‘Kürd Aydınları’ yazısından sonra, Roşan Lezgin’den bir mesaj aldım. Bu mesajında Roşan Lezgin, yazıda, ‘aydın’ kavramının geniş tutulduğunu ima ediyor, okur-yazar olan, bu çerçevede bazı görevler ifa eden herkese ‘aydın’ diyebilir miyiz? ‘Aydın’ kimdir, ne iş yapar? diye soruyordu. Roşan Lezgin şunları söylüyordu:
Örneğin, Kürtlerle ilgili herhangi bir aktivite, gece, miting falan düzenleyen, katılan, bir harekete üye olan, diyelim ki sosyalist düşünce sistemine sempati duyan, bunu benimseyen, işte sosyalizm iktidarı için çalışmalar yapan biri "aydın" olur mu?
"Aydın" kavramının yaklaşık tarifi nedir, kim aydındır? Bu, gerçekten kafamı kurcalayan bir sorudur. Acaba herhangi bir şey yazan, herhangi bir aktivist de aydın mıdır?
Roşan Lezgin, bu eleştirilerinde haklıdır. Bu, ‘aydın’ kavramını yeniden ele almayı gerekli kılmaktadır.
Okur-yazar olduğu için bazı çalışmalar yapan, örneğin, gece düzenleyen, bildiriler yazan, konferanslar, paneller, mitingler, yürüyüşler vs. Düzenleyen, bu eylemlere katılan, buralarda konuşan, siyasa partilere, sivil toplum kurumlarına üye olan, sosyalist düşünce ve sosyalist iktidar için mücadele eden her kişi, şüphesiz aydın değildir.
Aydın, Kürdistan gibi, dönemin emperyal güçleri ve bölgenin güçlü devletlerinin iş birliğiyle bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmış bir toplumda çok önemli bir toplumsal ve tarihsel kategoridir. Örneğin, Abdurrahman Paşa, Mir Muhammed, Bedirxan, Ubeydullah Nehri, Mele Selim, Koçgiri, Şex Said, Ağrı-Zilan, Sason, Dersim direnişi dönemlerinde güçlü bir aydın varlığı olsaydı, süreç şüphesiz, çok farklı gelişirdi. Babanzade Ahmed Naim (1872-1934), Babanzade İsmail Hakkı (1876-1913), Abdullah Cevdet (1869-1932), Memduh Selim (-1976), Müküslü Hamza (1891-1958), Motkili Halil Xayali (1876-1926), Liceli Ahmed Ramiz (1878-1940), Bediüzzaman Seîdê Kurdî (1877-1960), Kemal Fevzi (1891-1925), Mevlanzade Rifat (1869-1930), Süreyya Bedirxan (1883-1938), Celadet Ali Bedirxan (1893-1951), Kamuran Ali Bedirxan (1895-1978), Kadri Cemil Paşa (1891-1973) , Ekrem Cemil Paşa (1891-1974), Nuri Dersimi (1893-1973), Osman Sabri (1905-1993) Cigexwin (1903-1984) gibi Kürd aydınlarının varlığı, Kemal Fevzi’nin 1925’de idam edildiği elbette biliniyor. Ama bu Kürd aydınlarının çoğunun bölge dışında olması milli bilinçlerinin yeterince gelişmemiş olması, aydınların etkisini yetersiz kılmıştır.
Bu dönem, Kürd aydınlarının çoğundan söz ederken, onların kimliğini, düşüncelerini, eylemlerini, Kürdlükten önce İslam’ın sonra da Osmanlı’nın belirlediğine de işaret etmek gerekir. Sıralama şöyle yapılabilir: İslam, Osmanlı, Kürd. bk. Murat Issı, Kürt Milliyetçiliği, İlk Kürt Gazetelerinde, Siyasal Kavramlar ve İslam, (1898-1918), Peywend Yayınları, 2021, Van, s. 61 vd. s. 173 vd.
İbrahim Küreken’in, adı muhtemelen Tarih Okumaları olacak bir çalışması var. Bu incelemenin yakında tamamlanması planlanıyor. İbrahim Küreken’in bu incelemesinde, yukarıda belirtilen konular ayrıntılı bir şekilde irdeleniyor, analiz ediliyor.
