Bülent Tekin’in, 22 Mayıs 2018 günü internette yer alan, ‘HDP Üzerine!’ başlıklı yazısını okudum. Yazıda, HDP yönetiminin, adayları antidemokratik bir tutumla belirlediği dile getiriliyordu.
Şu şekilde bir soru soralım. Adaylar merkez yoklaması ile değil de, Önseçimle belirlenmiş olsaydı nasıl bir sonuç elde edilirdi. Örneğin, Şırnak, Mardin, Diyarbakır, Siirt, Van, Iğdır, Batman, Muş gibi illerde, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin gibi illerde, Önseçim yapılsaydı, adaylar bu şekilde belirlenmiş olsaydı, nasıl bir sonuç elde edilirdi? Sonuçlar şüphesiz çok farklı olurdu.
Halkın yönetime katılımı böyle olur. Demokratik yönetimin gereği de budur. Çünkü böyle olduğu zaman, herhangi bir seçim çevresinde, aday olmak isteyenler kendilerini açıklayacaklar, Önseçim’e katılanlar da bu adaylar arasında kendi tercihini yapacaklar, liste bu şekilde oluşacak… Burada merkezin belirleyiciliği şüphesiz çok azdır. Esas belirleyici olan halktır. Halkın sürece katılımı ancak bu şekilde gelişebilir. Partiler, böylesine demokratik bir süreci neden işletmiyor? Muhalefet partileri en çok demokrasiden söz ediyorlar, Demokrasiyi getireceğiz diyorlar, hedefimiz demokrasidir, diyorlar… Ama böyle bir Önseçim sürecini de başlatmıyorlar. Merkez yoklamasının demokratik bir süreç olmadığını elbette biliyorlar. AKP, MHP, BBP böyle bir süreci işletmiyor. Ama, CHP, İyi Parti SP, HDP, gibi muhalefet partileri de böyle bir sürecin başlaması için bir giricimde bulunmuyor.
Bugün AKP demokratik olmamakla, tek adam yönetimi olmakla eleştiriliyor? Öbür siyasal partiler farklı mı? Siyasal partilerin Önseçim gibi demokratik bir sürece başvurmamaları parti merkezlerindeki bürokrasiyi çok güçlendirmiştir. Bu güç karşısında halkın yönetimdeki etkisi ise sıfıra yakındır. Bu sadece AKP ‘de böyle değildir, bütün siyasal partilerde durum budur. Partilerin kongrelerine 300 kişinin, 3000 kişinin, 30 bin kişinin, katılımıyla, 300 bin kişinin katılım arasında ciddi bir fark yoktur. 300 bin kişinin kongreye katılması nicelik bakımından şüphesiz önemlidir, ama fazla katılım, nitelik bakımından bir farklılık yaratmamaktadır. Az katılımda da fazla katılımda da halkın yönetime katılması hiçe yakındır.
Mücahit Bilici’nin, ürettiği ve kullandığı, Hamal Kürd şeklinde bir kavramı var. Mücahit Bilici hocanın bu konuda bir kitabı da var. (Hamal Kürd, Avesta Yayınları, 2017) Bu kavramı kullanarak, bugünkü adaylık sürecin şu şekilde değerlendirmek mümkündür. Birkısım Kürdlerin yaptığı hamallıktır. Türk solunu TBMM’ye taşıma hamallığı… Bazı arkadaşlar da şöyle söyledi: Hamallık, örneğin İstanbul’da, Osmanlı’nın son dönemlerinden beri, Kürdlerin yaptığı çok önemli bir iştir. İkinci Meşrutiyet döneminde İstanbul’daki Kürd hamallar örgütlüydü. Bugünse, taşınan yükün içeriği ve işin rengi biraz değişmiş…
Birkısım Kürdler buna enternasyonalizm diyor. Bunun enternasyonalizmle bir ilişkisi yoktur. Enternasyonalizm kendini bilmekle başlar. Kendinden olanı dışlıyorsan, bunun altında kamuoyuna açıklanmayan bir hesabın da varsa, ama Türk soluna, Türk sol örgütlerine alabildiğine açıksan, buradan enternasyonalizm çıkmaz. Kendi dışındaki Kürdlere bilinçli olarak kapalıysan, ama, Afrikalıları, Latin Amerikalıları, Türkiye’nin, Yakındoğu’nun, Ortadoğu’nun, dünyanın emekçilerini vs. partiye yığsan da, buradan enternasyonalizm çıkmaz.
HDP listelerinde şunu görüyoruz. Türk soluna, Türk örgütlerine mensup bazı siyasetçiler, bazı illerin listelerinde liste başında veya seçilebilecek sıralarda yer alıyor.
