4-5 Mayıs 2019 günlerinde, Helsinki’de Sosyal Forum vardı. Sosyal Forum’u, Finlandiya’daki sivil toplum örgütleri düzenlemişti. Finlandiya Kürt Federasyonu da Finlandiya’daki sivil toplum örgütlerinden birisidir.
Bizi İBV olarak Sosyal Forum’a, Finlandiya Kürt Federasyonu ve O’nun Başkanı Welat Nehri davet etti. İBV Mütevelli Üyesi İbrahim Gürbüz’le birlikte 3 Mayıs’ta Helsinki’ye uçtuk. İstanbul-Helsinki dört saat kadar zaman alıyor. Bizi havaalanında, Welat Nehri karşıladı.
Finlandiya Kürt Federasyonu, Finlandiya’da itibarlı, saygın bir örgüt. Finlandiya Kürt Federasyonu Başkanı Welat Nehri de saygın, itibar edilen bir kişi… Welat Nehri, Ubeydullah Nehri’nin (1830-1883) torunlarından oluyor. Daha doğrusu, torununun torunu vs. demek gerekiyor. Welat Nehri, Ubeydullah Nehri’nin değil, ağabeyi Alaaddin Nehri’nin soyundan geldiklerini söylüyor. Welat Nehri’yle, 4 Ağustos 2018’de, Moskova’da düzenlenen Uluslararası Kürt Dernekleri Federasyonu’nun toplantısında tanışmıştık. Uluslararası Kürt Dernekleri Ferderasyonu, diasporadaki 12 Kürd derneğinin oluşturduğu bir örgüt oluyor.
Aile, Ubeydullah Nehri’nin Kürdler için, Kürdistan için mücadelelerini, bu mücadelelerin sonuçlarını yakından biliyor. Ailenin geçmişinde, sürgün yaşamlarının çok büyük bir rolü var. Aile üyelerinin bir kısmının Rojhilat’ta, bir kısmının Başur’da, bir kısmının Bakur’da yaşadığını dile getiriliyor.
Welat Nehri’nin babası da peşmerge. Şimdi Helsinki’de yaşıyor. Welat Nehri, Şemdinli’deki Nehri Köyü’nü görmemiş. Welat Nehri’nin elinde, Ubeydullah Nehri’nin Osmanlı döneminde yıkılmış sarayının fotoğrafları var. Babası, sürgünlük dönemlerinde, bir ara Nehri Köyü’nü ziyaret etmiş.
Welat Nehri’ni ailesi, anası-babası, kardeşleri vs. hep Helsinki’de yaşıyor. Welat Nehri, bir sendikada, bilgisayar mühendisi olarak çalışıyor. İş yerinden üç gün izin almış. Bu üç gün içinde bizlerle çok yakından ilgilendi. Kızkardeşlerinden biri doktor. Biri Halk Pazarı’nda, dükkan çalıştırıyor. Gıda maddeleri satan bir dükkan… Aile 25 yıla yakın bir zamandır, Helsinki’de yaşıyor. Amcaoğlu da Helsinki’de. O da bizlerle bu iki-üç gün içinde yakından ilgilendi. Welat Nehri’nin kendi eviyle, babasının evi arasında kısa bir mesafe var. Babanın evi, çok sık ve görkemli ağaçların bulunduğu bir mekanda… Welat Nehri Finlandiya vatandaşı. 1990’larda bir süre, İstanbul’da, gözaltına alınmış… Finlandiya’da 15 bin civarında Kürd yaşıyor. Çoğunluğu Rojhilat ve Başur’dan…
***
Finlandiya’nın yüzölçümü, Türkiye’nin yüzölçümünün yarısından biraz daha küçük. (338.000 Km.) Nüfusu 5.5 milyon. En büyük şehri başkent Helsinki 650. bin civarında nüfusa sahip.
Finlandiya dümdüz bir coğrafyaya sahip. Birkaç yerde 400 metreyi aşan tepelikler var. Orman alanları çok geniş. Ülkenin çok önemli bir gelir kaynağını kereste ihracı oluşturuyor. Finlandiya’da fert başına düşen milli gelir 37 bin dolar civarında…
Bizim kaldığımız, 3-6 Mayıs günleri boyunca hava çok soğuktu. 6-8 derece… Zaman zaman yağmur da vardı. Güneş çok az gözüktü.
