Hêmin Ebdullah’ın, 11 Temmuz 2019 tarihli Rûdaw Net’de ‘Hong Kong Kürdistan Bölgesi Gibi mi?’ başlıklı bir yazısı yayımlandı. Bu yazıda, Hêmin Ebdullah, Hong-Kong’un geçmişiyle, Kürdistan’ın geçmişi arasında bazı benzerlikler, farklıklar dile getirmektedir.
Kürdistan gibi, Hong Kong’un geçmişinde de Büyük Britanya’nın çok büyük bir rolü var. Hong Kong uzun süre İngiliz sömürgesi olarak kalmış. Her iki yönetime de Büyük Britanya çok büyük darbeler indirmiş…19 Aralık 1984 tarihli İngiltere-Çin anlaşmayla, İngiltere, Hong Kong’un yönetimini Çin’e devretmiş. Dış politika ve savunma konuları hariç, Hong Kong özerk bir bölge… Bu anlaşma 1 Temmuz 1997’de yürürlüğe girmiş. Buna, ‘Tek ülke, iki sistem’ deniyor. Bu anlaşmanı 2047’ye kadar süreceği de hükme bağlanmış. Bugün Hong Kong, Çin parlamentosunda, yani Ulusal Halk Kongresi’nde, hepsi Pekin tarafından seçilen 35 milletvekiliyle temsil ediliyor. (bk. Thomas Benedikter, Modern Özerklik Sistemleri, Dünya Özerklik Örnekleri, çevirenler, Hülya Türker, Mehmet Salim, Özgür Demirel, . Erdem Demirel Ümit Kaya, Yasemin Sular, Nika, Mayıs 2014, s. 396- 402)
Bugün Hong Kong 7.5 milyon nüfuslu, 1.104 km. kare yüzölçümüne sahip, Çin’e bağlı, Çin’in güneydoğusunda, Büyük Okyanus kıyısında bir liman kentidir. Nüfusun çok büyük bir bölümünü Han Çinlileri oluşturmaktadır. Ama, Hong Konglular kendilerine, Çinli denilmesini istemiyor.
Hong Kong, gökdelenlerin hakim olduğu bir alandır. Sanayi ve ticaret çok gelişmiştir. Hong Kong dünyada, on büyük ekonomiye sahip ülkeler arasında yer almaktadır. Fert başına düşen milli gelir, 55 bin ABD doları civarındadır. Demokrasi, İnsan Hakları, hukukun üstünlüğü gibi bazı Batı değerlerinin, Çin’de hiç yaşanmayan bu değerlerin Hong Kong’da yaşandığı da söylenebilir:
Hêmin Ebdullah’ın bu ilgi çekici yazısı ek olarak verilmektedir. Hêmin Ebdullah, Hong Kong ve Kürdistan arasındaki benzerlikleri, farklılıkları anlatırken, kanımca, çok önemli olan bir niteliğe dokunmamış. Bunu şu şekilde ifade etmek mümkündür:
Hong Kong, sadece, Çin ile ilişkiler içindedir. Hong Kong’un bağımsızlığı Çin ile ilişkiler sürecinde gelişecektir. Kürdistan’ın durumu böyle değildir. Kürdistan Bölgesel Yönetimi, siyasi olarak Irak ile ilişkiler içindedir. Ama, Türkiye, İran, Suriye anti-Kürd tutumlarıyla, fiili olarak bu sürecin içindedir. ABD, Sovyetler Birliği/Rusya Federasyonu, İngiltere, Almanya gibi devletle de anti-Kürd tutum içinde bu süreç içindedir. Ve bağımsızlığa yönelik gelişmeler bu ilişkiler sürecinde engellenmektedir. 16 Ekim 2017 gününü ve öncesini hatırlayalım. Kürdler, Bağımsızlık Referandumu yapıyor diye, Cizre-Silopi bölgesinde, Irak, İran, Türkiye orduları tatbikat yapıyordu
İran İslam Cumhuriyeti öncesini yani 1979 öncelerini hatırlayalım, O dönemde, Türkiye ve İran ABD dış politikası çevresinde, Irak ve Suriye de Sovyetler Birliği dış politikası çevresinde hareket ediyordu. Ve çok yoğun bir anti-Kürd tutum vardı. ABD ve Sovyetler Birliği arasında bir denge vardı. Bu, Kürdistan üzerinde tam anlamıyla bir cendereydi. Kürdistan nefes alamıyordu. Kürdlerin, Kürdistan’ın nefes alması, 1990’larda, bu dünya dengesinin, bozulması sürecinde başlamıştır.
