Lozan Konferansı, Türkler ve Kürdler için aynı değeri ifade etmemektedir. Türkler, Lozan Konferansı’nı, Türkiye’nin tapusu olarak değerlendirmektedirler. Lozan Konferansı Kürdler için ise kölelik getirmiştir. Asuri/Süryani gibi halklar için de durum aynıdır. Bu ilişkileri şu şekilde değerlendirebiliriz:
1922 yılı ortalarından itibaren, başta Büyük Britanya olmak üzere Birinci Dünya Savaşı galibi Batılı Devletler, artık tamamıyla Osmanlı Hükümeti’nden vazgeçerek; Erzurum ve Sivas kongrelerinden sonra, bir oldu-bitiyle Ankara’da yönetimi ele geçiren BMM (Büyük Millet Meclisi) Hükümeti’ni Lozan Konferansı’na çağırdı. Daha iki yıl önce, 1920’de, Sevr’de temsil edilen Kürdler ise Lozan’a çağırılmadı. 1920 Nisan ayında, Ankara’da bu meclisin kurulmasının en büyük nedenlerinden biri, İngilizlerin, bir ay önce son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nı dağıtmasıdır. Oradan ayrılan mebuslar BMM’ye katıldılar. O sırada, Kürdlerin çoğunluk hâlinde yaşadığı Osmanlı İmparatorluğu egemenliğindeki Kürd coğrafyası, Güney’de Süleymaniye, Kuzey’de Kafkaslara, Batı’da Fırat nehrinin batısına, Doğu’da Van Gölü’nün doğusuna kadar uzanıyordu. Bu coğrafya, Türklerin çoğunluk hâlinde yaşadığı coğrafyadan daha az değildi ve nüfusu da en az Türk nüfus kadardı. Bu sırada, BMM adına, “Türkiye” eklenerek Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) adını aldı. Lozan’a kadar, TBMM Hükümeti dışında ortada bir devlet yoktu, sadece bir meclis hükümeti vardı. Lozan’da, Anadolu’nun tamamı, Ermenistan ve Kürdistan’ın büyük bölümü, bu meclis hükümeti üzerine tapulanınca, üç ay sonra (Ekim 1923) Türkiye Devleti kuruldu. Adına cumhuriyet eklense de hiçbir demokratik yanı olmayan bu devlet kurulup tanınırken Kürdler için hiçbir statü belirlenmedi. Bunun sebebini metni ileriki bölümlerinde iki ana maddede açıklayacağız.
Temel Sorun Nedir?
Kürd/Kürdistan konusunda temel sorun, Kürdlerin, Kürdistan’ın, bölünmesi, parçalanması, paylaşılmasıdır. Bu, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu’da, Kuzey Mezopotamya’da oluşturulmuş en önemli süreçtir. Her parçada, Kürdlere, Kürdistan’a karşı, Kürdleri ve Kürdistan’ı, yeryüzünden, dillerden ve tarihlerden silme politikası uygulanmıştır. Örneğin bu, Türkiye’de, kararlı, istikrarlı bir şekilde yürütülen bir politikadır. Bu uygulamalar, zaman zaman azalsa da örneğin tek parti döneminde tavizsiz sürdürülmüştür. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Araplar da bölünmüştür ama, Araplar ayrı ayrı devletler oluşturarak bölünmüşlerdir. Bugün, Basra Körfezi’nden Fas’a kadar, Filistinli Araplar da dahil, 22 Arap devleti vardır. Bu yönden Kürdlerin ve Arapların bölünmesinin, parçalanmasının amacı ve içeriği farklıdır.
Sykes-Picot Antlaşması
Nisan 1916 da dönemin emperyal güçleri Büyük Britanya ve Fransa arasında, gizli Sykes- Picot antlaşması yapılmıştır. Bu gizli antlaşmaya daha sonra Çarlık Rusyası da katılmıştır. Bu gizli antlaşma, 1917’de, Ekim Devrimi’nde Troçky tarafından deşifre edilmiştir. Daha sonra, Bolşevikler bu gizli antlaşmadan çekilmişlerdir. Buna rağmen İngiltere ve Fransa, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, bu gizli antlaşmayı yaşama geçirmeye gayret etmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğunun Kuzey Mezopotamya’daki ve Ortadoğu’daki toprakları (yani Kürdistan toprakları), Büyük Britanya ve Fransa arasında paylaşılmıştır. Büyük Britanya’ya bağlı olarak Irak, Ürdün, Filistin manda yönetimleri kurulmuştur. Fransa’ya bağlı olarak Suriye, Lübnan manda yönetimleri kurulmuştur. Manda’yı sömürge olarak anlamak, değerlendirmek mümkündür.