Yollar çok geniş, bakımlı. Trafik çok akıcı. Yığılma yok… Toplu Taşım Araçları çok yaygın. Özel otomobiller de var. Ama Toplu Taşım Araçları çok daha yaygın. Orta büyüklükte otobüsler, körüklü olan daha büyük otobüsler, ondan çok daha büyükleri, trenler vs. durmadan şehir içi ulaşımı sağlıyor. Otobüslerde bazan 3-5, bazan 8-10 kişi görüyorsunuz.
Helsinki’de, Toplu Taşım Araçları’nın bu kadar bolluğu, gelişmişliği, bu konuda bilinçli bir politika uygulandığını düşündürtüyor. Bu konu üzerinde düşünürken, insan, Hewler, Duhok, Süleymaniye şehirlerindeki durumu göz önüne getiriyor. Bu Kürd şehirlerinde Toplu Taşım Araçları yok gibi. Herkes özel otomobiliyle, özel otomobile sahip olmayanlar, taksilerle ulaşım sağlıyor. Bu da 60’lık, 100’lük geniş caddelere rağmen trafikte yoğun yığılmalara, neden oluyor. Akıcı bir trafik sağlanamıyor. Özel otomobillerin bu kadar çokluğu ve her an kullanımda olmaları hava kirliliğini de getiriyor. Park sorunu da ayrı bir sorun…
Helsinki’de, kaldırım taşlarıyla döşenmiş alanlar var. Kaldırım taşlarıyla döşenmiş alanlar şehrin merkezi oluyor. Kaldırım taşları çok düzgün ve özenle döşenmiş. Bu alanlar da epey geniş. Asfalt olan alanlar, şehre daha sonra katılan yöreler…
Finlandiya bayraklarına çok az rastlanıyor. Caddelerde, sokaklarda, polis araçlarına, nöbetçilere sık rastlamıyorsunuz. Başkanlık Sarayı, bir sokak içinde. İnsanların, taşıt araçlarının, gelip geçtiği bir sokak. 2-3 katlı, mütevazi bir bina.
Büyük marketler yanında açık pazarlar da var. Açık pazarda, örneğin, Estonya’dan gelmiş kadın pazarcılar da vardı. Bunlar, el örgüsü kazak, çorap, başlık gibi ürünler satıyorlardı.
Türkiye’den Kulu yöresinden gelmiş, pazarcılar la da karşılaşmak mümkün. Bunlar, gıda maddeleri, meyve, sebze vs. pazarlıyorlardı. Kulu yöresinden olanlar bizleri tanıdılar… Kulu çevresinden olan, Norveç’te, İsveç’te, Danimarka’da çalışan arkadaşlardan söz ettiler.
Türkiye’ye döndüğümüz gün güneş biraz açmıştı. Herkes, güneşe karşı, kafelerin önünde kurulmuş masaların etrafına oturmuş sohbet ediyordu.
Helsinki şehir merkezinin biraz dışında, çok büyük bir alış-veriş merkezi var. Bu alış-veriş merkezinde, kafeler, lokantalar da var. Bu kafelerin, lokantaların bir kısmını da Kürdler çalıştırıyor. Burada, Kürdlerin, devamlı olarak gelip gittiği, oturduğu, sohbet ettiği bir kafe var. Biz de buraya iki-üç defa uğrayıp sohbetlere katıldık. Kürdler, biz bir akşam yemeğine de davet ettiler…
Halsinki’nin merkezinde iki katlı, çok büyük bir kütüphaneyi dolaştık. Kütüphanenin çok çeşitli bölümleri var. Herkes, raflardan istediği kitapları alabiliyor. Kataloglara bakarak aradığı kitapları dergileri, fotoğraflar, kasetleri vs kolayca bulabiliyor. Tek kişilik odalar var. İsteyen kişiler bu odada tek başına okuyabiliyor, bilgisayarı ile yazabiliyor, ilgilenebiliyor. Birkaç kişinin oturup sohbet edeceği odalar var. Daha büyük odalar salonlar var. Ayrıca, bölümler arasında, amfiteatr şeklinde kurulmuş alanlar da var. Kalın, renkli minderlere oturmuş gençlerin birbirleriyle sohbet ettiği bölümler de var. Bu kütüphanede Türkçe kitaplarla ilgili bir bölüm yanında Kürdçe kitaplarla ilgili bir bölüm de var…
Yılmaz arkadaşımızı, tekvando ekipmanları satan mağazasında ziyaret ettik. Mağazada o kadar çok ürün vardı ki, oturacak yeri güçlükle bulabildik. Yılmaz milli değerlere çok bağlı bir arkadaş. Ürettiği ürünlerde bu açıkça görülüyor. Kürd bayraklı pek çok ürün üretmiş…
Dünyada ve Ortadoğu’da Değişimin Ayak Sesleri
Sosyal Forum’un ana konusu, Dünyada ve Ortadoğu’da Değişim üzerineydi. İki günde, bu konuyla ilgili olarak 48 toplantı düzenlendi. Bu toplantılardan ikisi, Finlandiya Kürt federasyonu tarafından düzenlendi. Aynı binada, aynı saatlerde dört toplantı yapılıyordu. Herkes, istediği toplantıyı izleyebiliyordu. Finlandiya Kürt Federasyonu’na, iki toplantıdan ayrı olarak Sosyal Forum’un açış konuşmaları sırasında da yer verildi.
