Dr. Said, Selim Çürükkaya’nın Belgesel, Biyografik Romanı. Romanın tam adı şöyle: Dr. Said, ‘Dağların Kilidini Kaybettik’ Doz Yayınları, Ekim 2020, İstanbul, 728 s.
Dr. Said, ‘Dağların Kilidini Kaybettik’ romanı, bir ailenin üç nesil odak noktasında, Kürdlerin, Kürdistan’ın 100 yıllık tarihi hakkında bir belgedir.
Dede İsa, kızı Teyba, Süleyman\'ın ve Teyba’nın yedi evladı: Nizamettin, Selim, Mahmut, Hasan, Ömer, Said, Sadık. Alan, Çapakçur - Derê Xani (Bingöl- Genç) Murat Nehri bu alanda akmaktadır. Burası Şex Said Serhildanı’nın cereyan ettiği bir alandır.
Kitap Sosyal Antropoloji, Sosyoloji, Tarih ve Çoğrafya bakımından çok zengin bilgilerle doludur.
Yıl 1917 Osmanlı askerleri bir gün Kuey Şarık Dağı’nın eteklerindeki köye baskın yapar. İsa’nın dört erkek kardeşinin boyunlarına ip geçirerek onları alır götürür. Bu dört kardeşin, Rus savaşına katılacakları söylenir. Bu dört kardeşin hiçbirinden bir daha hiç haber alınamaz.
Bunun üzerine İsa, iki kızkardeşi Emê ve Wiç’i ve üç-beş keçisini alarak, ev eşyalarını bir eşeğe yükleyerek, Kuey Şarık Dağı’ın eteklerindeki köyü terkeder. Osmanlı askerlerinin ulaşamayacağı Tuunst Köyüne hareket eder. Ablası Ayşe de orada evlidir. Wıç çok zeki bir kızdır ev işleri, çobanlık, her işi yapmaktadır, biraz aksaktır.
İsa, Kuey Şarık Dağı’nda keklikler için tuzak kurar. Tuzağa bir kirpi düşer. Kirpiyi tuzaktan kurtarmaya çalışırken, kirpinin ayak parmakları, İsa’da yüksek duyguların yaşanmasını sağlar. Kirpinin ayak parmaklarının, bir bebeğin ayak parmaklarını andırdığını duyumsar. Kirpinin de çocukları olabileceğini, bu yavruların da analarını beklediğini düşünür. Bundan sonra hiçbir hayvan, hiçbir kuş böcek için tuzak kurmamaya karar verir. İsa insani duygularla dolu, yumuşak huylu bir kişidir. Yazar Selim Çürükkaya’nın doğa- insan ilişkileri konusundaki anlatımları çok hoştur, değerlidir. (s.34-35)
Tuunst heyelan bölgesidir. Bu, köylüler için büyük bir tehlike ortaya koymaktadır. Devlet bu tehlikeyi farkkettiği için, bu köylüler ve heyelan tehlikesi altında olan başka köyler için, Bingöl-Genç arasında yeni bir yerleşim yeri kurar. Yeni yerleşim köyünün adı Çılkani’dir (Kırk pınar) Köyde, Kürdçe’nin Zazaki lehçesi konuşulmaktadır.
***
Dr. Said, ‘Dağların Kilidini Kaybettik’ romanı 51 bölümdür. Birinci Bölüm Dr. Said’in yaralanması, tedavi için Almanya’ya getirilmesi, vefatı ile ilgilidir (s.11- 31) Bu bölümde, Almanya ile Hewler arasında, Selim ile çeşitli arkadaşları doktorlar, avukatlar arasında çok hızlı tren ve uçak ulaşımına, ve haberleşme trafiğine şahit oluyoruz.
Yedi kardeşin altısı, Kürdistan özgürlük mücadelesinin, savaşın içindedir. Selim Çürükkaya, PKK saflarındayken, 1979’dan itibaren on yıl, Diyarbakır beş nolu Cezaevi’nde kalmıştır. Cezaevinden tahliye olduktan sonra dağa çıkmış, mücadeleye katılmıştır. Bekaa kampında Abdullah Öcalan’ın, düşüncelerine ve tutumlarına eleştirel baktığı ve bunu sesli bir şekilde ifade ettiği için gözetim altında tutulmuştur. Gözetim altında tutulduğu cezaevinden kaçma fırsatı bulmuş, Avrupa’ya ulaşmış, Apo’nun Ayetleri başlıklı bir kitap yayımlamıştır. Eşi Ayselle birlikte, Avrupa’da da takibat altında yaşamıştır.