Buradaki önemli soru kanımca şu olmalıdır: Neden Kürdistan kurulmamıştır? Kaldı ki, o dönemde, Kürdistan’ın güneyinde Şeyh Mahmud Berzenci, İngilizlere şöyle diyordu: ‘Ben Kürdistan kralıyım. Beni Kürdistan Kralı olarak tanıyın.’ Emperyal güçler ise değil bağımsız bir Kürdistan, sömürge Kürdistan bile tasarlamadılar. Kürdler, Kürdistan, emperyal güçler, Büyük Britanya ve Fransa ve Ortadoğu’nun iki köklü devletinin, Türk, Arap ve Fars yönetimlerinin işbirliği ve güç birliğiyle bölündü, parçalandı, paylaşıldı. Bu süreçte elbette, Kürdlerin zaaflarını, hatalarını da dikkatlerden uzak tutmamak gerekir.
Bölünme, parçalanma, paylaşılma konusunda şu ilişkileri de değerlendirmek gerekir. Sykes-Picot Antlaşması’nın uygulanması konusunda Büyük Britanya ve Fransa arasında birçok görüşme yapılmıştır. İlk görüşmelerde, Behdinan- Barzan bölgesinin, Suriye ile birlikte Fransa’ya, Süleymaniye-Kerkük bölgesinin ise Büyük Britanya’ya verilmesi söz konusuydu. Bu bölünmenin, parçalanmanın, paylaşılmanın nasıl bir seyir izlediğini daha iyi göstermektedir. Önce Başur, Bakur, Rojhilat, Rojava şeklinde bölünme olmuş, daha sonra Başur’un kendi içinde de bir bölünmesini, paylaşılmasını gerçekleştirmeye gayret edilmiştir. Ama yukarıda da belirtildiği gibi, bu görüşmeler sonunda, Başur’un tamamı Büyük Britanya’nın denetimine verilmiştir.
***
Kürdlerle ve Kürdistan’la ilgili bu süreç, düşünsel planda ve fiili olarak, Ulusların Kendi Geleceklerini Belirleme ilkesinin savunulduğu, yaşama geçmesi için çaba harcandığı bir dönemde gerçekleşmiştir. Sovyetler Birliği’nde, Lenin, Stalin, Trocky’nin, ABD’de Başkan Wilsoon’un, Ulusların Kendi Geleceklerini Belirleme ilkesini yoğun bir şekilde savundukları bilinmektedir. Ama bu dönemde Sovyetler Birliği hiçbir zaman Kürdlerin yanında yer almamıştır. Her zaman Kürdleri, Kürdistan’ı bölenlerin, parçalayanların, paylaşanların politikalarına destek vermiştir. Bu, Ulusların Kendi Geleceklerini Belirleme Temel İlkesi’nin, ta o zamanlarda sakatlandığı anlamına gelmektedir.
Kürd/Kürdistan sorununu temelinde bu süreç vardır. Bu süreç Lozan Antlaşması’yla, uluslararası bir antlaşmanın garantisi altına alınmıştır. Bu anti-Kürd süreç Milletler Cemiyeti döneminde gerçekleştirilmiştir. Milletler Cemiyeti’nin en büyük haksızlığı Kürdlere/Kürdistan’a yaptığı söylenebilir. Bundan sonra, Kürdistan’ın Başur, Bakur, Rojhilat, Rojava, alanlarında yer yer ayaklanmalar gerçekleşmiştir. Bunların hepsi bölge devletlerinin kendi aralarında yaptıkları işbirliği ve güç birliğiyle, emperyal güçlerin Kürdlere karşı, sözü edilen bölge devletlerine yaptıkları, askeri, siyasi, ekonomik yardımlarla bastırılmıştır. Milletler Cemiyeti, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, uluslararası barışı kurmak ve güçlendirmek için kurulmuştu. Milletler Cemiyeti bunu başaramadı, İkinci Dünya Savaşı’nın çıkmasını engel olamadı. Ama, uluslararası barışı kurma çabaları, İkinci Dünya Savaşı süresince de devam etti. Bu çabalar sonrasında, 1945’de Birleşmiş Milletler Cemiyeti kuruldu. Birleşmiş Milletler’in kurulması sonrasında dünyanın siyasal çehresinde çok büyük değişiklikler oldu. Fakat, Kürdlerin, Kürdistan’ın durumunda hiçbir değişiklik olmadı. Kürdlerin, Kürdistan’ın, bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmış hali aynen devam etti.
