Demirtaş aktif siyaseti bırakıyorum demiş ve dedikten hemen sonra “halkımıza layık bir politika ortaya koyamadığımız için özür diliyorum” diye de eklemiş. Halkımıza layık olmama özrüne kesinlikle katılıyorum çünkü, yerli yerinde bir tespit ama eğer bu özür ve siyaseten geriye çekilme kararı sadece Demirtaş’la sınırlı kalacaksa bu özrün hiç ama hiçbir anlamı ve kıymeti harbiyesi olmaz.
Gerçi sayın Demirtaş’ın halkımıza layık olmadık derken hangi bağlamda ve nasıl layık olmadığını pek açmıyor. Şayet ‘halkımız’ demekle halkını bir başkasının kavgasına gereksiz ve koşulsuz bir şekilde sürükledik demeye getiriyorsa yapılan özür yüzde yüz halkın meşru hakkıyla buluşup anlamını bulur diye düşünebiliriz. Yok eğer Kürt sorunu gibi devasa bir meseleyi kendilerine bile yararı olmayan Kemalizm’e aşık bir avuç Türk solcusunun kucağına yeterince oturtamadık diye sitem ediyorsa ve etmişse vay ki vay Kürt halkının gelecek haline!
Gerçi, gerek Kandil cephesi, gerekse demokratik Kürd hareketi lideri diyebileceğimiz Demirtaş tarafını ya da HDP’yi sömürgeleştiren Türk sol cenahı, özellikle sözüm ona Kürt medyasını işgal eden klasik solcuların tüm çabaları Kürt halkının hakkaniyetine özgü milli duygularından ötesi bir ideolojik saplantısına akan başka bir değirmene el birliğiyle su taşıdıklarından hiç kimsenin şüphesi yok.
Bu nedenle bile olsa, Demirtaş’ın tek başına özür dilemesi bir işe yaramadığını söyleyebiliriz; sadece kimin ne için nerde durduğunu göstermek adına gerekli hem de çok gerekli bir tartışma ortamının yaratılmasına katkı sağlar. Umarım ve dilerim ki yapılacak tartışmaların sonuç getirisi, Kürt halkının hakkaniyetine özgü mili duygularından sil başta bir Kürt demokratik hareketinin dönüşümüne vesile olur. Zira değil sadece Demirtaş yukarı tepelerde emirnameler yağdıranlar dahil, kendi halkına özgü istem ve arzularıyla buluşup tanışmadıkları sürece Kürt halkı demokratik meşruiyetine rağmen onun bunun kapısında mülteci olmaya devam edecektir!
İkinci önemli nokta ise Selahattin Demirtaş: “Partime cumhurbaşkanı adaylığına hazır olduğumu belirttim ama ne yazık ki hiçbir gerekçe gösterilmeden reddedildi” demiş.
Oysa bizim gibi insanlarda seçime bir yıl kala, gerek makale bazında, gerekse sosyal medya üzerinden günü birlik mesajlarla “Erdoğan gitsin, Kılıçdaroğlu gelsin” siyasi kepazeliğini, Kürt halkına dayatmak doğru değildir. Dedik te dedik. Çünkü, kendi varlığıyla kendine odaklanmanın dışında ki bir girişimin yaratacağı sonuç ”kendi varlığına yabancı olan yeni bir efendi yaratmaktan öte bir anlamı olmaz diye çırpındık.
Velhasılıkelam ve sözün kısası-Umarız ve dileriz ki-kendi geleceğine sırt çevirip Kemalizm’e ve Kemalizm’e aşık Türk soluna hayır kurumu gibi davranan HDP’nin başındaki her ne baş ve başlar varsa bir an önce bu mazlum halkın yakasından ellerini çekip pırıl pırıl genç bir nesle şartsız koşulsuz devir teslim yapar köşelerine çekilirler. Babalarından miras kalmış gibi Meholara Ehmolara koltuk dağıtmakla Kürt halkına bir faydanız olmayacağı yeterince anlaşıldı! Kürtlerin davasıyla hiç bir ilgisi ve bilgisi olmayan ne kadar dayı, amca koltuk değneği varsa Meclise göndermekle ya da ne kadar Kemalist ve şoven solcu varsa aday listelerin en başına koymakla anlaşıldınız yeterince.
AH BE SELO BAŞKAN
Ah be Başkan! Aklımızı körleştiren şu ‘ben bilirim’ saplantılarından bir kurtulabilsek, o zaman bizi biz yapan kendi özümüzle nasıl da buluşurduk! İşte o zaman teorik şarlatanlıklarla realitenin nasıl da ters yüz edildiğine tanıklık ederdik…Belki o zaman oranın buranın sol yemlikleriyle başlayan, sen-ben kavgamıza kurban edilen Kürtlerin esas hikayesine bir nebze dokunmuş olurduk.
Ah be Başkan, şunun bunun solculuğuna, oranın burasına benzemek adına kendimize ettiklerimizi kendimize bir anlatabilseydik, belki o zaman kiraya verdiğimiz aklımızla Kürt halkına nasıl da bir miras bıraktığımızı anlamış̧ olurduk. Ah be Başkan, her şeyi nasıl da muammaya çevirip, onun bunun yemliğine dönüştürüldüğümüzü bir anlayabilsek! Belki o zaman aklımızı onun bunun akıl pazarında nasıl pazarlandığımızı da anlardık. Ya da yarım yamalak yaptıklarımıza dizdiğimiz methiyelerin içinde sırıtan yanlışlarımızı da görmüş olurduk.
Ah be Başkan, yapılan her yanlışa, ya da sıradan bir doğruya şaşkın ve şapşal üzüntü ve sevincimizle, inşallahlara nasıl da sığıntı olduğumuzu bir anlasak! Belki o zaman yeter artık, düşmeliyim bu gelebilir geleceğin yakasından der, köşemize çekilip gençlere yol vermiş olabilirdik.
Hüseyin Akıncı
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.