Hasan Çürükkaya, Dersim’de, bir çatışmada şehit düşmüştür. Ömer Çürükkaya, yine Dersim’de, farklı bir tarihte, bir çatışmada şehit düşmüştür. Sait (Dr. Said) Çukurova Tıp Fakültesi üçüncü sınıftayken, üniversiteden ayrılmış mücadeleye katılmıştır. Dağda on yıl çeşitli alanlarda mücadeleye katılmış, komutanlık yapmıştır. Dr. Said de Abdullah Öcalan’ın düşüncelerine, tutumlarına eleştirel bakmaktadır. Ve bunu komutanlar arasında ve PKK Merkez Yönetim Kurulu üyeleri arasında da açıkça ifade etmektedir.
***
Abdullah Öcalan, Kenya’da yakalandı ve 16 Şubat 1999 da Türkiye’ye getirildi. Dr. Said’in bundan sonra, düşünceleri, duyguları şöyle gelişmiştir: Uçakta, görevliler tarafından göz bağları çözüldükten sonra, ilk sözü ‘devlete hizmet edeceğim, devlete hizmete hazırım. Annem de Türk’dü…’ olmuştu. Bu söz, bu tutum üzerine pek çok arkadaşla birlikte PKK’den ayrıldım. Almanya’da yaşamaya başladım. (s. 465-468)
O günlerde PKK yöneticileri arasında, ‘Başkana ilaç içirmişler, onun için böyle konuştu’, şeklinde konuşmalar da yapılıyordu. (s. 470-471)
***
İŞİD, 3 Ağustos 2014’de, Şengal’de Ezidi Kürdlere saldırdığı zaman, Dr. Said, Almanya’dan kalkıp Kürdistan’a gelmiş Heza Agiri adında gönüllü Peşmerge birliğini kurmuştur. Mayınlar savaşı, tüneller savaşı konularında, Gayrınizami Harp konularında çok geniş, bilgisi, tecrübesi, becerisi ve ehliyeti vardı. Bu bilgilerle İŞİDle savaşacaktı..
Sadık ailenin en küçüğüydü. O dönem Sadık çok küçüktü ama ağabeylerinin izinde gidiyordu. O dönemlerde ailenin gelini, Selim Çürükkaya’nın eşi Aysel de gerillaydı. Ailenin geçim yükü Nizamettin’in üzerindeydi.
***
1979’da Aysel, Mazlum Doğan ve Yıldırım Merkit, bir taksiyle Urfa’dan Mardin’e giderken yolda güvenlik güçlerince yakalanır. Çok yoğun işkenceler altında sorgulanır. Bu operasyondan sonra Selim’de takibat altına alınır, sonunda gözaltına alınır ve tutuklanır.
Selim ve Aysel Tunceli Öğretmen Okulu’ndan tanışmaktadır. Evlidirler. Mezun olduktan sonra evlenmişledir. (s. 216) Aysel uzun cezaevi yaşamından sonra tahliye edilir. Tahliyeden sonra yine takibat altında kalır. Dağa çıkar. (s.374)
Tunceli Öğretmen Okulu. Seyfettin Zuğurlu, Cuma Tak ve Şahin Dönmez de burada eğitim-öğrenim görmüşlerdir. (s.187-204)
Aysel ve Selim Bekaa Vadisi’ndeki PKK kampında olmalarına rağmen ve evli olmalarına rağmen birbirlerini göremezler. Aysel dağa çıktığı zaman, Aysel’i yakalayamayan güvenlik görevlileri, 27 Temmuz 1992’de, Aysel’in kızkardeşi Ayten’i kaçırır. Ayten’e rehine muamelesi yapılır. Yeşil’in baş rolde olduğu bir operasyon… Baba Hıdır Öztürk kızını aramaya başlar. 11 gün sonra, Ayten’in işkence görmüş cesedi, Elazığ’da Asri Mezarlığa yakın bir düz arazide bulunur. Ceset bir eli dışarıda kalmış bir şekilde gömülmüştür. (s. 374)
Baba Hıdır Öztürk Dersim’de ikamet ediyordu. Kamudan emekliydi. Ayten de kamuda bir iş yerinde çalışıyordu.
