21 Eylül 2024’ de Ankara’da, Batıkent Çakırlar’da, Turgut Özal Mahallesi’nde, İlayda Rose Garden’de, İbrahim Kaypakkaya Anması vardı. İbrahim Kaypakkaya dostları, ‘Geleneksel Dostluk ve Dayanışma Yemeği’nde bir defa daha buluştular.
İbrahim Kaypakkaya’nın dostları, ‘Ortakça Yaşam Kolektifi’ çerçevesinde belirli aralıklarla ‘Ankara Bulaşması’ gerçekleştiriyor. İbrahim Kaypakkaya 18 Mayıs 1973’de Diyarbakır Sıkıyönetim Tutukevi’nde şehit düştü. 2024, 51. Ölüm Yıldönümü oluyor.
Bu etkinliği Metin Uzunöz, Varol Kazan, Ali Özkan ve arkadaşları düzenlediler Davetiyede, Muzaffer Oruçoğlu’nun ‘Güzeldir’ şiiri yer alıyordu.
Fatin Kanat ve Önder İnce tarafından hazırlanan ‘Bizim İsmail Belgeseli’nin gösterimi olacaktı. ‘Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’ne katılmak için ben de Ankara’ya gelmiştim. Fatin Kanat’la Adana’ya gidecektik.
İbrahim Kaypakkaya Anması’na Fatin Kanat’la ben de katıldım. Bu anmada bir konuşma da yaptım. Metin Uzunöz’ün konuşmasından sonra yapılan konuşma şöyledir:
***
Değerli Arkadaşlar, hepinizi sevgiyle selamlıyorum. Bu çok anlamlı etkinliğe bizi de davet ettiğiniz için kendi adıma ve Fatin Kanat adına teşekkür ediyorum.
Arkadaşlar, 12 Mart Rejimi’nde, 1973 Mart’ında, Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Tutukevi’ndeydim.
Şubat 1973 içinde Siverek’ten Lise, hatta ortaokul öğrencilerini gözaltına almışlar, işkenceli sorgulardan sonra tutuklayarak Sıkıyönetim Askeri Tutukevi’ne getirmişlerdi. Bu öğrenciler, koğuşta, işkenceli sorgulardan geçtiklerini anlatıyorlardı. Birkaç gün sonra, bu öğrencilerden birkaçı tekrar emniyete götürülmüş tekrar işkenceli sorgulara alınmışlardı. Birkaç gün sonra başka öğrenciler de emniyete götürülmüş işkence görmüşlerdi. Bu öğrenciler işkenceyi koğuşa ayrıntılı bir şekilde anlatıyorlardı. 2 Mart 1973 günü bir öğrenci daha emniyete götürülmek istendi. Öğrenci, işkence göreceğim diye korku içindeydi ve emniyete girmek istemiyordu.
Tutuklular bu sefer öğrenciyi vermediler. Tutuklularla Sıkıyönetim Tutukevi İdaresi arasında gerginlik başladı. Tutukevi Müdürü, işkence yapılmayacağına dair söz verse de tutuklular bu sözün ciddi olmadığını, güveniler olmadığını ifade ediyordu. Gerginlik gittikçe büyüdü. Sabahtan başlayan gerginlik akşama kadar sürdü. Gece de devam etti. Tutuklular, idare koğuşa baskın yapamasın diye kapıya barikat kuruldu. 3 Mart sabahı, idare, henüz alaca karanlıkken koğuş pencerelerinden koğuşa kurşun sımaya başladı. Kurşunlar ranza demirlerine çarpıyordu. Koğuşta büyük bir kargaşa, panik başladı. Kurşunlardan sonra koğuş pençelerinden göz yaşartıcı gaz da sıkılmaya başladı. Tutukluların çok büyük bir kısmı, ilk defa göz yaşartıcı gazlarla karşılaşmıştı. Tutuklar can havliyle dışarı çıkmaya çalışıyorlardı. Barikat çok zor kaldırıldı. Nihayet sadece bir insanın geçebileceği bir aralık oluşturulabildi. Tutuklalar birer birer havalandırmaya çıkıyorlardı.
