Birçok dostum ve tanıdıklarım sağ olsunlar her zaman bizi soruyorlar. Sormalarının sebebi elbette ki, şahsımın iyi olup olmadığıyla sınırlı değildir. Onların özelikle sormak istedikleri Nusaybin’in kendisidir. Nusaybin’de neler oluyor ve neler olacak kaygısının tavan yapmasıdır.
Bahsi geçen dost ve tanıdıklarıma Nusaybin’in içinde bulunduğu durumu anlatabilmem gerçekten de çok güç.
Çünkü İnsanî duyguların merkezinde, siyasal ahlakın özünde, dini inançların mayası ve buna benzer tüm değerlerde ve ilkelerde sözüm ona yaşatma vardır. Ama her ne hikmetse bahsi edilen tüm siyasi, insani, dini her ne varsa bir ve beraber olmuşçasına(!) Nusaybin’i yakıp yıkıp viraneye çevirip o güzel Nusaybin’i öldürmek için harekete geçmiş gibidirler!
Nusaybin nasıl mı?
Nusaybin insanlığın vicdanında patlayan toplarla dövülüyor ve hızla ölüme koşuyor. Nusaybin palet gıcırtılarıyla şehre inen tanklar vasıtasıyla insana ölümünü öğretip kanıksatıyor.
Orasında/burasındaki eli silahlı insanlarla Nusaybin’in ölümüne el-fatihalar okunuyor.
Velhasılıkelam, devlet Kürtlerle barışıp kardeşlik ve beraberlik köprüsünü inşa etme adına şehirleri yerle bir ediyor! PKK ise demokratik Türkiyelileşme adına kan akıtan bombaları patlatıyor.
Yani sözün özü ve kısası, sağ olsunlar her iki tarafta birlik ve beraberliğin korunabilmesi için ellerinden geleni yapıyorlar!
Aslına bakarsanız Ortadoğu denilen bölgenin tümünde ölüm ve katliamlar hiç bir zaman eksik olmamıştır.
Ne acıdır ki, katliam ve ölümlerin hepsinde inkâr ve imhanın mayası vardır. Kanlı geçen her geçişte ise, kin ve nefret duygularıyla büyütülmüş bir nesil yaratılır. Büyütülüp yaratılan neslin beyinsel mayasında ise, hak/hukuk tanımazlarla insansızlığın en gözde resmi çizilir.
Kardeşlik, barış, çözüm, birlik be beraberlik kavramları anlamsız ve belirsiz, renksiz, duygusuz biçimde siyaset pazarına düşürülüyor
Bahsi edilen o insansızlığın resminin yüz şemasında ise, bin bir yüzlülükle oluşan ürkütücü renklerle doludur.
Ortadoğu’daki kardeşlik söyleminin sinsileşip yol açtığı kardeş katline dönüşmesi, ekilen tohumun yeşermesi misali gibidir.
Bölgedeki Kürtlerin Kürdistan coğrafyasında, Kürt halkına yönelik söylenen kardeşlik söylemi ise, tarihler boyu ters orantılı gelişerek hayat bulmuştur.
Kürdler köleliği kabullendikçe kardeş sayılmış, birinci sınıf vatandaş sayılmış, köleliğe karşı çıktığında ise düşman kabul edilmiştir.
Tarihin her akışında toplumlar yada ulusların arsındaki savaşlara rastlanmak mümkündür. Ve her savaşın kendi içinde barındırdığı kendine özgü gerekçeleri de bu bağlamda vardır.
Her ne hikmetse, Kürtlerin Kürdistan coğrafyasında baş gösteren savaşların tümünde hayat bulan savaşın yörüngesi, insanlığın tüm değerlerini beş para etmez çıkarcıların rant sofrasının değişmez mezesi olmaktan öteye geçemiyor.
Kürtlerin ulusal demokratik hakkaniyetler bağlamında dillendirilen kardeşlik ise, öyle anlaşılıyor ki, Kürt halkı kıyımdan geçirme ön hazırlıkları yapılıyor anlamına geldiği anlaşılıyor.
Gerçi Ortadoğu’daki yaşanmışlıklar her zaman için ters orantılı gelişmiştir. Kürtlerin ulusal hakkaniyetler bağlamında ise, Kürtlerin yetmezlikleri de eklendiğinde, bu ters orantılı gelişmeler daha da yıkıcı hale geldiğinin örnekleri çoktur.
Bu nedenle Kürtlerin Kürdistan coğrafyasında, her tarihsel akışın satır başları yaşanmış katliamlarla başlar.
Dönüşümlü dönüşen her katliam ve inkârcı yaklaşımlar sadece düşman diye tabir edilen kesimlere havale edilemez.
Kürtlerin kendi yetmezlikleriyle yüzyıllardır sürdürülen inkârcı güçlerin inkârcılığın önünü nasıl da açtığını görmek lazım.
Ama yine de ve her şeye rağmen, hurafelerle, bilgi kirlilikleriyle, resmi ideolojilerin tahrifatlarıyla yorgun düşürülen tarihin kader mağdurları için bu yorgun coğrafyada yaşamaya değer bir erdemli hayatı tesis etmek hayal değildir; yeter ki, yanı başımızda ve özellikle evimizin içinde yanıp büyüyen bu kahrolası yangını, beyinlerimizde akan doğrularla söndürmeye çalışalım.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.