Çocuklarının dağa çıkmalarından, mücadeleye katılmalarından dolayı baba Süleyman Çürükkaya’nın, anne Teyba Çürükkaya’nın evine sık sık baskın yapılıyordu. Ev didik didik aranıyor, ana-baba karakola götürülüyor, sorgulanıyordu. Baba Süleyman’a ‘çocuklarını dağdan indir, teslim olsunlar…’ deniyordu. Baba Süleyman bu sorgular sırasında yetkili kişilere, komutanlara her zaman şunu söylüyordu: ‘Çocuklarımı sizin okullara gönderdim. Oralarda okudular. Çocuklarımı dağa siz gönderdiniz.’ (s. 369)
Sülayman Çürükkaya’nın sözü, ne anlam gelmektedir? Şöyle yorumlanabilir: Çocuklarım bu okullarda eğitim-öğrenim gördüler. Önce, özgürlük duygusuyla, bilinciyle tanıştılar. Daha sonra, hem kendilerinin, hem de içinde yaşadıkları toplumun özgür olmadığını farkettiler. Bunun üzerine, özgürlüğü arayıp bulmak, özgürlüğü kazanmak, yaşamak için dağa çıktılar…
Şüphesiz, okulların programında özgürlük, özgürleşme diye bir ders yoktur. Hatta özgürlükleri, özgürleşmeyi kısıtlayıcı talimatlardan, direktiflerden söz edilebilir. Ama ders dışı kitap okumalar, öğrencilerin sık sık bir araya gelmeleri, konuşmaları, konferanslar, paneller düzenlemeleri, yatılı olma durumu, dünyanın çeşitli ülkelerinde meydana gelen olaylara karşı ilgi, bunları kendi toplumuyla karşılaştırma süreci, özgürlük bilincini kendiliğinden geliştirir.
***
Normal işleyen bir toplumsal düzende, genel olarak gençler, dedelerini, babalarını toprağa verir. Ama bu, Çılkani’de böyle değildir. Baba Süleyman, durmadan çocuklarını toprağa vermektedir. Bu Çılkani’de sadece Çürükkaya ailesine mahsus bir durum değildir. Dede İsa’nın kızkardeşi Emê’nin torunları da dağa çıkmıştır. Teyba ananın kızkardeşi Naz’ın çocukları da dağa çıkmıştır.
Şex Said Serhildanı’ndan sonra, büyük bir grubun binxat’a doğru ilerlediğini görüyoruz. Bu grup içinde Fatma isimli bir kadın da vardı. Fatma’nın torunu Rojhat’ın da dağa çıktığını görüyoruz. (s. 268) Çılkani’de babalar, çocuklarını toprağa vermektedir. Sürecin, Kürdistan’ın genelinde de böyle işlediğini söylemek gerekir. Örneğin 18 yaşındaki gazeteci, işkence görmüş Ferhat Tepe’yi de babası İsak Tepe Bitlis’de Ağustos 1993’de toprağa vermişti.
Derdeler, babalar, çocuklarını toprağa vermektedir. Ama çocuklar, genel olarak takibat altında olduklarından, analarının babalarının, dedelerinin… cenaze törenlerine katılamamaktadır. Selim de Türkiye’de takibat altında olduğunu düşündüğü için, anasının, babasının, Dr Said’in toprağa verilmesinde hazır bulunamamıştır.
Mayınlar – Bombalar, Tuneller Savaşı, Gayrınizami Harp
Dr. Said’in peşmerge mücadelesine getirdiği çok önemli bir katkı var. Savaşların artık orduların karşı karşıya gelerek yapılmadığını, mayınlarla, bombalarla, tünellerle, bomba yüklü arabalarla yapıldığını vurgulamaktadır. Gayrınizami Harp konusuna vurgulama yapmaktadır. İŞİD’in bu teknikleri 5 kullanarak pek çok peşmergeyi/gerillayı öldürdüğünü anlatmaktadır. Gönüllü Peşmerge Birliği Heza Agiri’de, mayın, bomba, tünel tekniklerinin öğretildiği bir birim de kurmuştur.