Açış Konuşmalarının birincisi, Dünyada, ekonomik, toplumsal ve kültürel değişim üzerineydi İkincisi, Ortadoğu’da enerjinin geleceği üzerine kurulmuştu. Üçüncü olarak Açış Konuşmaları’nda bana da yer verildi. Ben de Ortadoğu’da Kürdistan değişmeden, Kürdler, Kürdistan dünya uluslar ailesinin bir üyesi olmadan, Ortadoğu’da hiçbir ciddi değişimin, demokratikleşmenin gerçekleşemeyeceğini vurgulamaya çalıştım.
Kürdlerle, Kürdistanla ilgili temel soru, 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde Kürdlerin/Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması ve paylaşılmasıdır. Yüz yıldır, çözülemeden gittikçe ağırlaşarak günümüze kadar gelen bir sorun var. Sorunun temelinde böyle bir süreç ver. Bunu saptamak çok önemlidir. Çözülmesi yüz yıl gecikmiş bir sorundan söz ediyoruz.
Bölünmeyle, parçalanmayla, paylaşılmayla, Kürdler, Kürdistan’ın anahtarını kaybetmişlerdir. Anahtar, Kürdleri, Kürdistan’ı bölenlerin, parçalayanların paylaşanların eline geçmiştir. Anahtar, ikinci Dünya Savaşı’nın sonlarına kadar, Büyük Britanya’nın, Fransa’nın, Türk, Arap ve Fars yönetimlerinin elindeydi. Bir anahtarında Sovyetler Birliği’nin elinde olduğunu unutmamak gerekir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, İngiltere, özel mülkünü devrediyormuş gibi, Kürdlerin isteğini, iradesini hiç dikkate almadan, Kürdistan’ı Irak’a devletti. Fransa’da elinde tuttuğu Kürdistan’ı Suriye’ye devretti.
Kürdler, yüz yılı aşkın bir zamandır kendi ülkelerine sahip olmanın mücadelesi içinde. Ama anahtar, başkalarının elinde olduğu için Kürdler ülkelerine giremiyor. Anahtarı eline geçiren devletler de bunu gizlemek, Kürdlerin eline geçmesini engellemek için, birbirleriyle işbirliği ve güçbirliği içinde her tedbiri alıyorlar. Kendi ülkelerine sahip olabilmeleri konusunda, uluslararası toplumun Kürdlere yardımcı olması gerekir…
Konuşmayı, Fince’ye ve Kürdçe’ye Mecid Hakkı çevirdi. Her iki dile de çok iyi çevirdi. Mecid Hakkı da Tojhilat’tan bir Kürd. O da Bilgisayar mühendisi. 1990’larda, O da, İstanbul’da bir süre gözaltında tutulmuş…
Bir Arada Yaşamanın Koşulları
Sosyal Forum’da, Finladiya Kürt Federasyonu’nun düzenlediği birinci konferansı daha çok Finliler izledi. Bu konferansta, 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, Ortadoğu’da, Yakındoğu’da, Kürdlere, Kürdistan’a hiçbir statü vermeyen bir statükonun kurulduğu vurgulandı. Kürdlerin ve Kürdistan’ın bu şekilde bölünmesinin, parçalanmasının, paylaşılmasının, Uluslararası barışı kurma çabasında olan Milletler Cemiyeti’nin kuruluş amaçlarına, ilkelerine aykırı bir süreç olduğu dile getirildi. Nitekim, Milletlere Cemiyeti’nin uluslararası barışı kuramadığı, İkinci Dünya Şavaşı’nın patlak vermesini önleyemediği anlatıldı.