Hêmin Ebdullah, bağımsızlık olmadan de ekonomik gelişme olabilir diyerek Hong Kong’u örnek göstermektedir. Çin, Çin’in genel çıkarlarının gözeterek, Hong Kong’daki ekonomik gelişmeyi, bu arada Hong Kong’da bazı Batı değerlerinin yaşam bulmasını engellememiş olabilir. Ama bu Kürdistan için hiç böyle değildir. Kürdistan’ın güneyindeki toplumsal ve kültürel gelişmeler, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin kurulması sürecinde, yani, Kürdlerin, Kürdistan’ın biraz özgürleşmesi sürecinde ortaya çıkmıştır. Süleymaniye’nin daha önceden de gelişmiş bir şehir olduğu söylenebilir. Ama, Hewler’deki, Duhok’daki gelişmeler, son 20-25 yılın eseridir. Ondan önce, Kürdistan, ilgili ülkelerin en geri bırakılmış bölgeleri olmuştur.
Kürdlerin, üretime ağırlık vermeleri, maaş beklentisinin kırılması, tarıma hayvancılığa turizme önem vermeleri elbette çok önemlidir. Sofrada yemek israflarıyla iliği alışkanlıklarını değiştirmeleri, konutlarda ve konutların iç donanımlarında, şaşadan, gösterişten uzak durmaya gayret etmeleri yine önemlidir.
***Sömürge kavramı bir statüye işaret etmektedir. Çok alt düzeyde de olsa sömürge bir statüdür. En azından, ortada, sınırları belli olan, sınırları önceden çizilmiş olan bir ülke söz konusudur. Kürdler ve Kürdistan ise hiçbir statüye sahip değildir. Bu bakımdan Kürdistan sömürge bile değildir. Kürdistan’ın güneyinde, Mela Mustafa Barzani’den beri Kürdlerin sınır oluşturma çalışmaları, yukarıda belirtilen devletler tarafından ortaklaşa bir şekilde engellenmektedir. Demografik yollarla, ekonomik yollarla, askeri üstünlükle Kürdistan’ın nüfus yapısı değiştirilmeye gayret edilmektedir. Sürgünler, Kürd bölgelerinde ekonomik gelişmenin sekteye uğratılması Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılması böyle bir durum ortaya çıkarmıştır. Bu nicelikle değil, nitelikle ilgili bir durumdur. Geçmişdeki yazılarda, bu konuları irdeleyen çok anlatım vardır.
Hong Kong’a da Kürdistan’a da, İngiliz yönetiminin darbe indirdiği söylenebilir. Ama Kürdistan’a vurulan darbenin, çok çok daha ağır olduğu besbellidir. Şöyle söylenebilir. Büyük Britanya’nın Afrika’da, Asya’da, Uzakdoğu’da, Avustralya’da geliştirdiği sömürgeler dikkate alınarak en ağır darbenin Kürdistan’a vurulduğu söylenebilir. Bu kalıcı bir darbedir. Bugün de etkileri hala yaşanan bir darbedir. Kürdistan’ın, Kürdlerin, bölünmesi, parçalanması, paylaşılması böyle bir durum ortaya çıkarmıştır. Burada, Fransa’nın emperyal rolü de elbette dikkate alınmalıdır.
