29 Ağustos 2012, 14.00 Son yıllarda özlemini çektiğim hayal deryasına dalma hasretini bir başka çekiyorum bu günlerde. Kollarını açmış sevecen bir tebessümle yaşlanmış duygularıma “gel be can dostum” dercesine açmış kucağını, tüm o çocukluk masumluğuyla gök kubbenin derinliklerinde parlayan yıldızların berraklığı gibi şahlanan tertemiz duygudur bu hasret.İnsanın şekillenmesinde, değişime uğramayan saf dürüstlüğüyle alt üst giyinişlerin birden fazla yamalarıyla babalarımızın boynuna geçirilen erkek egemenliğinde şiddet kültürünün yepyeni öğrenciliğiyle toplumun kanıksanmış şiddet kültürü algılarından beslenmesiyle serçe kuşların canlarına katil bir ruhla büyütülerek şekillendirdiler çocukluğumuzu.
Hep gitmek istemişim, can taşıyan kuşların canına kast ettiğim duvarların dibine. Çocuksu elime tutuşturduğum taşla can taşıyan canlıya yönelen o taşı arayıp tartışıp bir güzel kavga etmek isterdim. Anamın mezarında el pençe durarak var denilen iyilik meleklerine “bu kutsal Anaya çok ama çok iyi bakın” demek isterdim. Babamın mezarındaysa öz evlatlarını kendi olurlarıyla o küçücük yaşta evlendirmesinden dolayı kendisine birkaç laf edecektim tüm içtenliğimle. Ondan ve onu kendilerine benzeten şekilci mühendislerden sağlığında hesap soramadım, bari mezarında hesap sormayı deneyip yine de “baba babalık hakkını helal et” deyip arkamı dönecektim.
Sevme ve sevilmenin kutsallığını, âşık olmanın o güzel duygusunu yaşanacak yaşa erişmeden babamın olurlarıyla evlendirilen bacılarımın huzurunda, Anamın “bu kadar da olmaz” diyerek döktüğü gözyaşlarına bir iki gözyaşımın damlasıyla ortak olup o çaresizliklerini anmak ve bir daha anmak isterdim tüm samimiyetimle. Her türlü çirkefliğin ödüllendirildiği, prim yaptığı bir yaşam biçiminde gericilik madalyası olarak boyunlara takıldığı bir karanlık dönemin Kürt çocuklarıydık. Atalarımızın, babalarımızın, kendi doğal özgünlükleriyle yaşaması gerekeni değil de, kendi ulusal değerlerine yabancı yaşamı sürdürmeye mecbur edilen bir halkın yeni varisleri olmaya aday gösteriliyorduk adeta.
Çünkü büyüyüp adam olmanın tek geçerli algısı bu şekliyle alıcı bulan, algıların baş tacı yapıldığı bir süreç yaşanıyordu. Kürt halkının boynuna takılan kaderine razı olma madalyasının en mükemmel temsilci sensin diye bilen inkârcı desenlerin gölgesinde büyüyorduk. Yüreği Ata verasetinden yana atarken, beyni yeni söylemlere meyilli olan çelişkisi 78 kuşağın Kürt gençliği için çok ama çok ciddi bir kâbusa dönüşüyordu. Sen ve mensup olduğun halkın var oluşunuzdan kaynaklı hakkınızı, en doğal hak olarak kullanıp yaşama hakkına sahipsiniz diye bilen bir söylemin yarattığı algı. Kürt gençliğinin algılar dünyasında siyasal depreşmelerin fay hatlarının hak arama haritaların yerleşmesine yöneltiyordu.
Kim bilir belki de bundan dolayıdır ki Kürt halkının demokratik hak ve özgürlükleri için en örgütleyici kuşak oluşundan en büyük bedel ödeyen kuşak olmaya yöneldi. Zira Babalarımızın boynuna takılan kaderimizin madalyalarının gölgesinde yaşanacak böylesi bir durumu 78 kuşağının Kürt gençliğini alıştıramadılar. Ama bedel ödemeye elverişli yüreğiyle bedel ödemeye epey alıştırdılar. Bir tarafta Cezaevlerine tıkamayla, insanlığı kendi yarattığı insansızlığından utandıran işkencelere maruz kalışıyla bedel ödeyen 78 kuşağın Kürt gençliği, diğer taraftan Kürt halkının şahsında bu kuşağa bedel ödeten inkârcı politikaların mirasçıları arasındaki savaş bugün itibarıyla da bir biçimiyle devam etmektedir.
Sürgünlerle baş gösteren dramlar, bu dramlarla volkanlaşan buruk duygular, gelişmiş kapitalist toplumların bireysel özgürlüklerin rüzgârlarıyla sağa sola savrulup darmadağın olan aileler… Yani sözün kısası, bırakalım inkârcılığa karşı 78 kuşağın ödediği bedel, 68 kuşağıyla boy gösteren 68 Kürt gençlik kuşağın sol birikimlerinden kaynaklı yetmezliklerinin günahlarına 78 Kürt genç kuşağın kurban edilişi hala da devam ediyor maalesef. Dünya benimle yaratıldı, kıyamet günü de ancak benimle olursa olur da direnen 68 in sol eksenli Kürt kökenli kuşağın, hala da Kürt halkının demokratik talepleri üzerindeki etkisi ve söylemini bilmeyenimiz yoktur sanırım.
Hüseyin Akıncı.. Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.