Başı da sonu da belli olmayan belirsiz stratejik bir hamleyle-Kuzeyli Kürtlerin güç dengesini nasıl da sağa sola savrulduğu “hendek savaşı”nın sonuçlarıyla ortadadır. Herhangi bir halkın başına gelebilecek en büyük felaket nedir? diye sorulduğunda: O halkın kendi özlem ve istemleriyle umutsuzluğa kapılma sendromudur! Aslına bakılırsa doksanların başında büyük halk ayaklanması şiarıyla başlatılan süreçte buna benzer bir sendrom yaşanmıştı!
O dönem itibarıyla yaşanılan sendromun yaratığı tahribatlar –hâlâ da78 kuşağın beleklerindedir. Ama ne yazık ki “hendek savaşı”yla baş gösteren sendrom 90’lı yılların baş gösterdiği sendromdan kat be kat daha derinliklidir! Derinlikli olmasının birden daha çok nedeni vardır. 90'larda baş gösteren sendrom, Kürtlerin güçlenip nispi de olsa elde etiği mevziler, hesabı kitabı tutulmayan girişimin sonuçları! Kürt coğrafyasının nasıl da derin devlet diye adlandırılan güçlerin karargâhına dönüştüğünü yaşayanlar bilir!
Ama yine de Kürtlerin kendi mecrasında bu kadar bitkinlik ve güven bunalımı yaşamamıştı! Varto başlangıcıyla başlatılan hendek savaşın sonuçları elde sıfırı gösterirken aklıselim olan her Kürdün bu girişimden biran önce vazgeçilmesine yönelik bir beklentisi vardı. Ama her ne hikmetse kaybı kazanacağından kat be kat daha büyük bu girişim Kürt olmanın duygu deposuna dönüşmüş ne kadar yerleşim alanı varsa sıra önceliğine tabi tutturdu? Dolayısıyla hendek savaşıyla başlatılan hamlenin sonuçları, yerleşim alanların tahribatından daha çok Kürt toplumun beklentilerine karşıt gelişen bir hamleye dönüştü?
Aklı başında hiçbir Kürt, Kürt siyasetinin legal duayenleri bile hendek hamlesiyle başlatılan savaşa yönelik düşünsellikleri barışık değildi. Başıboş sıradan bir kesimin dışında, Kürt toplumun omurgasını oluşturan hiçbir kesimden onay almıyordu. Esas sorunun kendisi de, onay almayan bu girişimden ısrar edilmesi oldu. Dolayısıyla sorun ya da soru işaretleri tam da burada devreye giriyor.
Bir dönem Kürtlerin dünyasında popüler olan, özelikle de Kürtlere akıl hocalığı yapan bir zatın mahkeme savunmasına göz gezdirildiğinde Kürt halkı kendi sağduyusuyla kendi yüreğinde beslediği özlem ve istemler, Yalçın Küçük gibi şarlatanlara nasıl da oyuncak yapıldığı görülüyor maalesef! ''Ben Türkiye'de yaşayan Kürtleri, Barzani’leşmekten alıkoydum, yoksa onlar da toprak talebinde bulunurlardı. Yakın zamanda Demokratik Türkiye için mücadele edecek ve ölecekler, bu hepimizin hayali değil mi? Bir Kürt’ün Demokratik Türkiye için ölmesi, Savcı Bey, benim soyadım Küçük ama ben bu devlet için büyük işler başardım.” (Yalçın Kücük-2007 Mahkeme Savunmasından alıntı.)
Aslına bakılırsa Kürtlerin en büyük sorunu yine Kürtlerin kendisidir, legal ya da illegal arenada var olan hangi Kürt partisine sorarsanız sorun Kürtlerin ulusal demokratik mücadelesinde çok büyük bir mücadeleyle çok büyük bedeller ödendiğinden bahseder. Oysa aklı başında herkes çok iyi bilir ki, bahsi gecen Kürt partilerin en büyük hünerleri Yurtseverlik düşüncenin aşılamasından kat be kat daha çok, parti severlik ya da kişi severlik algısının yerleşmesine hizmet etmiş olduklarını görür! Velhasılıkelam Kürtlerin siyasal dünyasında yurtseverlik parti severliğin önüne geçirilmedikçe Kürt halkının evrensel değerler bağlamında ulusal demokratik mücadelesi daha çok büyük badirelere maruz kalacaktır?
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.