Adı İkibin, soyadı on dokuz olan biriyle bir yıl önce tanışmıştım. Asık suratıyla hayra alamet olmayacağı beli ediyordu. Sağa sola bakışlarında ise, gelecek arkadaşına bırakacak sorunları ayıklıyor gibi davranıyordu. Arda bir beyinsel sarsıntılar geçirmesi ise, dost bildiğine bile ne kadar düşman olabileceğini gösterebiliyordu. Güney Kürt halkının referandum surecine sırt çevirip oralı olmaması, beyinsel sarsıntılı dönemine denk gelmişti. Olağan hal ve davranışlarında ise, “hak hukuk tanımazların oyuncağıyım” havası esiyordu. Elindeki kalemiyle ikide bir oraya buraya nokta virgül çizimlerle not tutması ise, “ezen güçlerin kayıt tutma müşaviriyim” der gibiydi.
Adı İki bin soyadı on dokuz olan arkadaşımla tanışmamızın üzerinde bir yıl geçmesine sayılı saatler kalmıştı. Ezen güçlerin tüm karanlık muhasebe kayıtlarıyla karanlıklara gömülüp gidecekti. Kendisini uğurlamaya çalışanların eğlencesi ise, sanki her şey yolunda gitmişin kutlaması yapılıyordu. Arkadaşımın ağzı kulağında alaylı gülüşlerle, siz hele yarından sonrası kayıtlara geçecek verileri görün der gibiydi. Bir ara bana dönüp “haydi helalleşelim” der gibi yüzüme bakıyordu. İyi olan hangi yaptığına helallik istersin diye yüzüne yüzüm dönmüş “haydi be oradan” diye öfkelenmiştim. Gidişlerle geleceğe bıraktığın sıkıntıları düşündükçe, “haydi sıktır git ne helalliği, helal etmem!” diyerek yüzüne tükürmek istemiştim.
Neler yapmadın ki be arkadaşım, doğru olanı yanlışa kurban eden meziyetin hep önceliğin oldu. Geçmiş gitmiş yaşattıklarınla gitmiş olsaydın eh olur der yaşamamıza devam eder yaşardık. Ama yaşamsal bedenimize giydirdiklerinle yaşattığın dramatik hediyelerinle seni bile aratacak arkadaşınla yüz yüze bırakıp gidiyorsun. “Alın ne haliniz varsa onu yaşayın!” dercesine arkanı dönüp gidişine yüzün hiç kızarmadığı gibi. Adalet duygusuna öznel güven duygumuzun içine ede ede yaşama özlemlerimizi körleştirip gidiyorsun be Allah’ın belası!.
Yaşanan sorunları bir tarafa bırak, daha katmerli ne gibi sorunlar eklenecek korkularımızı bilinmeyen emanetçilere bıraktın. Biz Kürtlerin diyarına gözün dönmüş savurmalarınla, en acı hikâyelerine tanıştırıp gidişine helallikmiş istenir? Dört parçaya bölünmüş Kürt toplumlarını, hak hukuk tanımazların sofrasına meze oluşuna hep seyirci kaldın. Kürtlerin alışa gelmiş yetmezliklerini, gelecek yeterliliklere dönüşmesine hep sırt cevirdin. Kürt halkının hakkaniyetine olan önceliğin bir tarafa, Kerkük ve Şengal gibi can acıtıcı sendromlarınla Kürt toplumunu kendisinden bile uzaklaşmasına seyirci kalmakla yetindin.
Biliyor musun 2019'lı arkadaşım! Sen ve geride bıraktığın tüm arkadaşlarınla yüzyıllarca ona buna gülücüklerle şans dağıtınız. Gerci şans tanımanız kadar, sert ve acımasız rüzgârlarınızı da hiç eksik etmediniz. Ama gel gelelim ki, Kürtler ve Kürt halkı olunca felaketlerden başka tek bir şansı tanımadınız. Yeni devir teslimlerinizle, onbinlerce Mahabat Kürtlerin öldürülmesine adı karışan Kasım Süleymanî'yi öldürmenizle ne değişecek? Karanlık rejimlerin kaynağı durdukça, bu karanlık kaynağın karanlıklarından katil Kasım’ı cebinden çıkaracak nice şuursuz Kasımlar çıkar ortaya. Gerçi Kürtlere Kerkük sendromunu yaşatan birisinin arkasında, sol geçinenlerin saçma sapan argümanlarıyla methiyeler düzmem. Ama elini kolunu sallayarak Kerkük sendromunu yaşatana seyirci kalanların bu füze girişimine de alkış tutmam.
Kasım Sülaymani'yı öldürmenizle, yeni bir yılın yeni değişliklerine hazırlıklı olun demek mı istiyorsunuz? Her türlü karanlığın mayalanmasına göz yumdunuz. Süleymaniye’nin arka kapların ardında Güney Kürdistan Kürtlerine giydirilecek ihanetin karanlık rengine seyirci kaldınız. Bir kısım Kürt siyasetin elebaşlarıyla sarmaş dolaş karanlık hazırlıklarının seyrine daldınız. Ve Haşdi Şabi denilen karanlığın karanlıklarına yeşil ışık yaktınız. Kürt toplumunun hakkaniyet özleminin başına ihanet çuvalını geçirmelerine alaylı bir üslupla umursamaz oldunuz. Velhasılıkelam ne gidişine ne de öldürlüşlerinize saçma sapan ağlama krizlerine tutulurum ''Ne de Kürtlere yönelik her türlü savaşı alkışlayıp “Emperyalist savaşa hayır!” soytarılığına soyunurum.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.