***
Osmanlı egemenliği altındaki Balkan halkları birer birer bağımsızlaşmışken, geriye kalanlar da bağımsızlaşmaya çalışırken, o dönemde, Kürdlerdeki bu Osmanlı hayranlığını ‘vurdumduymazlık’ olarak değerlendirmek gerekir. Mekke ve Medine’deki Müslüman Araplar bile Osmanlı’dan, padişahtan kurtulmak için İngilizlerle iş birliği yaparken, Kürdlerin, Padişahın, Halifenin yanındayız, Padişah’ı, İslamı, Halife’yi kurtarmak için bütün olanaklarımız seferber ederiz, türü açılamalar yapmaları, Kürdlerin, Kürdistan’ın kurtuluşuna hizmet etmemiştir.
***
Kürdistan gibi, dönemin emperyal güçleri ve bölgenin güçlü devletlerinin işbirliğiyle bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmış, bütün ulusal ve demokratik hakları gasbedilmiş, Kürd toplumu olmaktan doğan bütün hakları yok sayılmış bir toplumda aydın, resmi ideolojiyi eleştirebilen bir kişidir.
Bu tarif çerçevesinde aydın kavramının yine geniş tutulduğu söylenebilir. Osmanlı, İttihat ve Terakki, Mustafa Kemal tarafından dile getirilen resmi ideolojinin eleştirilebilmesi için, Osmanlı’nın, İttihat ve Terakki’nin, Mustafa Kemal’in, Kürdlere, Kürdistan’a ilişkin düşüncesinin, niyetinin iyi bilinmesi gerekir. İttihat ve Terakki’nin, daha sonra da Mustafa Kemal’in, Kürdlere, Kürdistan’a ilişkin düşüncesi, niyeti kısaca şudur: Kürdler eliyle, Kürdistan’ı, Kürdleri yok etmek. Ta 1920’lerde, politikanın, uygulamanın böyle oluşturulduğu yakından bilinmelidir. Bu yoketme sürecinin Kürdler eliyle gerçekleştirilmesi elbette çok önemlidir. Ama yukarıda isimleri belirtilen kişilerin çoğu tarafından İttihat ve Terakki’nin özellikle Mustafa Kemal’in düşüncesinin, niyetinin farkedildiği kanısında değilim. Bu kişilerin çoğunda milli bilinç eksikliğini görmek çok kolaydır. Milli bilinç eksikliğinden dolayı Mustafa Kemal, bu Kürdleri, mevki-makam, unvan, rütbe vererek, milli sorunu düşünmelerini öteleyerek kendisine bağlayabilmiştir.
Kürdler eliyle Kürdleri, Kürdistan’ı yok etmek … Hatırlayalım, Abdüsselam Barzani (1868- 1914), Süleyman Nazif (1870-1927) tarafından, Musul’da, idam edilmemiş miydi? Mehmet Şükrü Sekban’ı (1881-1960) nasıl değerlendirmek gerekir?
Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya’nın, (1882-1925) 3 Kasım 1922’de, Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı, ‘Kürdler bir şey istemiyor, Kürd demek Türk demektir, Türk demek Kürd demektir, her iki halk birbirine et-tırnak gibi bağlıdır’ konuşması ve 14 Nisan 1925’de, Cibranlı Halid’le (1882-1925) birlikte asılması, o dönem, Kürdler için ibret verici olmalıdır.
***
Resmi ideoloji herhangi bir ideoloji değildir, devletin idari ve cezai yaptırımlarıyla korunan ve kollanan bir ideolojidir. Resmi ideolojiyi eleştirdiğiniz zaman bazı idari ve cezai yaptırımlarla karşılaşabilirsiniz. Bu çok büyük bir olasılıktır. Bütün toplumlarda ideoloji vardır. Demokratik Batı toplumlarında da ideoloji vardır. Ama resmi ideoloji çok farklı bir ideolojidir. Demokratik Batı toplumlarında resmi ideoloji yoktur. Resmi ideoloji demokratik olmayan toplumlarda söz konusu olur. Demokratik olmayan toplumlarda ifade özgürlüğü kısıtlıdır.
Demokratik olmayan toplumlarda, düşün, bilim, sanat hayatı resmi ideoloji tarafından belirlenir, yönlendirilir. Çok önemli bir kurum olmasına rağmen, anayasada ‘resmi ideoloji’ diye bir kurum yer almaz. Vatandaşların, fiili olarak çok etkili bu kurumun bilincine varması istenmez.
Türkiye’de 1990’lara kadar başlıca üç konuda önemli düşün kısıtlamaları vardı. Sol düşünceler, komünizm propagandası, sağ düşünceler, şeriatçılık propagandası, Kürdlerle, Kürdçe’yle ilgili düşünceler Kürdçülük propagandası denerek baskı altında tutulurdu. Sol düşüncelere ve Kürdlerle ilgili düşüncelere şimdi, yürürlükten kaldırılmış, TCK 141-142 maddeler, sağ düşüncelere TCK 163. madde uygulanırdı.
