan’daydı. Kürdistan her zaman Asya’nın çöllerinden veya Küçük Asya’dan kaçanlarla onları kovalayanların savaş alanı halindeydi. Örneğin, Osmanlı-Safevi savaşları her zaman Kürdistan toprakları üzerinde gerçekleşiyordu. Ayrıca her iki tarafın da Kürdlerden devşirdiği ordular vardı. Kürdlerden devşirilen bu orduların biri İran adına, biri Osmanlı adına, İran ve Osmanlı komutanlarının yönlendirmesiyle birbirleriyle savaşıyorlardı. Bu süreçte, Kürdler, hiçbir zaman kendileri olma gibi bir tutum içine girmediler. Kürd aşiret reisleri, değerli düşünür, filozof Ehmedê Xani’nin düşüncelerinin, çığlıklarını bilincine varmadılar.
Kürdler, Kürdistan’a herhangi bir saldırı olduğu zaman, bu saldırılara karşı birleşerek, birleşik bir güç oluşturarak cevap vermiyorlardı. Bilakis dağılarak, küçük küçük parçalara ayrılarak, dağların zirvelerine çıkarak veya vadilerin diplerine inerek, gizlenerek saldırıların hedefi olmamaya çalışıyorlardı. Dağların zirvelerindeki veya vadilerin diplerindeki yerel egemenlik alanlarını birbirlerine karşı kıskançlıkla koruyorlardı. Kürd aşiretleri burada tek başlarına özgür bir şekilde yaşam sürdürmek istiyorlardı. Aşiretlerin, Farklı aşiretlerle işbirliği geliştirmek, komşu aşiretlerle işbirliği geliştirmek gibi bir tutumları yoktu. Kürdler, kendi topraklarında iki ordu çatıştığı zaman, birleşerek, kendileri olarak, saldırıları defetme gibi tutum sergilemiyorlardı, iki güçten birinin yanında yer alarak başkalarının düşüncesine ve eylemine tabi oluyorlardı.
Bunlar elbette çok büyük zaaflardır. Bu zaaflar, günümüze kadar neden bir Kürd devleti oluşamadığını da anlatmaktadır. Hasan Yıldız, ‘Suyu Arayan Halklar, Aşiretten Ulusallığa Doğru Kürtler’ (Doz/Hîvda, Haziran 2023, İstanbul) çalışmasında, bu ilişkileri etraflı bir şekilde analiz etmektedir. Bu çalışmayı daha sonraki bir yazıda ayrıntılı bir şekilde irdelemek niyetindeyim.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.