Uluslararası barışı kurma çabaları İkinci Dünya Savaşı süresinde de devlet adamlarının ilgilendiği çok önemli bir konu oldu. Devletler arasındaki anlaşmazlıkların savaş varmadan çözülmesi çok önemli bir konuydu. 1945’te Birleşmiş Milletler bu amaç doğrultusunda kuruldu.
Birleşmiş Milletler döneminde, dünyanın siyasal çehresinde çok büyük değişiklikler oldu. Örneğin Afrika’daki sömürgeler birer birer bağımsızlığına kavuştu. Ama Kürdistan’da hiçbirşey değişmedi. Kürdlere, Kürdistan’a statü vermeyen statüko aynen sürdürüldü. Bu çerçevede, Birleşmiş Milletler genel Kurulu’nun, 14 Aralık 1960 tarihli ve 1514 sayılı Sömürgelere ve Sömürge Halklara Bağımsızlık Bildirgesi’nden söz edildi. Denizaşırı ve okyanus aşırı sömürgelerden, iç sömürgelerden söz edildi. Sömürgelere ve Sömürge Halklara Bağımsızlık Bildirgesi’nin temel amacı, halkları ve ülkeleri baskıdan zulümden kurtarmaktı. Zira, baskı, zulüm, o ülkenin ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişmesini engelliyor, bu bakımdan o ülkelere, o halklara kendi kendilerini yönetme olanağı verilmelidir, deniyordu. Bu çerçevede, baskının, zulmün iç sömürgede mi, okyanus aşırı, deniz aşırı sömürgeler de daha yoğun ve yaygın olduğu konuşuldu. Kürdlere soykırım bile yapıldığı vurgulandı. Denizaşırı, okyanus aşırı sömürgelerde baskı zulüm olsa da soykırımlara varan baskının zulmün söz konusu olmadığı anlatıldı. Ama Kürdistan’ın güneyinde, Saddam Hüseyin’in Kürdlere karşı sistematik bir şekilde soykırım yaptığı belirtildi. Halepçe’de gerçekleştirilen Kürd soykırımından söz edildi. Birleşmiş Milletler’in soykırıma uğrayan Kürdlerin değil, Kürdlere soykırım gerçekleştiren Irak’ın yanında yer aldığına işaret edildi. Telaviv hariç, dünyanın hiçbir yerinde bu soykırıma karşı bir tepkinin eleştirinin, kınamanın yapılmadığı vurgulandı.
Bu çerçevede, bir arada yaşamanın koşulları hakkında bazı değerlendirmeler yapıldı. Eğer, merkezi devlet, o devlet sınırları içinde yaşayan farklı halkların özgürlüklerini tanırsa, demokratik taleplerini karşılarsa, bir arada yaşama mümkün olabilir. Uluslararası hukuk budur. Eğer merkezi devlet, bu halklarını özgürlüklerin tanımaz, demokratik taleplerinin bastırmaya çalışırsa bir arada yaşama mümkün olmaz. Ama, uluslararası hukukun Kürdler için çalışmadığını görüyoruz. Bu soykırıma rağmen Kürdler’in Irak’ta tutulmaya çalışılıyor. Kürdlerin kendi geleceklerinin belirleme konusundaki kararlı çalışmaları çeşitli yollarla engelleniyor… Konferanstan sonra, bu ilişkileri açıklayıcı sorular ve cevaplar da oldu.
Kürdler, bugün 50 milyondan da fazla olan nüfusuna rağmen dünya uluslar ailesinin bir üyesi olamıyor. Halbuki, dünyada, nüfusu bir milyondan az belki 40 devlet var. Nüfusu binlerle ifade edilen devletler bile var. Çeşitle örneklerle bu adaletsizlik dile getirilmeye çalışıldı.
