Anti-emperyalist yaklaşımların klasik sosyalistliğiyle, Kürtlerin ulusal demokratik talebelerine bir teşhis konulamaz. Ortadoğu gibi bir zeminde ve özellikle mevcut halkların toplumsal yapılanmaları göz önüne alındığında, bu tür yaklaşımlar Kürtlerin ulusal demokratik talepleri kaos ortamının içine çekmekten başka bir anlamı yoktur. Saddam diktatörü gibi bir zalime karşı müdahale edildiği zaman bile, Anti-emperyalist reflekslerle zalimin zalimliklerini unutup zalim Saddam’ı savunma pozisyonuna geçildiği dün gibi hatırlardadır.
Bir asır boyunca, Kürtlerin her türlü varlığına tecavüz eden Saddam’ın yaklaşan ömrünün uzaması için anti-emperyalizm bahaneleriyle hangi Kürt önderlerin, ne tür dualar ettiği arşivlerde yeterince mevcuttur. Ve ne yazık ki yeni dünya düzeni, Ortadoğu projesi gibi projeler havada uçuştuğu bir dönemde dahi ve özelikle de toplumların etnik kökenini de aşıp mezhepsel farklılıkların devletleşmeye doğru yöneldiği bir dönemde bile tüm Ortadoğu halklarını birleştirmek gerektiğini savunan birçok Kürt liderin çığlıkları hala kulakları tırmalamaktadır.
Zira onlara göre Kürt halkının ulusal demokratik taleplerinin elde edilmesinin tek ve gerçekçi mantığı Amerikan emperyalizmine ve özelikle de Siyonizm kisvesi altında Yahudi halkına karşı topyekûn savaşmaktan geçer mantığıdır. Dolayısıyla emperyalizmin yenilgisinin hemen sonrasındaysa, Türk kardeşleriyle ,Arap akrabalarıyla, Acem ırkdaşlarıyla bir güzel çay içip birlikte bir ömür tüketeceklermiş. Ama ne acı ve ne yazık ki, birçok önderlerimizin hayal dünyalarında at koşturan o güzel hayalleri gerçekleşmeyeceği görülüyor.
Yani sözün kısası, halkların konfederalizm rüyası ve özlemi yerini bölme ve bölüştürmeye bırakıldığı Suriye ve sonrası Irak örneğiyle bir daha görüldü. Her nedense Sovyet sosyalist sistemin dağılmasından hemen sonra ortaya atılan yeni dünya düzeni diye tabir edilenlerle, özelikle Ortadoğu’daki mevcut statükoyla birlikte yapay sınırlarının da yepyeni cetvellerle çizileceğini her ne kadar tüm dünya tahmin ediyorsa da, sadece biz Kürtler bu tahmine sıcak bakmıyoruz. 20. yüzyıldaki koşullar genellikle Arapların yüzüne gülüyordu ve devletçikler peş peşe sıralanıyordu o dönem itibariyle.
Oysaki Varşovalı, NATO’lu kamplaşmaların yerine tek merkezli rekabet devri başlamasıyla, tek haneli çıkarlara başka vadileri ekleme arayışların, Ortadoğu’yla başlayacağı belli gibiydi. Pek tabidir ki ömrünü doldurmuş statükocu ve özellikle diktatoryal yapılanmaların yerine, yer altı ve yer üstü zenginlik ve enerjik yapısıyla tüm dünyaya göz kırpan Kürdistan ve bu Ana toraklara sahip Kürt halkına ihtiyaç duyulduğu ve duyulacağı bir iki Kürt önderin dışında pek itibar eden Kürt önderlere rastlamak mümkün değildi.