Havalandırmada askerler ve özel timler, 10-12 metrelik bir koridor oluşturmuşlardı. Havalandırmaya çıkan o koridora giriyordu. Askerler ve özel timler koridora girene cop, zincir vuruyor, yumruk vuruyor tekme atıyordu. Çok ağır küfürler de ediyorlardı. Küfür edenler tutukevi gardiyanları, askerler değildi. özel timlerdi.
Bu koridorda ben de yumruk, tekme yedim. Bir ara tutukevi müdürü yarbayı gördüm. Bu yarbayı tanıyordum. Mahkemeye götürülür getirilirken sohbetimiz de olmuştu. Ona yaklaşıp işkenceyi durdurmasını söyleme çalışıyordum. Çok şiddetli bir tekme beni üç dört metre öteye fırlattı. Yere kapaklandım. Dizlerimden kolumdan kan sızmaya başladı. Bu operasyonda birçok arkadaş çeşitli şekillerde yaralandı.
Herkes havalandırmaya çıkarılınca, idare kırk kişiyi ‘azılılar’ diyerek hücreye attı. Kırk kişi içinde ben de vardım.
Hücrenin koşulları çok kötüydü. Elektrik kesilmiş her taraf kapkaranlıktı. Her gün sadece bir defa iki dakikalığına tuvalete götürülüyorduk. Hücreye atılışımızdan birkaç gün sonra, akşam, gardiyan benim kaldığım hücreye gelerek, mazgaldan, ‘senin cezan Askeri Yargıtay tarafından onaylandı. Yarın sabah Diyarbakır cezaevine sevkedileceksin’ dedi.
Benimle birlikte Halil Ağa’nın cezası da onaylanmış. Diyarbakır Sur içindeki cezaevine Halil Ağa ile beraber götürüldüm. Halil Ağa Eruhluydu. Devleti-milleti yıkmak için çete kurmaktan yargılanıyordu. Eski Ceza Yasası madde 169. Çete üyeleri de torunları, yeğenleriydi. O zaman Halil Ağa için 76 yaşındadır, denirdi. Ben 34 yaşındaydım.
Diyarbakır Cezaevi’nde gerçekleşen ilk ziyarette bir avukat arkadaş bana şunu söyledi: ‘İsmail Abi, senin kaldığın hücrenin bitişiğinde İbrahim Kaypakkaya kalıyormuş. Yaralıymış …’ Hücrenin, Sıkıyönetim Tutukevi’nin koşulları çok kötüydü. Kimse kimseden haberdar olamıyordu. Ama sonradan, 18 Mayıs 1973’de İbrahim Kaypakkaya’nın bu hücrede şehit düştüğünü fark ettim.
Basından öğrendim. İbrahim Kaypakkaya’nın savcısı Yzb. Yaşar Değerli’ymiş. Yaşar Değerli benim de savcımdı. Benim çok ağır bir ceza almam için çok çaba sarf ediyordu. Yaşar Değerli’yi 59 Dönem Tuzla Yedek Subay Piyade Okulu’ndan tanıyordum. Ben dördüncü bölükteydim. O ikinci bölükteydi. Daha sonra, yedek subay teğmenken askeri hakim olarak orduda kaldığı anlaşılıyor. 1979 sonlarında, İstanbul’da Toptaşı Cezaevi’ndeyken, basından, Binbaşı Yaşar Değerli’nin vefat ettiğini öğrendim. Karadeniz Bölgesi’nde, Rize taraflarında suçlu takibi yaparken trafik kazası sonucu vefat etmiş.
İbrahim Kaypakkaya ile de görüşme fırsatım olmadı. Yazılarını ise çek sıkı bir şekilde izliyordum. Çorum-Sungurlu, Kırıkkale-Ankara seyahatim sırasında Çorum-Sungurlu arasında giderken ufukta daima İbrahim Kayapakkaya’nın Karakaya köyünü arardım. İsmail Beşikci Vakfı Mütevelli üyesi Celal Temel bana İbrahim Kaypakkaya’dan çok söz etti. İstanbul’da Yüksek Öğretmen Okulu’nda Fen Fakültesi Fizik bölümünde beraber eğitim gördüklerini, arkadaş olduklarını anlatırdı.