Özgürlük İçin Sanat Koleksiyonu
İsmail Beşikci, 1993-1996 yıllarında, Ankara’da Ulucanlar Merkez Kapalı Cezaevi’ndeydi. 1994 yılı sonlarında, Norveç Yazarlar Birliği’nden bir heyet, cezaevinde Beşikci’yi ziyaret etti. Heyette, Mehmet Uzun da vardı. 1995 yılında da, Norveç Yazarlar Birliği Beşikci’ye İfade Özgürlüğü ödülü açıkladı.
Eylül 2015’de, Norveç’e seyahatimiz olmuştu. Bu seyahate, O zamanki İBV Başkanı İbrahim Gürbüz ve Yönetim Kurulu üyesi Ruşen Arslan da katılmıştı. Eugene Schoulgin’le ve Norveç’ten yazarlar ve ressamlarla tanıştık. Eugene Schoulgin’in çok yakından tanıyordum. Türkiye’deki düşün davalarıyla çok yakından ilgilenen bir yazardı. O günlerde, Norveç Yazarlar Birliği’nde, İfade özgürlüğü ile ilgili bir konferans da gerçekleşmişti.
Bu konferans sırasında, Norveç yazarlarla işbirliği içinde olan Norveçli ressamların, Özgürlük İçin Sanat adını verdikleri bir program çerçevesinde, Beşikci’yi hatırlayan, hatırlatan resimler yaptıklarını söylediler. Bu tabloları bize gösterdiler. Bu tabloların bizim olduğunu, İBV’na göndereceklerini söylediler.
O günlerde, bu tabloları alıp getirmeyi akıl edemedik. Bu tablolar, 25 yıla yakın bir zamandır, Norveç Yazarlar Birliği tarafından korunuyordu. Bu yılın başlarında, Norveç Yazarlar Birliği ile yazışarak, bu tabloların, Norveç’te, Stavenger’de, dostumuz Amed Nudem’e teslim edilmesini, Amed Nudem’in bunları bir şekilde İBV’ye ulaştıracağını söyledik.
Bu teslimat 12 Nisan 2019’da yapıldı. Amed Nudem’de, Helsinki’ya vardığımız günün akşamı, Nujen Palê aracılığıyla tabloları bize gönderdi. İşte, konferansın sonunda bu konuyu da gündeme getirdik. Özgürlük İçin Sanat sürecinden kısaca söz ettik. Rulo halindeki tabloların bir kısmını izleyicilere gösterebildik.
Tabloları iki rulo yaparak getirdik. Bu tablolar çerçeveletilip Vakıfta sergilenecek. Tablolar 18 adetmiş. Biri anı olarak Norveç Yazarlar Birliği’nde tutulmuş. Özgürlük İçin Sanat başlıklı bir yazıda bu ilişkiler daha ayrıntılı bir şekilde ele almayı düşünüyorum.
Karşılaştırmalar
5 Mayıs’ta geçekleşen ikinci konferansı daha çok Kürdler izledi. Konferansları 150 civarında kişinin izlediği söylenebilir. Bu konferansta Kürdlerin, benzer süreci yaşayan halklarla karşılaştırılmaları söz konusu oldu. Birinci karşılaştırma, Kürdlerin, Filistinli Araplarla karşılaştırılması oldu. Filistinli Arapların sadece bir hasmının olmasına rağmen, Kürdlerin pek çok hasmı olduğu vurgulandı. Bölünmenin, parçalanmanın, paylaşılmanın, Kürdleri dostsuz bıraktığı, düşmanlarını sayısını artırdığı vurgulandı. Bunun yanında, 22 Arap devletinin, İslam Konferansı’na üye 57 İslam Devletinin Filistinlileri maddi ve manevi olarak desteklediği, ama bu Arap devletlerinin ve İslam devletlerinin hepsinin de Kürdlere, Kürdistan’a karşı vaziyet aldığı örneklerle anlatıldı.
Kürdlerin, her zaman Filistinli Arapları etkin bir şekilde desteklemelerinde rağmen, Filistinli Arapların her zaman, Kürdlere karşı, Kürdleri ezen devletlerin yanında yer aldıkları vurgulandı.