Amerika ya da diğer adıyla emperyalizm, Kuveyt müdahalesiyle tarihin en talihli yüzünü Kürtlere doğru çevirdiğini uçan kuşlar bile biliyordu. Ama ne gariptir ki, ideolojilerin en dogmatik taraflarıyla Kürtlerin yüzüne gülen tarihin talihine kafa tutmaya devam edildi birçok Kürt tarafından. Tabiî ki gerçek realitelere daha yatkın bir politika izleyen Güneyli güçler hariç, Suriye’deki gelişmeler tüm çıplaklığıyla Kürtlerin önüne ikinci bir şansı koymakta olduğu görülmektedir. İŞID gibi bir karanlığın Güney Kürt halkının özgürleşmesine sunduğu fırsat belki de bin yılda bir sefer Kürt halkının ayağına gelir.
Dolayısıyla Kürt halkının kapısını çalan bu bahis konusu özgürleşme talihine sırtlarını mı çevirecekler yoksa yüzlerini mi dönecekler hep birlikte göreceğiz. Güney Kürt halkının özgürleşmesiyle ele geçirilen ve Suriye’deki gelişmelerle ikinci bir şansın ele geçirileceği ufuklarda görülürken, bir daha ne zaman ve hangi koşullarda tarihin böylesi güzel sürprizleriyle karşılanacağı kesinlikle belli olmayan bu tarihi fırsatın buharlaşmasına izin verilmemelidir. Öncelikle Suriye Kürtleri üzerinden iktidar kurma savaşından uzak durulmalıdır.
Emperyalizme kafa tutmak, Türk devletine kafa tutmak, Arap dünyası ve devletlerine kafa tutmak, Acemlere kafa tutmanın her ne kadar romantik bir görüntü sergiliyorsa da, genellikle dünyadaki egemen güçlerle ve özelikle de bölgesel tüm aktörlerle didişmenin mevcut Kürtlerin gücünü aştığını bilmeyen mi var? Yani sözün kısası, gerek dünyayı, gerekse bölgesel güçleri kendi amaçları ve siyasi hedefleri ile ilgili düşman yapacak davranışlardan kaçınılması Kürtlerin lehinedir. Eğer amaç Kürt halkının özgürleşmesini işaret eden bir sembolü dalgalandırmaksa, o dalgalanan sembolün değil şunun ya da bunun, Kürt halkının ortak duygularını sembolize eden sembol olmasından daha akıllı ne olabilir ki?
Kürt halkının doğal varlığı üzerinden, tarihin akışıyla görüntülenen yüz yılların inkârcılığı bir yana, varoluşlarına yönelen yoldaki yürüyüşlerinde ödenen yüz binlerce cana rağmen, hala da ulusal değerlerin sembolizesiyle ilgili bir anlaşmazlık yaşanıyorsa vay Kürtlerin haline! Kürtler açısından, Suriye’deki gelişmelerle ortaya çıkan İŞID’le devam eden bu yeni fırsatın çok büyük bir fırsat olduğu gerçeğinin acilen kavranması lazım.
Çünkü zaruretin çok çok ötesinde, tarihsel özgünlükleriyle ciddi bir vaka olarak Kürtlerin beyinsel var oluşuna “ben buradayım!” diye çağrı yapmaktadır. Dolayısıyla, bahsi geçen bu tarihsel fırsatı ne Miho’nun güç ve kudretine, ne de Memo’nun güç ve kudretin pekişmesinin uğruna harcanmamalıdır. Kaldı ki bu kadar yaşanmışlıklardan sonra eğer hala da grupsal çıkarları Kürt halkının temel çıkarlarının önüne konuyorsa ya da konulacaksa, bilinmelidir ki, bu sadece Ahmet ya da Mehmet’in taşeronluğunun ötesinde bir anlamı olmayacaktır. Umarız tüm hesaplar, antiemperyalizm ekseniyle Beşar rejiminin ömür uzatmasına yönelik taktiksel hesaplar üzerinden yapılmamıştır. Zira böylesi bir hesaplama topyekûn Kürt halkını, Memo’nun ya da Miho’nun binek atını yapmanın ötesine taşımayacaktır.
Hüseyin Akıncı
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.