Bugün, Afrika’daki, Asya’daki, Uzakdoğu’daki, Avustralya’daki bütün İngiliz sömürgeleri bağımsızlığına kavuşmuştur. Ama sömürge bile olmayan Kürdistan’da ulusal baskı yoğun bir şekilde sürmektedir. Batı’nın demokratik devletleri, 2 milyon civarında nüfusa sahip Kosava’yı devlet olarak tanımakta ama 50 milyonu aşkın nüfusuyla Kürdlere bu hakkı tanımamaktadır. Kürdlere bu hakkı layık görmemektedir. Bu 1920’lerde, Kürdlere, Kürdistan’a yapılan haksızlığın hala sürdürüldüğü anlamına gelmektedir.
Batı, demokrasiyi kendi ülkeleri için savunmaktadır. Ama Ortadoğu’da otoriter yönetimleri, krallıkları, şeyhlikleri vs. desteklemektedir. Bu, Batı’da o kadar içselleştirilmiş bir politikadır ki, soykırım dönemlerinde bile, soykırıma uğrayan Kürdler değil, Saddam Hüseyin desteklenmiştir. Halbuki, Batı’nın demokrasiyi Ortadoğu’da da, Yakındoğu’da da desteklemesi gerekir.
Hêmin Ebdullah, analizini, sadece, Kürdler-Irak ilişkisini değerlendirerek yapmaktadır. Bu analize, Türkiye’nin, İran’ın, Suriye’nin anti-Kürd tutumları da katılmalıdır. Bu analize, Kürdlerin haklı mücadelelerini değil, Türkiye’nin, İran’ın, Suriye’nin, Kürdlere karşı yürüttükleri haksız mücadeleyi destekleyen, ABD; Sovyetler Birliği/Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya gibi devletlerin tutumları, uluslararası toplumun tutumu da katılmalıdır. O zaman nasıl bir durum ortaya çıkar?. Analize, bu kategorileri katmadan, toplumsal, siyasal, kültürel gerçekler tam olarak anlaşılabilir mi?
***Ne Yapmalı? Bu çok önemli bir soru. Cevabı da bir bakıma kolay, bir bakıma da çok zor. Kürdler açısından düşünürseniz, cevap kolay. Bu kadar büyük nüfusuyla, Kürdlerin, Kürdistan’ın, dünya uluslar ailesinin bir parçası olması gerektiğini düşünürsünüz. Kürdlerin, Kürdistan’ın dünya uluslar ailesinin bir üyesi olması gerektiğini düşünürsünüz. Ama, Kürdleri, Kürdistan’ı müştereken yöneten devletler açısından düşünürseniz, cevap çok zor. Her devletin farklı bir çıkarı var. Bu kadar farklı çıkarları nasıl uzlaştıracaksınız? Bizzat Kürdler içindeki anti-Kürd tutumlar da dikkatlerden uzak değildir.
İbrahim Küreken, info.nerinaazad.net’ de, ‘Gelecek Hayali ve Bardağın Dolu Tarafı ‘ başlıklı iki yazı yayımladı. Yazılar, 3 Temmuz 2019 ve 13 Temmuz 2019 tarihlerinde yayımlandı. Bu yazılarda, Ne Yapmalı? konusunda önemli değerlendirmeler var.
***EK - Hemin Abdullah\'ın Rudaw\'da yayınlanan yazısı:
Hong Kong, Kürdistan Bölgesi gibi mi?
Hong Kong’u bilenler, bu başlığa kısa ve net bir cevap verir; Hayır! Fakat benim sorum birbirine benzer olan her iki ülkenin siyasi kaderi, sistemi ve geleceğiyle ilgili. Yine karşılaştırırısak eğer Hong Kongluların Kürdistan Bölgesi’nin işine yarayacak neyi var, bunu bilmek istiyorum.