Dr. Said, bu çerçevede Peşmerge Bakanlığı’na bazı eleştiriler de yöneltmektedir. Peşmergeler arasında ‘general’ unvanlı pek çok subayın olduğunu ama bunların mayınlar, bombalar, tüneller, hakkında yeterli bilgiye, beceriye, tecrübeye sahip olmadığını vurgulamaktadır. ‘Çin ordusunda bile bu sayıda general yoktur’ diyerek, general sayısının çokluğuna işaret etmektedir. Siyasal partilere bağlı ordularla milli bir ordunun kurulamayacağını da söylemektedir. Haşdi Şabi’nin, İŞİD’den çok daha tehlikeli bir örgüt olduğunu da vurgulamaktadır. Bağımsız Kürd Devleti önemli bir amaçtır. (s. 701)
Lajvan Amed, arkadaşı Dr. Said’e, Gönüllü Peşmerge Birliği Heza Agiri’de eğitim görmüş bir gençle tanıştığını, sohbet ettiğini söylüyor. Lajvan Amed, o gence bir soru yöneltmiş, ‘Dr. Süleyman’da ne öğrendin? demiş. O genç, ‘Dr. Süleyman bize, biz para için değil, ülkemiz için savaşıyoruz’ dedi. Dr. Süleyman’dan bunu öğrendim, demiş. (s. 659)
Dr. Said, sık sık, İŞİD’in bomba, mayın, tunel tekniklerini Gayrınizami Harp usullerini çok iyi kullandığını belirtmektedir. Bu konuyu romancı Selim Çürükkaya şöyle anlatmaktadır: Arkadaşı Muhammed Resul, İŞİD’in yerleştirdiği bir mayını sökmeye çalışıyordu. Mayının hemen arka tarafına, kumun altına TNT gömdüğünü, bu TNT kalıplarını bir maşaya bağladığını, maşayı da kumların altına sakladığını bilmiyordu. Ayağı maşaya bastığında, kendisi patlamayı bile duymadı. TNT’nin üzerine konulmuş bir taş, patlamanın etkisiyle kafasını parçaladı. Tek bir kelime konuşmadan kumların üzerine düştü…., Muhammed Resul cansız yerde yatıyordu. Dr. Süleyman sırtüstü yere düşmüş, ‘alikari, alikari’ (yardım, yardım) diye bağırıyordu. Kendisi milyonlarca insanın yardımına gitmişti. Hayatının son kelimesi ise ‘alikari’ olmuştu. (s. 714)
***
Dr. Said, ‘Dağların Kilidini Kaybettik’ romanında, PKK mücadelesinden ve basından tanıdığımız pek çok unsurun, kişinin adı geçmektedir. Sıraç Bilgin (s.184), Hayri Durmuş (s. 215), Mustafa Karasu ( s.223), Gurbetelli Ersöz (s. 224), Adnan Yücel (s. 226), Bebek Hilmi (s. 328), Şemdin Sakık (s.253) Hüseyin Turhallı (s.326), Cemil Bayık (s. 352), Abbas (Duran Kalkan) (s.375), İsmail Beşikci, Mazlum Doğan, Abdullah Ekinci, Dilaver Yıldırım (s. 358), Yeşil (s. 423) Selim Okçuoğlu (s.444), Yalçın Küçük (s. 445), Mahmut Baksi, Dr. Lamia Baksi (s. 6 460), Tayfun Talipoğlu ( s. 457), Nizamettin Taş (s. 465), Osman Öcalan (s. 500), Mehmet Can Yüce (s. 528), Harun Dürre (s. 538), Doğu Perinçek (s. 653)…
Romanda, Abdullah Öcalan adı, s.331’den itibaren sık sık geçmektedir.
Yukarıda adı geçen kişilerin çoğunu adı, şüphesiz, romanı başka sahifelerinde de geçmektedir.
21 Mart 1982 Mazlum Doğan’ın şehadeti, 18 Mayıs 1982 Dörtlerin Gecesi, Eşref Anyık, Ferhat Kurtay, Nemci Onur, Mahmut Zengin özel olarak anlatılmaktadır (s.399), Zekiye Alkan, Rahşan Demirel, Zeynep Kınacı (s. 399) yine aynı şekilde anlatılmaktadır (s. 399)
Dr. Said, ‘Dağların Kilidini Kaybettik’ romanında Kemal Kerkuki (s. 601) Ali Avni (s. 610) Hüseyin Yezdantepe (s.599) General Babekir (s. 645), Aziz Veysi (s. 708), Abdulxaluk Baberi (s.613), Mesrur Barzani (s. 691), Mesut Barzani (s.700) adları da geçmektedir.
