Toplumları badirelere sürükleyen siyasi yanlışlar toplumun mal ve can kayıplarıyla kalmıyor, ayni zamanda toplumsal algıyı alt üst eden satış pazarlarını da oluşturuyor. Toplumsal algı kaosa dönüşmüş toplumların geleceği ise, art niyetli siyasilerin oyuncağı haline dönüşüyor. Böyle olunca da, siyah beyaz dışında renkler oluşmuyor, düşünsel farklılıkların önemi anlamsızlaşıp buharlaşıyor! Zira böylesi ortamlarda akliselim algısına karşı karalama algısı devreye sokulur. Yanlışa karşıt çabalara ise, "belden aşağı" vuruşlarla yalakalığı iyi oynayanlara meydan bırakılır.
Böyle olunca da, bazı çevreler algısal operasyonlarla sağdan girip soldan çıkarak, insanları şu ya da bucudur diye satışa çıkartır. Örneğin Kürtlerin varlığını sembolize eden ALA RENGÎN ve Mustafa Barzani'ye olan hayranlığımızla Şeyh Said'e olan saygımız, Kadı Muhammed'e karşı minnettarlığımızla, Seyid Rıza gibi eşsiz Kürt önderlerine karşı hassasiyetimizden dolayı yılar yılı Barzanici olarak satışa çıkarılmadık mı?
Zira bahsi geçen bu kesimler, yanlışa karşı duruş sergileyenle Kürt halkının değerlerine karşı hassas olanlardan rahatsız olurlar! Örneğin, Abdullah Öcalan'ın, demokratik siyaset öngörüşünü savunduğumuzdan dolayı bir çok çevrelere göre "perde arkasıyla apocudur" suçlamasıyla suçlanmadık mı? Ya da Kerkük sendromuyla baş gösteren süreç için "Yetersizlik ihanetin kapısını açan anahtardır" dediğimizde, apocuların ağzıyla konuşuyormuş şeklinde itham edilmiyor muyduk?
Oysa her insanın düşünsel kapasitesine göre şekillenen siyasal ve toplumsal öncelikleri vardır. Bizim gibi insanların önceliği ise, partisel çıkarları aşan halkın genel çıkar ve özlemlerine odaklanmaktır. Ama kimine göre de, mensup olduğu Partinin çıkarları Kürt halkının genel çıkar ve özlemlerin üstüdür. Dolayısıyla bizim gibi insanların derdi tasası şu ya da bu partiden ziyade, mensup olduğumuz halkın genel çıkarına koşan ayaklar kimden gelirse gelsin baş tacı etmektir. Bazı kesimler için ise, varsa da partisidir yoksa da yine kendi partisidir.
Örneğin, Güney Kürdistan'da baş gösteren "başı boş siyasal dağınıklığıyla Güney Kürt toplumu tüketici bir topluma dönüştürenleri alkışa mı tutalım? Ya da Afrin olayından sonra, Kürt halkının gözünün içine bakarak "Şemdinli'yi alırız" diyenin hayal satıcılığının alıcısı mı olalım? Yoksa doğu Kürdistan'da her gün bir kaç Kürdün idamına karşı sus pus olanlara zafer işaretleriyle gülücükler mi dağıtalım? Yoksa olmazları olura dönüştürme yarışına girmekle ulusal kongreyi baypas edenlerin "elinize sağlık!" mı diyelim. Yaşanan her tahribatın arkasında, "süreç hassastır sorgulama zamanı değildir" diyen hassasiyet simsarlarına yalakalık yapmaya devam mı edelim? Ya da şucuların bucuların gönlüne okuyalım ile, sağlam duruşumuzu kiraya verip dalkavukluğa devam mı diyelim?
Velhasılıkelam, Kürt halkının halk olmasından kaynaklı hakkaniyetleri tahakküm altına alanla asla taraf olamadığımız gibi, Kürt halkı adına, Kürt siyasal arenada yanlışlara koşan Kürt siyasetçilere de taraf değiliz. Peki o zaman neyin tarafıyız? Açık ve çok net bir iki cümleyle tarafımızı belirlersek, evrensel değerlerle belirlenmiş her ne hak varsa, amasız ve gerekçesiz bir şekilde Kürt halkına iade edilmesine tarafız. Kürt siyasal kimliğiyle, Kürt halkının değerlerine sırtını dönenlerle taraf değiliz. Şucular ya da bucular yok olsun diyen Kürtün Kürte karşı kin ve nefretin tarafı da olamayız.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.