Hong Kong’da bir yıldan beridir devam eden gösterilerde öne çıkan slogan, Kürtçe’de söylenen “iki kelle bir kazanda pişmez” deyimi ile pıpatıp birdir. Hatırlatmak isterim ki; Hong Kong halkı da (ki onlar kendilerine Çinli denilmesini istemiyor) Kürdistan halkı gibi İngilizlerin yüz yıllık adaletsiz siyasetinin kurbanıdırlar.
Onlar da Güney Kürdistan gibi bir İngiliz kolonisiydiler ve başından beri onların da kaderi öylesine düğümlenmişti ki bir türlü bağımsızlıklarına kavuşamıyorlar. Hong Kong 1984 yılında çok ilginç bir anlaşma ile Çin’e verilmiş, 1997 yılında da bu anlaşma hayata geçmiştir. Anlaşma uyarınca Hong Kong Çin’e bağlı geniş özerkliğe sahip bir bölge olmuştur.
Bunun da sebebi şu; Hong Konglular tatamıyla Komünist Çin’nden farklı bir yaşam tarzına sahiptiler ve bunu korumak istiyorlar. İngiltere ile Çin arasındaki bu ilginç anlaşma, dönemin İngiliz Başbakanı Margaret Thatcher’in epeyce eleştirilmesine yol açmıştır. Anlaşma, Hong Kong’un beş yıllık süre içerisnde “tek ülke iki sistem” konsepti ile Pekin yönetimine bağlı kalmasını öngörmüştür. Güya bu “tek ülke iki sistem” fotmülü (yani iki kellenin tek kazanda pişmesi) Hong Kongluların demokratik yaşamının garanti altına alınması içinmiş. Fakat şimdi Çin adım adım bu iki sistemliliği tek sisteme yani komünizme evirmekle meşgul.
Hong Kong bu anlamda Kürdistan Bölgesi’ne benziyor. Yani merkezi hükümetle ilişkileri bilimsel anlamıyla ne federal ne de konfederaldir, aksine her iki taraf arasındaki özgün konsept temelindedir. Aynı zamanda Hong Konglulardaki demokratik yaşam alışkanlığı ve kültürü de Çinlilerde yoktur.
Bu da Kürdistanlıları Iraklılardan ayıran özelliğe çok benziyor. Her iki halkın kaderinde de bağımsızlık ufukta görünmüyor ve yakın zamanda gerçekleşmesi zor görülüyor. Dolayısıyla her ikisi de toprakları üzerinde hüküm süren başkentlerin söylemi karşısında el pence durmak zorunda kalmıştır.
Birbirine benze yönler kadar Kürdistan ile Hong Kong arasında benzeşmeyen yönler de çoktur. Mesela Hong Kong dünyanın en önemli ticaret merkezlerinden biridir. Ayrıca dünyanın en büyük 10 ihracatçı ve 9 büyük ithalatçısı arasındadır. Hong Kong doları dünyanın en kıymetli 13 parabiriminden biridir. Yine dünyada en çok gökdelene sahip ülke durumundadır. Bu özelliklerinden ötürü Çin hükümeti istese de Uygur ve Tibetlilere yaklaştığı gibi minnetsiz bir şekilde Hong Konglulara yaklaşamıyor, onların talepleri karşılamakta aciz kalıyor.
Yukarıda bahsettiğimiz özelliklerin hiç biri Kürdistan Bölgesi’nde mevcut değil. Fakat Hong Kong örneği “devletsizlik gelişmemizi engelliyor” bahanesini de geçersiz kılıyor. Burada kendimize soracağımız soru çok basit; Hong Konglular gibi güçlü bir ekonomiye ve gökdelenlere sahip olalım da dünyanın gözü sürekli üzerimizde olsun mu istiyoruz? Yoksa Uygurlular gibi dünyanın bize acımasını ve haklarımızın korunması için merkezi hükümete ricada bulunmasını mı istiyoruz?
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.