Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin geleceği, devleti yönetenlerin duygusal dünyalarına ve ırkçı şoven ihtiraslarına havale edilmiş durumdadır. "Herkes Türklere düşmandır" tekerlemeleriyle başlayıp "bir Türk Dünya'ya bedeldir” saçmalığıyla devam eden gidişat korkutuyor. Komşularla sıfır sorunla başlayan iyi ilişkiler AK PARTİ iktidarı dönemiyle daha da canlanmıştı. Bu yaklaşımla başlayan ilişkiler zinciri, Ermenistan'a zeytin dalı uzatılmış, Suriye ile karşılıklı vizeler kaldırılmış, Güney Kürdistan'a karşı hoşgörünün kapıları açılmış, Kürt sorununda barış ve çözüm manevraları hayata konulmuş, Avrupa Birliği'nin kriterleri yavaş da olsa hayata geçirme istemleri canlanmıştı.
Peki başlatılan böylesi bir süreçte Türkiye ve Türk halkı daha da zenginleşmedi mi? Sadece ekonomik ve benzeri alanlarda değil, uluslar arası arenada da prestij zengini bile olunmuştu. Peki ne oldu da geleceğe emin adımlarla yürüyen tüm bu güzel gelişmelerin tam aksi yaşanıyor? Bir gece ansız gelebilirim eserin nasıl tersyüz edildiğine bakıldığında bile... Karanlık geleceğin gece bekçilerinin kapılarda nöbet tutulduğunu anlamak zorlaşmıyor. Zira bir gece ansızım gelebilirim eserin özü, aşk duygusuyla depreşleşen sevgi ve özlemin mayası vardır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bekasını, sadece Türkiye'de yaşayan Kürtlere göre değil, şurada burada yaşayan Kürtlerin nefes alışlarına bile endekslenmiş görünüyor! Dolayısıyla bahsi edilen mantıksal parametreler insan duygusuna sahip her kesi ürkütmeye devam ediyor. Zira Kürtlerle iyi ilişkiler yerine, içte yada dışta Kürtlerin tümüne karşı savaşı ve şiddeti öngörmek aklıselim değildir. Bağdat'ın gerici şoven Şia Maliki'siyle, İran'ın mezhepsel faşizmin elebaşlarıyla, insanlığa karşı katil rolünü üstlenen Suriye'nin Esad'ıyla istikrarlı geleceğe yol alınmaz!
Kürt halkı, ne PKK'nin Abdullah Öcalan'ı ile var oldu ne de PDK'nin Barzani'siyle var oldu. Kürtlerin kendisi de dünyada var olan diğer tüm halklar gibi var olan bir halktır. Dolayısıyla dünyadaki diğer tüm halklar gibi, Kürt halkının da kendi Özgünlüklerine özlem duyması garipsenmemelidir. Ama işin garip tarafı güney Kürtlerin statü özlemini bile savaş sebebi sayan Türkiye'nin aşırı gereksizliklerle akıl komasına girmesidir. Bu da gösteriyor ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin mantığında, Kürtler nerede ve hangi meşru zeminde olursa olsun varlıklarına karşıtlık vardır.
Acık ve net söylemek gerekirse Suriye ve sonrasında da Güney Kürt varlığını hedef almaya yönelen Türkiye'nin tutumu devam edecektir. Ve bu anlaşılmaz Kürt karşıtlığıyla ortaya çıkan tutumdan dolayı, Demokratik Türkiye ve Türk halkıyla birlikte yaşamayı hayal eden sağduyulu Kürtlerin dünyasını da alt üst ettiği görülüyor. Çünkü Güney Kürt halkının masum ve meşru taleplerine karşı takındığı tavırla, Türkiye'nin sadece Türkiye Kürtlerine karşı değil, Kürtler nerede yaşıyorsa yaşasın tüm Kürtlere ve Kürt halkına karşı bir tutum sergileniyor imajı ortaya çıkıyor.
Velhasılıkelam, Kürtlerin varoluşuna karşıt bir imajla ortaya çıkan Türkiye'nin genel çıkarları buna işaret etmiyor. Topyekun Kürtlere karşıt tutumu, önü alınmaz felaketlere sebep olacağı kaçınılmazdır. Zira en büyük felaket, halklar arasında yaşanacak kırılma duygusunun olduğu unutulmamalı. Umarız ve dileriz ki, gerek içte, gerekse de dıştaki Kürt halkına karşı ortaya konulan karşıtlık, biran önce kardeşlik hukukuna dönüş yapabilecek şans kaçırılmış olmasın. Çünkü hem Kürtlerin ve hem de Türklerin buna ihtiyacı vardır. Kürt düşmanlığını bir asır daha sürdürmeye hiç kimsenin tahammülü kalmadı!
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.