Sağa dön! Sola dön! geliş gidişlerden sonra "marş marş!" komutuyla Öcalan'a dönüşün komutu verildi. Sil baştan başa sarmalarla seyru sefanın sorgusuz dalışlarıyla önü arkası belirsizliklere açık bir geleceğe mi yöneleceğiz yine? Sayın Öcalan'la ilişkilerin koptuğu günden bugüne olağan sorunlar yaşandı. Yaşanan her sorun Kürt toplumundan bir şeyler alıp götürdü. Alıp götürenlerin muhasebesi nedenleri ve sonuçlarıyla yapılmadan aynı koşu bandında koşmanın bir anlamı olurmu?
Gerçi Sayın Öcalan'dan alınan bilgilere göre, "bir şeyler olacaksa çok daha derinlikli olmalıdır" demiş. Demiş demesine ama derinlikli bir gelişmeden neyi kastettiğini bilmiyoruz. Aslına bakılırsa en derinlikli gelişim ve değişim, teorik söylemlerle çelişip zıtlaşan pratiğin arasında yaşanmalıdır. Örneğin PKK ve Kandil Kürtlerin devlet olmasından yana mıdır? Değilse bunca gerillayla böylesi büyük bir savaşa neden gerek duyuluyor?
İkinci kafa karıştırıcı bir soruysa, teorik gidişatın hemen her cümlesinde Sayın Öcalan hem PKK'nin hem de Kürtlerin iradesidir deniliyor. Yılların pratik gel gidişin seyrine bakıldığında ise ''Perde arkası pratik hamlelerle Öcalan’ın baypas edildiğini görürsünüz. Gerek Öcalan gerekse PKK'nin kurdukları her cümlede demokratik siyaset vurgusu yapılmasına rağmen. Demokratik siyasetin tüm boyutlarıyla güçlüleşmenin yaşandığı bir süreçte! Savaş zeminine çok sert bir dalışla dalmanın yaşattığı çelişki unutulacak mı! Dolayısıyla hem devletle Öcalan arasında yaşanan gel gidişin getirip götürdükleri, hem de Öcalan'la kandil arasında yaşanan uyuşmazlıkları, masaya şeffaf bir şekilde konulmadığı sürece, her geçen gün, dünden kalan günün devamı olmaktan bir adım öteye taşınmaz.
Kürtlerin kendine özgün demokratik talepleriyle kendilerini ciddi anlamda devlete dayatması bile başlı başına bir başarıydı. İşte sorun tam da gelişen bu başarının içinde saklıdır. Zira herkesin kendi menfi gerekçeleriyle gelişen bu başarıdan ciddi bir anlamda korkmaya başlamıştı. Kandil Kürt halkının genel çıkarlarının yerine, ideolojik argümanların peşine düştü! Devlet ise, geçmiş yüzyılın geriliğine dönüşerek, Kürt halkının üzerinde uygulanan baskı ve inkarın sopasına sarıldı!
Sorunun çözülmesi adına bu kadar bedel ödetilerek sil başta sıfırı eksilere dönüştüme vebalini hemen herkesin kendisine sorması gerekmiyor mu? Örneğin, (Nısbi) barış sürecinin aksaklıklarına rağmen ortaya çıkan kazanımları pas geçip, Öcalan'ın istemsizliğine rağmen aktif savaşı dayatan savaş konseptine, kısasa kısas diyerek cevap verenlerin hamlesiyle ortaya çıkan sonuçları göz ardı mı edilecek? Aksak yürüyen ama gelişme ihtimali olan (demokratik) bir ortamın altyapısından mahrum özyönetim restleşmesine kurban edilen sonuçları kim nereye koyacak?
Ya da demokratik bir ortamdan savaş ortamına terfi edilmesinde Devlete düşen pay hacmini görmezlikten mi gelecek? Kürt halkının demokratik talebelerine karşı geçmişine dönüşme macerası, sadece PKK'nin yanlışına mı bağlayacağız? Kandil Kürt halkının genel hakkaniyetini ne kadar kendi varlığın öznel perspektiflerin arkasına bırakmışsa, devletin kendisi de, Kürt halkının tüm evrensel hakkaniyetini kendi korkularıyla büyüttüğü akıl almaz Kürt fobisine kurban etmiyor mu. Dün işime geliyordu ve bu nedenle Kürt sorunu vardı? ' Bügün işime gelmiyor ve bu nedenle Kürt sorunu yoktur gibi anlamsızlıklara dönüştüren de bu korkunun en somut göstergesi değil mi? Devlet kendi geleceğini inkar ve hak tanımazlığa ipotek edilmenin nedeni de bu korkunun sonucudur. Dolayışıyla Kürt sorunu demokratik öngörülerle çözülme yerine, askeri ve baskıcı yöntemlere havale edilmenin nedeni de budur! Ama yanede demokratik siyasetle ortaya konulan oyunun, oyun bozucusu tek taraflı olarak görmek yanıltıcıdır.
Yani sözün kısası, devletle Kürtleri demokratik öngörüler etrafında buluşturma oyunu devlet ve Kandilin keskin vuruşlarıyla bozuldu. Velhasılıkelam Kandil raydan çıktı bahanesiyle inkarla baskıyı harekete geçiren Devletle "devlet üzerimize geliyor" gerekçesiyle silaha sarılmaktan başka çözüm üretemeyen Kandil'i Gerçekleşen bu kadar yıkımlardan hiç bir şey yaşanmamış gibi arındırmak olmaz! Sonuçta elle tutulacak somut verilerle göz önünde olan çok acı durumlar yaşandı. Her iki tarafta, öznel yetmezlikleriyle toplumu demokratik siyasetin ortamından, bin bir soru işaretine işaret eden karanlık bir savaşa sürüklediler. Dolayısıyla başlatılan savaşla kim neyi kazanıp kaybettiğini masaya yatırılmadan yeni bir çözüm çözümsüzlüğü beslemenin ötesine geçmez.
Kaldı ki, açlık grevleriyle onlarca insanın ölümü, yüzlerce insanın sakat kalma ihtimalinin hepsi Öcalan'a karşı uygulanan tecridin kalkması için yapılmadı mı? Peki yüzde on, on üçten on yedilere çıkabilecek oy oranın ihtimali çok güçlüyken, çok daha etkili olabilecek demokratik eylemlerin yerine, topyekûn bir savaş tercihinin sorusu ulu orta dururken, yeni gelişmelere güvenle bakıp sarılmak mümkün mü? Velhasılıkelam, karşılıklı ama herkes kendi gerekçesiyle savaşa sarılmanın ortaya çıkardığı ağır faturanın hesabını vermeden, derinlikli hiç bir sürecin bir işe yarayacağını hayal etmekten başka bir işe yaramaz.
İşin aslına bakılırsa başlatılan savaşta kaybedenin Kandil’le, Devletin kendisidir. Kendileridir diyoruz, zira terk ettikleri mevziye, bir çok acılardan sonra geri dönüş çabaları bunun somut delilidir. Peki demokratik siyasetin mevzisine geri dönüş çabalarından rahatsız mıyız? Cağın gelişmeleriyle ortaya çıkan koşulardan haberi olan aklıselim hiç bir insanın rahatsız olması mümkün değildir. Bırakın rahatsız olunması, tüm varlığın verileriyle destek vermesi gerektiğini düşünüyorum. Ama gönlümüzle bağlantılı düşünen içtenliğin içini kemiren amalarımızı azaltacak bir çabayı görmek ister.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.