Bin yılara tanıklık yapan Mardin’de, başını iki elinin arasına almış, bir amcanın ruh hali dikkatimi çekti. Asırları deviren bir ağacın kök kısmına olan bakışı ise beni daha da meraklandırdı. Arada bir ağacın kök kısmından kopup, bastonunun ucuyla toprağı didiklemesi ise bir başka anlama işaret ediyordu. Kim bilir belki de asırlarca bu kadim toprağa gömülen yanlışlara inat, doğruları gün yüzüne çıkarmak için eşeliyordu toprağı. Ya altında oturduğu ağacın toprağa saldığı kökleşen damarları kıskanıyordu ya da içinde halkının kök damarlarıyla bu kadar oynayan oyunculara lanet okumak geçiyordu.
Ağacın gövdesi ile başlayıp dalları ile sohbeti ise, kökünden kuvvet alarak yeni dalcıklar üreten ana dallara nasihat eder bir edası vardı Belki de kendi kökünün üzerinde bir başka gövdeyi monte etmeye çalışan montajcılara kafası takılmıştı. Daldan dala konan kuşlara hüzünlü bakışı ise, özgürlük özlemini kendi egolarına kurban edenleri hatırlatıyordu. Sızlayan aksak dizini okşarken, aksak olmasına sebep olan nedenlere anlam bulmaya çalışıyordu. Elleri ile beyazlaşmış saçlarına dokunuşu ise, yaşanmış tarihi yanlışların tanığısınız, der gibiydi. Kim bilir belki de doğru olanları yanlışa çeviren çevrecilere yenik düştünüz diye sitem ediyordu.
Uzaklara hüzünlü bakışı ise, geçmiş ve gelecek zamanın hatalarını yargılayacak bir neslin doğuşunu hayal ediyor gibiydi. Ya da “olur olmaz yanlışlarla doğruları uzaklaştıranlardan Allah bizi korusun” diye dua ediyordu. Sağını solunu hafiften süzmesi ise olup bitenlerden sorumlu olanları arıyor havası vardı. Ya da hendek savaşıyla Kürt halkının başına gelen felaketin boyutlarını çözmeye çalışıyordu. Bastonuyla toprağa sert vuruşu ise yanlış üretenlere müdahale etmek istiyor gibiydi.
Ya da doğruları yanlışa kurban edenleri, insan vicdanı taşıyan insanlara şikâyet etmek istiyordu. Yaşlı amca gerek vücut dili ile gerekse vücut hareketleri ile yalın dilden daha net bir şeyler anlatıyordu. Yaşlı amcanın yaşı ve duruşuyla yaşatılan yaşamın canlı tanığı değil mi diye düşünerek selam verip oturmak istedim. Başını iki elinin arasından çıkartıp sevecen bir tavırla buyur ederek oturdum. Gözünü gözümden ayırarak bastonunun ucu ile toprağı tekrar didiklemeye başladı.
Artık niyetimi bozmuştum, çünkü her saç telinin altında tarihsel bir akıntının aktığı bu amca ile sohbet edecektim. ‘’Hayırdır amca bastonun ucuyla toprakla kavga eder gibisin, bakışlarınla da derinlikli bir özlemin çok uzağındasın. Ağacın köküne bakışın ise, kendi tarihsel köklerinin tarihi yollarında gezinti yapıyormuş gibisin. Ayağının tabanı ile toprağı rendelemeye çalışman ise, yaramazları ayıklıyor gibisin. Başını iki elinin arasına alman ise, geçmiş ile gelecek köprünün ayaklarının yerini düşünüyor gibisin?” Arka arkaya sıraladığım soruların hemen sonrasında yaşlı amca derin bir nefes alarak gözünü gözüme dikti. “Bak” dedi “yeğenim, sakın ha sakın benimle emperyalizm Siyonizm ya da ekolojik demokratik modernizm sohbeti yapmaya kalkışma.
Kaldı ki bütün bunlar neyin nesidir ya da biz Kürtlere ne tür zarar veya faydası var bilmiyorum. Ama Silvan’ın yakılıp yıkıldığını biliyorum, tarihe şahitlik yapan Sur’un yerle bir olduğunu da biliyorum, Memo ile Zine’nin aşkına tanıklık yapan Cizre’nin bodrumlarda can çekişen çığlıkları da hatırlıyorum, medeniyete beşiklik yapan Nusaybin’in tahrip olmasıyla öldürülen yüzlerce (BOTAN) MEMOLARI biliyorum. Evet, belki birçok şeyin anlamını bilmiyorum ve bilmiyoruz. Oysa evrendeki iklimlerin bile değiştiği bir çağda, başıboş argümanların arkasında koşup değişmeyen Kürtlerin olduğunu da görüyor ve biliyorum. Amca kendi bildiklerini dilendirmeye devam ettikçe, amcanın bildikleri karşısında kendi bildiklerimi anlatmaktan utandım?
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.