İkinci karşılaştırma, Afrika sömürgeleri ile Kürdlerin/Kürdistan’ın karşılaştırılması oldu. Afrika’da sömürgelerini sınırlarının 1885’de çizildiği, İkinci Dünya Savaşı’ndn sonra, sömürgelerin bu sınırlar üzerinden bağımsızlık kazandıkları vurgulandı. Kürdistan’daysa, sınırların bir türlü çizilemediği vurgulandı. Bu çerçevede Kürdistan’ın sömürge bile olmadığı anlatıldı. Alt-sömürgeden söz edilebileceği söylendi. Mela Mustafa Barzani ile Saddam Hüseyin arasında yapılan 11 Mart 1970 anlaşmasının neden yaşama geçmediği konusu üzerinde duruldu. 2005 tarihli Irak Anayasası’nın, 140. maddesinin neden uygulanmadığı dikkate sunuldu. 25 Eylül 2017 Bağımsızlık Referandumu’nun % 72 katılımla, % 93 onayla gerçekleşmesine rağmen neden başarılı olmadığı anlatıldı. % 72 katılımın, % 93 onayın Kürdistan’ın tapusu olduğu da dile getirildi. Kürdlerin şunca deneye rağmen, hala, yaşadığı zaaflar da irdelenmeye çalışıldı.
Üçüncü karşılaştırma, bir işkence merkezi, tüketme, ezme merkezi olarak, Polonya’daki Austwichz Toplama Kampı ile Süleymaniye’dek,i Süleymaniye Merkez Güvenlik Karargahı üzerinden yapıldı. Hitler’de, Austvichz’de olmayan fakat, Saddam Hüseyin’in yaşama geçirdiği, Kadınların Şerefini Lekeleme Odası’nın anlamı üzerinde duruldu. Tek başına bu konunun incelenmesi bile, Kürdistan ve Filistin hakkındaki bilgilerimiz çoğaltan bir potansiyel taşımaktadır, denildi.
Finlandiya Kürt Federasyonu’nun düzenlediği bu ikinci konferansın sonunda, Türkiye’de, Cumhuriyet’ten beri devletin ana politikasını Kürdçe yasakları olduğu gündeme getirildi. Kürdler arasında Kürdçe’yi unutturmak, Türkçeyi egemen kılmak çok önemli bir devlet politikası olmuştur, denildi. Konferansta, soru-cevap bölümünde de Kürdçe’ye sahip çıkmanın, çocuklara Kürdçe öğretmenin önemi dikkate getirildi. Özellikle Bakur için bu durumun çok çok önemli olduğu anlatılmaya çalışıldı.
Soğuk Ülkenin Sıcak İnsanları
Finlandiya halkının önemli bir kısmının Kürdlerle ilgilendiği, Kürdlere yaşatılan haksızlıkların bilincine olduğu söylenebilir. Açış Konuşmalarına ve Finlandiya Kürt Federasyonu tarafından düzenlenen her iki konferansa da Finlilerin katılımı çoktu. Konferanslardan sonra yapılan sohbetlerde de bu görülüyordu. Kürdistanla ilgili incelemeleri olan Kristiina Koivugenle tanıştım. The Kurds A Nation of Genocides, başlıklı bir kitabı var. Kitap 2013’te Kerkük’te yayımlanmış. Bu kitapta, Halepçe’de gerçekleşen Kürd soykırımı, Enfal etraflı bir şekilde dile getiriliyor. Kitapta dikkate değer fotoğraflar da var… Krıstiina Koivugen’in Kürdistan Opettaa isimli bir kitabı daha var. Bu kitap 2015’de Riika’da basılmış. Bu kitabın ithaf sayfasında (s.5) Felekedîn Kakeyîlle (1943-2013) ja hanen tytttarelleen Razelle (1973-2014) şeklinde bir ifade dikkat çekmektedir. Yazarın, Kürdlere, Kürdistan’a ilişkin, Fince, İngilizce başka kitapları da var.
Kristiina Koivugen’in, Welat Nehri’yle birlikte hazırladığı, Kürdistan İtsenaisyyden Kynnyksella? (Bağımsızlık Yolunda Kürdistan) isimli bir kitap daha var. Fince yazılmış bu kitap 2013’te Helsinki’de, Kleio yayınevi tarafından basılmış… Kristiina Koivugen, Türkiye’ye girişi yasaklı kişilerden…
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.