Romanda, Ethem Karabulut, Nazime Aktürk, Faruk Bozkurt, Reyhan Yıldırım, Zübeyde Ersöz, Mesut Buldan, Baran Bingöl, Engin Karaaslan, Casim Elma, Murat Tutal, Enver Hasan, adaları da geçmektedir. Bu savaşçılar PKK zşndanında tutukludur. (s. 723-725)
Soma
Dağda, Mira isimli bir kadınla Dr. Said arasında duygusal bir yakınlık gelişir. İkili arasında ilişki de yaşanır. Mira gebe kalmıştır. Mira’nın karnı gün geçtikçe büyür, bu durum artık gizlenemez. Çocuk doğar. Bu ilişki PKK ortamında yasak bir ilişkidir. Cezası çok ağırdır. Dr. Said de, Mira‘da PKK yöneticilerine karşı ilişkiyi savunur. Soma yaşar. PKK ortamında bu da bir mucizedir. Ama Mira’nın daha sonra, romanda adı geçmez. Akıbeti belirsizdir.
Soma’nın yaşaması, kanımca Abdullah Öcalan’ın bir iyiliğidir. ’… çocuk doğmuş, karışmayın, o da devrimin çocuğu olsun’ demiştir. (s. 443)
Soma, Süleymaniye’de, bir kadının evinde büyür. Çok iyi derecede Kurmanci ve Sorani konuşmaya başlar. Selim ve Aysel, Soma’yı, yanlarına alabilmek için büyük çabalar sarfeder. Hatice Yaşar’ın, Mam Celal’in, (Celal Talabani), Alman PEN’in Exil programından sorumlu Elizabeth Wolheim’in bu sürecin yaşanmasında çok olumlu rolleri olur. Hatice Yaşar, becerisiyle, zekasıyle Soma’yı, Avrupa’ya, Selimgile ulaştırır. (s. 488-494)
Dr. Saidle Beraber…
7 2015’in Sonbahar’ında Vakıftan, İbrahim Gürbüzle Kürdistan’ın güneyindeydik. Peşmergenin, İŞİD’i Şengal’den söküp attığı günlerin hemen sonrasıydı. Şengal’i de ziyaret ettik. Bize, Gönüllü Peşmerge Birliği’nden, Dr. Said, Mustafa Şefik, birkaç arkadaş daha katılmıştı. Şengal’de Ezidilerin kutsal mekanını da birlikte ziyaret etmiştik. Bu gezide Şengal’deki peşmerge komutanı Kasım Şeso ve genç oğluyla da tanışmıştık.
Bu kutsal mekanın kapısı çok dar. Eğilerek girip çıkabiliyorsunuz. Çıkarken, yeteri kadar eğilmemiş olacağım ki, kafan taş tavana çarptı. Bunu hissetim. Biraz sonra, bahçede bir arkadaş uyardı. ‘İsmail Abi, kafan kanıyor.’ dedi. Yokladım epey kan birikmişti. 30-35 kişi bir arada dolaşıyorduk. Grupta bir de doktor vardı. Doktor, pamukla, tentürdiotla kanı durdurdu. Bu kan üzerine, Gönüllü Peşmerge Birliği’nden Mustafa Şefik, bir espri de yapmıştı. Bu kana vurgu yaparak, “ İsmail Abi, sen artık buralarda seçimlere de katılırsın. Propaganda malzemesi şimdiden hazır… Biz her yerde, ‘… İsmail Beşikci!... ömrünü Kürdistan’a verdi, gençliğini Kürdistan’a verdi, hayatını verdi, her şeyini verdi, kanını bile verdiii!…’ diye propaganda yaparız…”
***
Romanda köy isimleri, dağ isimleri Kürdçe verilmiştir. Köy isimleri Kürd alfabesine göre yazılmıştır. Bu Kürd diline önem veren bir bilinçtir. Döeş, Kelaxsi, Qesey, Poene, Hecrü, Gaz, Şoferk, Qasu, Tuunst, (s. 55) Çotela, Kuey Şarık, Şemi, Kalbadin… (s. 323)
Olaylar Çapakçur-Derê Xani (Bingöl-Genç) çevresinde geçmektedir. Savaşçılar sık sık, Şex Said Selhildanı’na katılmış, ihtiyar olmuş köylülerle karşılaşırlar. Bu köylüler, savaşçılara Şex Said Serhildanı’ndan, Sey Rıza’da, Ermeni sürgünlerinden söz ederler.. ‘Biz başaramadık, ama, sizin mücadeleniz bize büyük bir moral verdi, bizi dinçleştirdi, yenilmediğimizi anladık, siz başaracaksınız…’ derler. (s.311) Bu, yüz yıllık Kürd/Kürdistan mücadelesindeki sıkı bağları ortaya koyar.