İbrahim Kaypakkaya’nın Kürdler konusunda resmi ideolojiyi eleştiren yazıları çok değerli metinlerdir. Bu tutum, bu bakış açısı İbrahim Kaypakka’yı, dönemin öbür gençlik liderlerinden ayırmaktadır.
1960’lı yılların sonlarında, Erzurum’da Atatürk Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi’nde Sosyoloji asistanıydım. Ankara’ya sık sık geliyordum ama gençlik liderleriyle yüz yüze bir görüşmem olmadı. Gençlik liderlerini elbette çok yakından tanıyordum. Ama bir araya gelip sohbet etme fırsatım olmadı. Sadece Sinan Cemgil’le böyle bir fırsatım oldu. 1970 baharında Siyasal Bilgiler Fakültesi kantininde görüşmüştük. Annesi Nazife Cemgil’i babası, Adnan Cemgil’i, Türkiye İşçi Partisi’nden tanıyordum. Her ikisi de Behice Boran’a çok yakın kişilerdi.
31 Mayıs 1971 günü, Nurhak Dağı’nda Sinan Cemgil ile katledilen Kadir Manga Erzurum’da Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi’nde öğrenciydi. Sinan Cemgil ile hareket eden Tuncer Sumer de aynı fakültede öğrenciydi. Bu grupta yer alan Cengiz Baltacı Ziraat Fakültesi’nde öğrenciydi.
1979 sonlarında, İstanbul’da Toptaşı Cezaevi’ne konulmuştum. O zaman cezaevinde üç büyük koğuş vardı. Devrimci arkadaşlar ikinci koğuşta kalıyorlardı. Televizyonun bulunduğu alanda üç gençlik liderinin resimleri yer alıyordu. Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya
Arkadaşlar, bu konuşma, benim İbrahim Kaypakkaya ile ilgili ikinci konuşmama oluyor. 1990 Newroz’unda İstanbul’da Sağmalcılar Cezaevi’ne konulmuştum. 18 Mayıs 1990’da İbrahim Kaypakkaya’nı şehadetinin 17 yıldönümünde bir anma toplantısı gerçekleşmişi. O etkinlikte, 13. Koğuşta ben de bir konuşma yapmıştım.
İbrahim Kaypakkaya’yı ve yukarıda adı geçen bütün arkadaşları sevgiyle anıyorum.
***
İskan Tolun’dan Üç Kitap
İskan Tolun, (d. 1966, Beşiri/Batman), 2024’de üç kitap yayımladı. Bunlardan birincisi Rovîyê Xasûk (Kurnaz Tilki’dir. Bu kitap Kürdçe olarak ilk defa 2023’te yayımlanan çocuk kitabıdır. 2024 de bu kitabın Almanca’sı yayımlanmıştır. Der Schlaue Fuchs Philosophiscche Worte und Geschichten, Babıali Kitaplığı, Ozan Yayıncılık, Juli 2024, İstanbul, 100 s.
İkici kitap Gavanê Kal (İhtiyar Çoban) Bu da Kürdçe olarak yayımlanan, bir çocuk kitabıdır. Babıali Kitaplığı, Ozan Yayıncılık, Ağustos 2024, İstanbul, 69 s.
Üçüncü kitap Mendirekte Dejavu adını taşıyan bir romandır. Babıali Kitaplığı, Ozan Yayıncılık, Ağustos 2024, İstanbul, 130 s.
Değerli yazar Ragıp Zarakolu, İskan Tolun’u önemli bir anlatı ustası olarak değerlendiriyor. Mendirekte Dejavu adını taşıyan roman da bu çerçevede değerlendirilebilir.
Bu romanda yazar İskan Tolun, taşradan büyük bir şehre göç etmiş insanlar arasındaki, arkadaşlık, dostluk, kıskançlık, kindarlık, yoksulluk, zenginlik gibi insanlık hallerini dile getiriyor.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.