12 Nisan 1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası, sol düşüncelerle ve şeriatçılık düşünceleriyle ilgi yasakları kaldırdı. TCK 141-142 ve 163. Maddeler yürürlükten kaldırıldı. Kürdlerle ilgili düşünceler konusunda ise, hem suç olarak kabul edilen fiillerin alanını genişletti, hem de bu fiillere verilen cezaları arttırdı. Sol düşünceleri de sağ düşünceleri de Kürdlere karşı kullanabilmek için önlemler aldı. Artık ifade özgürlüğünün sınırlanması konusunda, sadece Kürdler, Kürd, Kürdistan sorunuyla ilgili düşünceler kalmıştır. Nitekim, 141-142. Maddeler yürürlükten kaldırıldıktan sonra yeniden yayımlanan kitaplar bu sefer Terörle Mücadele Yasası, madde 8’e göre yeniden soruşturmalarla, davalarla, mahkumiyetlerle karşılaşmıştır.
Bugün, toplumsal, siyasal, kültürel, askeri mücadele sürecinde artık, Kürdler, Kürdçe, 50-60 yıl öncesinde olduğu gibi inkar edilmiyor. Ama anadilde eğitim gibi temel haklar hala kabul edilmiyor, baskı altında. Bu çerçevede, resmi ideolojinin eleştirilmesi, yine önemli olmaktadır.
***
Aydın olmanın temel koşulunun resmi ideolojiyi eleştirebilmek olduğumu vurgulamaya çalışıyoruz. Türk aydını için de Kürd aydını için de temel ilke budur. Ama günümüzde resmi ideolojiyi vareden temel sorun, Kürdler, Kürdçe olduğu için aydın kavramını hep, Kürd, Kürdistan sorunlarıyla birlikte ele almaya gayret ediyoruz.
***
Bugün, Kürd aydınlarını, ilerici-gerici, sağcı-solcu … şeklinde değerlendirmek anlamlı değildir. Ama, gerçekten Kürd olup olmadıkları, Kürd olmanın gereklerini yerine getirip getirmedikleri çerçevesinde değerlendirmek çok önemlidir. Tek kelime Kürdçe bilmeyen, konuşmayan, öğrenmek için de hiçbir girişimi çabası, heyecanı olmayan, ‘ben Kürdüm, solcuyum, komünistim, ama Kürd milliyetçiliğine karşıyım …’ diyen bir Kürd, aydın falan değildir. Böyle bir Kürdün Kürdçe’yi dert etmediği açıktır. Kürdçe’yi dert etmeyen bir Kürdün, kendine de Kürd toplumuna da hiçbir hayrı yoktur. Öyle bir solculuk, komünistlik, anlamlı da değildir. Kürdler elbette öncelikle, gasbedilmiş milli hakları, ulusal değerleri savunmak, bunu, günlük yaşamın önemli bir parçası haline getirmek durumundadır. Bu da milliyetçi bir tutumdur. Kürdler, Kürd milliyetçiliğini Türk solu gibi değerlendiremezler. Türk solunda bu konularda, anti-Kürd bir tutum olduğu açıktır.
Türk solu milliyetçi bir soldur. Ama Kürdlerdeki milliyetçi uyanışı frenleyebilmek, engelleyebilmek için, ta 1960’lardan beri, milliyetçiliği kötüleyen bir söylem geliştirmiştir. Gasbedilmiş bu temel haklarla ilgilenenler, Kürd dilini kültürünün gün yüzüne çıkarmak, günlük hayatın bir parçası yapmaya çalışanlar için, ‘İlkel milliyetçi’, ‘ilkel milliyetçilik’ kavramlarının üretildiği yakından bilinmektedir. Kürd milli uyanışını durdurabilmek, engelleyebilmek için üretilen diğer bir kavram da ‘her türlü milliyetçiliğe karşıyım!’ sloganıdır. Böylece, ‘Kendilerine Kürd diyenler, Türklüğe asimile olmalıdır. Ancak bundan sonra Türklerle birlikte yaşayabilirler. Asimilasyon için de her türlü yöntem uygulanmalıdır.’ ırkçı görüşü ile ‘gasbedilmiş ulusal ve demokratik hakları savunmak, Kürdlerin hem hakkı hem de görevidir’ şeklindeki evrensel hak birbirleriyle eşitlenmiş, aynı kefeye konulmuş olmaktadır.