Kürdlere statü verilmemesini, aşağıdaki iki ana maddedeki ilişkilerle değerlendirebiliriz:
1-) TBMM’nin Türklerin ve Kürdlerin Meclisi Olduğu Yanılgısı Herkes, Lozan’da temsil edilen TBMM Hükümeti’nin Türklerin ve Kürdlerin ortak meclisi olduğu yanılgısına kapılmıştır. Bu yanılgıya aşağıdaki gelişmeler sebep olmuştur.
a-) TBMM Hükümeti adına konferansa katılan baş delege İsmet İnönü, Kürd kökenli olsa da Kürdlükle bir ilgisi yoktur. Yine danışman olarak gönderilen Diyarbekir Mebusu Zülfü Tigrel, önce İttihatçıların, sonra Kemalistlerin has adamı, işbirlikçisidir. Zaten konferansta, konuşma sırası ona geldiğinde, hastayım diye otelden çıkmamış, konuşma hakkını İsmet İnönü’ye devretmiştir.
b-) Konferansa, Kürdistan’dan gönderilen, “Türklerle beraberiz.” Şeklindeki telgrafların çoğu, bölgedeki valiler tarafından organize edilerek gönderilmiştir. Zaten, o sırada (1922 sonu), Kürdleri temsil edecek hiçbir Kürd örgütü, hatta yayını yoktu. İki-üç yıl önce kurulan Kürdistan Teali Cemiyeti gibi Kürd örgütleri ve Jîn dergisi gibi Kürd yayınları, İngilizlerin İstanbul’da olduğu bir sırada, yasaklanmış, kapatılmıştı.
c-) TBMM’nin Kürdlerin ve Türklerin ortak meclisi olduğuna dair yanılgıya, meclisteki birkaç Kürd mebus katılsa da Kürd aydınlarının büyük kısmı, özellikle kapatılmış bulunan Kürdistan Teali Cemiyeti mensupları, bunun aldatmaca olduğunu biliyorlardı. Ancak seslerini duyuracak imkanları yoktu. Zaten çoğu o sıralarda can güvenliği nedeniyle başka yerlere gitmeye başlamış, kaçmak zorunda kalmışlardı
d) Bu gelişmelerin en büyük nedenlerinden biri de 1878-1923 yılları arasındaki 45 yıllık süreçte Batılıların Ermeni meselesindeki yanlış tutumlarıydı. Sevr-Lozan arasındaki süreçte, Akdeniz’den Karadeniz’e, tüm Kuzey Kürdistanı (Vilâyat-ı Sitte) da kapsayan Büyük Ermenistan Projesi gündemdeydi. Vilayat-ı Sitte (altı vilayet) olarak adlandırılan, Erzurum, Sivas, Mamuret’ül Aziz (Harput), Diyarbekir, Bitlis, Van vilayetlerini kapsıyordu. Etrafta, “Kürdistan Ermenistan olacak” propagandasını güçlendirecek çok şey oluyordu. Bu durumda, Müslüman Kürdlerin, Hıristiyan Ermenileri değil Müslüman Türklerle hareket etmesi kaçınılmaz bir sonuçtu.