Tunceli Öğretmen Okulu… Özgürlük mücadelesine katılanların önemli bir kısmı bu okulda eğitim- öğrenim görmüştür. Özgürlük mücadelesinin önemli bir kaynağı olduğu söylenebilir. Bu bakımdan, bu kurumun özel olarak incelenmesinde yarar vardır.
Yazar Selim Çürükkaya, romanında Zazaki’ye sık sık vurgu yapmaktadır. Zazaki konuştuklarını söylemektedir. Bu çok doğal. Ama Zazaki’nin Kürdçe olduğunu, Kürdçe’nin bir lehçesi olduğunu vurgulamaması sorunludur. Örneğin, “ o tarihlerde, Sünni Kürtler veya Zazalar, henüz Alevi Kürdler ve Zazalarla birlikte ortak düşmanlarına karşı savaşmıyorlardı.” “Aleviler de Sünni Kürtlere hele Sünni Zazalara hiç benzemiyorlardı” ifadelerinde sorun vardır. (s. 296)
Edebi paragraflar, cümleler…
Romanın, baştan sona çeşitli bölümlerinde zaman zaman edebi cümlelere , paragraflara rastlıyoruz.
“… Sonbaharın gündüzleri de bir başka olurdu. Ağaçlar yavaş yavaş sararan yapraklarını dökerdi.
Otlar sararırdı. Çiçekle- rin rengi solardı.
Gökyüzünde küme küme kara bulutlar top- lanırdı. Her tarafa hüzün çökerdi.
Turna sürüleri “V” harfi çizerek uzak diyarlara doğru kanat çırpardı.
Rüzgarlar deli- cesine eserdi. Irmaklar yorgun yürüyen yaşlılar gibi sessizce akardı.
Sincaplar alelacele kovuklarına palamut ve ceviz ta- şırdı.
Göçmen kuşlar bölgedeki son günlerini yaşardı.
Karın- calar güneye bakan yuvalarının ağzını kapatmaya hazırlanır- dı.
İlkbahar ve yazdan kalan her şey tarumar olurdu.
Vadiler yaşlanır, yaz ölürdü.
Güneş ışınları sarı yaprakları merha- metlice okşar, rüzgarlar hoyratça eser, yaprakların kaderini belirlerdi.
Kuşların hemen hemen hepsi hüzünlü öterdi.
Ve ölüm sayılan kışa girmeden, bütün canlılar son hazırlıklarını yapardı.” (s. 303)
“… Daha önceleri deniz kıyılarında, bazı adalarda da yaşamıştı. Ama dağlar bambaşkaydı, çünkü kendisi bir dağ köyünde doğmuştu ve 9 yıllarca annesi gibi dağlar onu korumuştu.
Dağların taşlarını, ağaç- larını, şarkı söyleyerek akan derelerini, rengarenk kuşlarını, rüzgâr eşliğinde dansa tutuşan meşe fidanlarını severdi. Deniz değil, dağ onu mutlu ederdi.” (s. 699)
Romanı adı, ‘Dağların Kilidini Kaybettik’ üzerine
Bu romanın yayımlandığı günlerde, yazar Selim Çürükkaya Ruken Hatun Turhallı’ya bir röportaj verdi. Bu röportajda, ‘Dağların Kilidini Kaybettik’ adının nasıl oluştuğu anlatılıyor. 29 Ekim 2020 tarihli bu röportaj, çeşitli sitelerde yayımlandı. Röportajın, “Dr. Said’in Yaşam Hikayesi, ‘Dağların Kilidini Kaybettik’ Romanıyla Ölümsüzleşti” şeklinde başlığı vardı. Romanla birlikte bu röportajın okunmasında da yarar var. Romanın adının nasıl oluştuğu, Kürd sanatçı Mikail Aslan’ın albümünün verdiği ilham, romanın girişinde de anlatılıyor. (s.7-8)
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.