***
Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünmesinin, parçalanmasının, paylaşılmasının ve bunun 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, dönemin iki emperyal gücünün ve Yakındoğu’nun, Ortadoğu’nun iki köklü devletinin iş birliğiyle ve güçbirliğiyle gerçekleştirildiğinin bilincine varmayan bir sol, istenildiği kadar Marks’tan, Lenin’den, Stalin’den alıntılar yapsın, enternasyonalizmden söz etsin Kürd solu değildir. Burada, Marks, Lenin, Stalin alıntıları, Kürdler, Kürdistan konusunda hiçbir şeyi açıklamaz, sadece temel sorunu, temeldeki ana ilişkileri örtmeye, gizlemeye yarar.
Ta 1920’lerden beri, daha doğrusu, Cumhuriyet’den beri, devletin Kürdlerle ilgili temel politikasının Kürdçe’yi unutturmak, her alanda Türkçe’yi geliştirmek, Türkçe’yi egemen kılmak, Kürdleri Türklüğe asimile etmek olduğu besbellidir. Başta eğitim kurumları olmak üzere kamu yönetiminde, okullarda, sivil toplum kurumlarında, askerlikte, çarşıda, pazarda, camilerde, bu politikanın yaşama geçmesi için her türlü olanağın kullanıldığı biliniyor. Bu çerçevede, pazarda Kürdçe konuşan Kürd köylülere, para cezaları bile verilmiştir. Bu politikanın ve uygulamanın bilincine ulaşmak önemli olmalıdır.
Bu inkar ve imha sürecinin, Kürd olan, Kürd izi taşıyan her kurumun yok edilmesi, kütüphanelerde Kürdçe kitapların, gazetelerin ayıklanıp yakılması, katalogların değiştirilmesi, Kürdçe yer adlarının yasaklanması, Türkçeleştirilmesi, yeni doğan çocuklara Kürdçe isimler verilmesinin yasaklanması, caddelere, sokaklara, Kürdleri katletmiş, sürgün etmiş, Kürdleri aşağılamış generallerin, subayların isimlerini verilmesi … gibi yaptırımlarla sürdürüldüğü yakından biliniyor.
Bu sürecin, Kürdlere hakaret ederek, Kürdleri horlayarak, aşağılayarak, Kürdçe’yi yasaklayarak gerçekleştirildiği de çok yakından biliniyor. 12 Şubat 2022 günü artıGerçek TV’de, Alin Ozinian, Ali Duran Topuz’la, Alevilik, Kürdçe yasakları, ’Kamber Ateş nasılsın?’, İpek Ateş … konularında bir söyleşi gerçekleştirdi. Bu söyleşide, Ali Duran Topuz, çok dikkate değer bir olay açıkladı. Ali Duran Topuz şöyle dedi: ‘1930’larda, devlet, aydınlar, Türkçe bile bilmeyen canlılardan söz ediyorlardı.’ Dikkat edelim, ‘Türkçe bile bilmeyen insanlar’dan söz edilmiyor. ‘Türkçe bile bilmeyen canlılar’ denerek, Kürdler hayvan olarak nitelendirilmeye çalışılıyor, insan olmanın temel koşulunun, Türkçe bilmek olduğu vurgulanıyor.
Fırat Aydınkaya & Zozan Goyî, yine 12 Şubat 2022 günü, internet ortamında, Nazan Maksudyan’la yaptıkları bir söyleşiyi yayımladılar. Bu söyleşide, Nazan Maksudyan, Yahudiler, Ermeniler ve Kürdler hakkında şunları söylüyor: Bu dönemde Kemalist elit, Yahudileri ‘Gayri mütecanis ırk’, Ermeniler için ‘hakiki ırk’, Kürdler için, ‘Tanımlanamayan gayrı medeni halk’ söylemine yakın bir uslup geliştirmişti. (Türkiye’de Irkçılık Hakkında Konuşmak, Kurucu Şiddetle İç İçe Geçmiş Bir Tabu’ başlıklı söyleşi)
***
Kürdlere yaşatılan bu trajedinin diğer bir adı, Kürdleri seçimlik derslere mahkum etmektir. Kürdleri kendi ülkelerinde, seçimlik derslere mahkum etmek şüphesiz çok ağır bir yaptırımdır. Ama küçük de olsa bu olanaktan yararlanmak önemli olmalıdır. Seçimlik derslerde Kürdçe’ye başvuruları arttırarak bu olanağın genişletilmesi sağlanabilir.
Kürd aydını, bütün bu toplumsal, siyasal, kültürel süreçleri kararlı bir şekilde eleştirebilen bir kişidir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.