Baskın seçim, 24 Haziran olarak açıklandıktan sonra, HDP, kendi dışındaki Kürd siyasal partileriyle seçim ittifakı görüşmeleri yaptı. Bu çok olumlu bir gelişmeydi. Bu görüşmeler maalesef, başarısızlıkla sonuçlandı. Buradan da şunu görüyoruz. HDP, bu Kürd siyasal partilere mensup siyasetçileri, değil kendi listesine aday göstermek, onların sözüne bile açıklanan seçim deklarasyonunda yer vermek istemedi. Bu söz elbette bazı Kürdi, Kürdistani ilkeler içeriyordu.
HDP’nin Türk sol siyasal partileriyle, Türk sol örgütleriyle ittifak araması yanlış bir tutum değildir. Ama şuna da dikkat etmek gerekir. Bu sol siyasal partiler, örgütler vs. İstanbul’da, Ankara’da İzmir’de, Adana’da, Mersin’de, Diyarbakır’da, Batman’da, Van ‘da vs. kendi öz örgütleriyle seçime girseler ne kadar oy toplayabilirler? Bunun iç açıcı bir rakam olamayacağı bilinmektedir. Birinci hedefi emekçiler olan bu siyasal partiler, bu geniş yığınlardan neden oy alamıyorlar? Bu emekçi yığınlar, bu arada Aleviler, neden kendilerine hitap eden bu siyasal partilere değil de, AKP, MHP, CHP gibi düzen partilerine oy veriyorlar. Bunu incelemek de önemli olmalıdır.
Burada, eleştirilmesi gerekenler, birinci planda Kürdlerdir. Ama Türk soluna da bir eleştiri yöneltmek gerekir. Kendi öz çıkarı için, kendi örgütsel çıkarı için, Kürdlere hamallık yaptırmak etik bir tutum değildir. Bunu, solun, ülkenin, halkın genel çıkarı diye meşrulaştırmaya çalışmak da sağlıklı bir tutum değildir.
Burada, temel sorunu dikkatlerden uzak tutmamak gerekir. Kürd sorunu herşeyden önce Kürdi, Kürdistani bir sorundur. Şunca mücadeleye rağmen, şunca fedakar ve vefakar mücadeleye rağmen, bunca çok ağır bedellere rağmen, Kürdler, hala, Kürd dilini, anadillerini bir kabul ettiremediler… Kürd dili, devlet tarafından, yargı tarafından, örneğin, TBMM tarafından hala anlaşılamayan, bilinmeyen bir dil olarak geçiyor. Halbuki, örneğin İsrail’de, baskıcı, zulümkar diye sık sık suçlanan İsrail’de, Arapça, 1948’den beri, yani İsrail’in kurulmasından beri, İbranice yanında ikinci resmi dildir.
Anadil konusunda, HDP’ye de kısaca bakmak gerekir. Bugün, TBMM’deki Kürdlerin kaçı Kürdçe’yi konuşabiliyor, okuyabiliyor, yazabiliyor, bunun yüzdesi nedir? Bundan çok daha önemli olan soru şudur. Bu milletvekillerinin çocuklarının kaçı Kürdçe biliyor? Elde edilecek rakamlar, iç açıcı mıdır?
Bugün, asimilasyonun, , bir halkın, dilinin, kültürünün ortadan kaldırtılmasının, bunu için, devlet terörü de dahil, her türlü yöntemin uygulanmasının hiçbir insani yönü yoktur. Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan olduğu sıralarda, Alman devletine, Almanya’da bu konuda yaptığı hitap unutulmamalıdır. Bu sözlerden Kürdler de bir mesaj alabilmelidir.
Aileler, kişiler, yerlerinden, yurtlarından, köylerinden, evlerinden-barklarından koparılıp uzak diyarlara savruldukları zaman, devlet için sorunun çok büyük bir kısmı zaten çözülmüş olmaktadır. Üç nesil, dört nesil sonra asimilasyon gerçekleşme yoluna girer.
Bugün, evleri-köyleri yakılıp yıkılanların, bundan dolayı, örneğin, Siirt’ten kalkıp Batı illerinden birinde sürgün yaşayan ailelerin, 30 yıl kadar sonra, buralarda iş tutan çocukları, artık kendilerini Kürd görmeyecekler… ‘Dedem, babam, Kürdmüş…’ diyecekler. ‘Evlerinin, köylerinin yakılıp yıkıldığı, bu bakımdan kalkıp buralara geldikleri söyleniyor…’ diyecekler… Evlerinin, köylerinin neden yakılıp yıkıldığının bilincinde bile olmayacaklar… ‘Atalarımızın yurduymuş…’ vs. direk de evlerini, köylerini, Siirt’i hiç merak etmeyecekler…Onlar için, Kürd, sadece, iş yerlerinde, örneğin inşaatlarında çalıştırdıkları, aş için , ekmek için, hala, Kürdistan’dan kopup gelen Kürd emekçiler olacak..,
Bu çok önemli sorunu yok sayıp, küçümseyip, hafifseyip Ortadoğu’yu kurtarmaya çalışırsan bir şey elde edemezsin…
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.