2-) İngilizlerle Kemalistlerin İkili Görüşmeleri
Başlangıçta konferansın, büyük oranda Büyük Britanya (İngiltere) baş delegesi Curzon ve TBMM Hükümeti baş delegesi İsmet İnönü arasında geçtiği anlaşılıyor. Kürdlerin durumu doğrudan gündeme gelmese de “Musul” ve “Azınlıklar” maddelerinde, Kürdlerin durumu da tartışılmıştır ama Türk tarafının “Türkler, Kürdler beraberdir, birdir.” propagandasına kanılmıştır. İsmet İnönü, Lozan’da, her zaman Türklerin Kürdlerle birliğinden söz etmiştir. Lord Curzon’un, Kürdlerle ilgili ifadeleri karşısında hep böyle konuşmuştur. Fakat, İki yıl bile geçmeden, 1925’de Şeyh Said direnişi döneminde, Türkiye’de yaşayan herkesin Türk olduğunu, sadece Türklerin etnik haklar isteyebileceğini söyleyecektir. Bilindiği gibi, 11 Kasım 1922’de başlayan konferans 4 Şubat 1923’e kesintiye uğradı, Türk Heyeti Ankara’ya döndü. Hemen ardından 17 Şubat 1923’te İzmir İktisat Kongresi toplandı, kapitalizm tercih edildi, yabancı sermayeye imtiyazlar tanındı. 1 Nisan 1923 tarihinde, görece olarak daha demokratik olan 1. Meclis dağıtıldı ve Lozan’a onay verecek, 2. Meclis seçmelerine başlandı. 23 Nisan 1923 tarihinde tekrar toplanan konferans, üç ay sonra, 24 Temmuz 1923 tarihinde anlaşmayla sona erdi. Antlaşmayı, Mustafa Kemal tarafından atanan 2. Meclis mebusları onayladı.
Bu son üç ayda (23 Nisan 1923-24 Temmuz 1923) yapılan görüşmeler hakkında kamuoyuna çok az bilgi yansımıştır. Arada (4 Şubat 1923-23 Nisan 1923) yapılan İngiliz-Türk ikili görüşmeleri hakkında ise hiç bilgimiz yok. Asıl sorun da bu. Düne kadar anlaşamayan, hasım olan İngilizler ve Türkler, şiddetle tartışan Curzon ve İnönü, nasıl anlaştılar? Bu antlaşmanın içinde en başta Kürdlerin durumu, Musul konusu (sonraya bırakılmasına karşın), petrol konusu olduğu açıktır. Şartların Uygun olduğu bu süreçte, neden Kürdistan kurulmamış, neden Sevr’de Kürdlere tanınan statü de Lozan’da ortadan kaldırılmıştır? Bu konuda şöyle söylenebilir: O dönem, Irak üç vilayetten oluşuyordu. Musul, Bağdat, Basra. Musul, bugünkü Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Hewler, Süleymaniye, Duhok ve Kerkük de dahil olmak üzere, Şengal’den Xanekin’e kadar Kürdistan’dan koparılmış alanları kapsıyordu. Büyük Britanya, Musul’u, yeni kurmayı tasarladığı Irak’a bağlamak istiyordu. Çünkü 1908’de Kerkük’te petrol bulunmuştu ve petrol İngiliz sanayisi için çok önemli bir ham maddeydi. Mustafa Kemal ise, ‘Atalarımız 400 yıl buraları yönettiler, buralar, bizimdir, Türkiye’nindir’ diyerek, Büyük Britanya’nın bu tasarımına şiddetle karşı çıkıyordu. Bu konuda İngilizlerle Mustafa Kemal arasında siyasal, diplomatik bir
çelişki vardı. 1923 sonlarına doğru bu diplomatik ve siyasal çelişkinin çözüme kavuştuğu anlaşılmaktadır. Mustafa Kemal, Büyük Britanya’ya şunu söylemiş olabilir: ‘Biz Musul’da çekileceğiz. Ama siz de Kürdlerden gelen bağımsızlık ve özerklik taleplerine kat’i surette yol vermeyin’.
Şurası önemlidir: Büyük Britanya, örneğin Bostwana’dan Gana’ya kadar, Hindistan’dan, Kenya’ya kadar bütün sömürgelerini özerk yönetimler kurarak yönetmiştir. İngiliz sömürge yönetimi, bu bakımdan Fransız sömürge yönetiminden farklıdır. İngiltere’nin özerk yönetim kurmadığı tek alan Kürdistan’dır. Bu da kanımca, Mustafa Kemal’in isteklerine karşılık gelmektedir.
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi
2003’de ABD Irak’a silahlı müdahalede bulundu. Bu müdahale sonrasında Irak’ta 2005’de yeni bir anayasa yapıldı. 2005 tarihli Irak Anayasası’na göre Kürdistan Bölgesel Yönetimi kuruldu. Kürdistan Bölgesel Yönetimi elbette bir statüdür. Ama bu statü, Kürdlerin, Birleşmiş Milletler, İslam Konferansı gibi uluslararası örgütlerde temsili için yeterli olmamaktadır. Bu tür kurumlarda ancak devletlerin temsil edildiği yakından bilinmektedir. O bakımdan, bu yapının devletleşmesi gerekmektedir. Devletleşme için tüm şartlar da uygundur. Referandumla, halktan yüzde 90’nın üzerinde onay alınmıştır.
***
Kürdler için devletleşme söz konusu olduğunda, bazı Kürdler arasında, ‘Devlet kötüdür. Kürdlere devlet gerekmez’ görüşü ileri sürülür. Bu görüş, Kürdlerin değil, Türkiye Devleti, Irak Devleti, İran Devleti, Suriye Devleti veya genel olarak, Kürdleri sömürge statüsünde tutmak isteyenlerin görüşüdür. Bu devletlerin, kendi görüşlerini Kürdlere söyletmesi, Kürdler için değil, budevletler için başarı ve kazançtır. Eğer devletiniz yoksa hiçbir şeyin, hiçbir siyasi iradenin, hiçbir kurumun sahibi olamazsınız. Müze bile kuramazsınız, mezarlıklarınızı bile koruyamazsınız. Kürdistan’ın güneyinde, Kürdlerin bu kurumlara, bu niteliklere, ancak, Kürdistan Bölgesel Yönetimi döneminde yani özerk yönetim döneminde sahip olabildikleri bilinmektedir.
Sonuç ve İstem
Yüz yıl önce, 1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşmasıyla Kürdler tarihi bir haksızlığa uğramış ve dünyanın devletsiz en büyük halklarından biri durumuna düşürülmüş, Kürdistan parçalara bölünerek devletlerararası bir sömürge hâline getirilmiştir. Bunun telafisi mümkün olmamakla birlikte, günümüzde, uluslararası toplum, Birleşmiş Milletler Cemiyeti, Kürdler için bir şeyler yapmak zorundadır. Türkiye’nin egemenliğindeki Kuzey Kürdistan (Bakur), İran’ın egemenliğindeki Doğu Kürdistan (Rojhilat), Suriye’nin egemenliğindeki Güney-Batı Kürdistan (Rojava) ve Azerbaycan-Ermenistan egemenliğindeki Kafkas Kürdistanı’nda, Kürd halkı hiçbir ulusal hakka sahip değildir.
Bilindiği gibi, hâlen Irak devleti egemenliğindeki Güney Kürdistan (Başur), federatif bir yapıya sahiptir. Acil olarak Güney’deki bu federal yapının devletleşmesi, Güney-Batı’daki yapının özerkleşmesi gerekir. Suriye’nin egemenliğinde ve bir kısmı Türkiye’nin işgalindeki Güney-Batı Kürdistan’da verilen mücadele bir belirsizlik içindedir. İran egemenliğindeki Doğu Kürdistan’da, Kürd halkı İslami bir rejimin baskısı altındadır, her gün Kürd gençleri idam edilmektedir. Kürdlerin büyük çoğunluğunun yaşadığı Kuzey Kürdistan’da ise Kürdler acil olarak ulusal-demokratik haklarına kavuşma mücadelesi vermektedirler. Takdir edersiniz ki, Kürdlerin bu durumda olmasında, o dönemdeki uluslararası toplumun (Milletler Cemiyeti) ve Lozan’da yapılan antlaşmanın büyük etkisi olmuştur. Kürdler, beş parçada verdikleri mücadelede, bu dönemin uluslararası toplumunu yanlarında görmek istemektedirler. Bu, uluslararası toplum için, dünya için Kürdlere ödenmesi gereken bir borçtur…
(*) Bu bildirinin hazırlanmasında, araştırmacı-yazar Celal Temel ile görüşmelerimizin önemli
etkisi olmuştur. Celal Temel Hoca’ya teşekkürler.
(**) İsviçre’nin Lozan kentinde, 27-28 Mayıs 2023 tarihlerinde, Kurdistani Diaspora Confereration
Center of Switzerland tarafından düzenlenen Lozan Andlaşması’nın Yüzüncü Yılı Konferansı’na sunulan bildiri
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.