Şeyh Said ve Bir Amcanın Duyguları
Otuz Haziranın Salı günüydü duygular dünyam beni duygusal denizlerin dibine gömecek gibi yoğunlaşmış, göz kirpiklerimin önündeki setler yıkılmış yas damlacıkları özgürlüğü yakalayıp arka arkaya damlıyordu ha bire yorgunlaşmış dizlerimin üstüne.<br.
Otuz Haziranın Salı günüydü duygular dünyam beni duygusal denizlerin dibine gömecek gibi yoğunlaşmış, göz kirpiklerimin önündeki setler yıkılmış yas damlacıkları özgürlüğü yakalayıp arka arkaya damlıyordu ha bire yorgunlaşmış dizlerimin üstüne.
Aksama doğruydu, güneş gün bitimin hazırlığındaydı ve evrenin prensesi olan güneş batışa yönelerek yaşattığı yaşama el sallayacak gibi başka bir zamanda, başka bir doğuşa hazırlıklar yapacak gibi gülümser gibiydi. Duygularım ise depreşmiş evrenin nazlısına dahi bakacak gibi değildi, göz kirpiklerim akan gözyaşıma set olmaktan aciz kalmıştı.
Hafif esen rüzgârın sesi beni çağırıp benimle sohbet etmek istiyorcasına kulağıma ha bire bir şeyler söylemek ister gibiydi. Ve her ne kadar rüzgârların arkasına takılan biri olmasam da bu rüzgarın sesine uyarak kendimi dışarıya atmış insan ve arabaların seslerinden uzaklaşmıştım. Saçları kırlaşmış, hafif sakalı, aksak yürüyen bir ağacın altındaki taşa oturmuş yaşlı bir amcanın ağacın dallarıyla sohbet ediyor gibi durusu dikkatimi çekmişti.
Ara sırada sohbeti kesip bastonun ucu ile ha bire toprağı çimdikliyordu, kim bilir belki de toprağı çimdiklerken toprağa gömülen ya da gömdürülen asırların, sırların ya da bu kadar da yeter diye gömdürülen doğruları arayıp çıkarmak istiyordu. Ve altında oturduğu ağacın toprağa saldığı kök damarlarını bulup kendi kökünün tarihi damarlarını hayal ederek duygular dünyasına yelkenleri açmak istiyordu. Ağacın gövdesi ile başlayıp dalları ile sohbeti ise gövdesinden kuvvet alarak yeni dalcıklar üreten ana dallara nasihat eder bir edası vardı ya da aman ha aman ana gövdeni hesaba katmadan başınızı fazla havaya kaldırmayın rüzgârlar alır savurur demek istiyor gibiydi.
Daldan dala konup uçuşan kuşlara bakışı ve gülümseyişi ise beyazlaşmış saçı ve aksak aksak yürümeye çalışan yaşlı amcanın kendi yasam hatlarını bir filim seyir ediyor gibiydi, aksak dizini okşarken sızlama daha nice büyük aksaklıklar seni bekliyor demek istiyor gibiydi, ya da aksak olmasına sebep olan nedenlere kafası takılıyordu.
Elleri ile beyazlaşmış saçlarına dokunuşu ise yasanmış tarihi süreçlerin tanığısınız der gibiydi, ya da duygusal özlemlere yenik düştünüz diye sitem ediyordu, uzaklara takılan hafif den hüzünlü bakışı ise geçmiş zamanın hatalarını yargılıyor gibi bir havası vardı ya da uzağı daha da uzaklaştıranlara beddua ediyordu.
Sağını solunu hafif den süzmesi ise olup bitenlerden haberdar olmak istiyor gibiydi, ya da çözüm ile açılımlar hakkında beyin cim lastiği yapıyordu, bastonunla toprağa sert vuruşu ise yanlış üreten yanlışlara müdahale etmek istiyor gibiydi yada yanlışların analizini yapan anayı star anaya şikayet etmek istiyordu.
Yaşlı amca gerek vücut dili ile gerekse vücut hareketleri ile yalın dilden daha net bir şeyler anlatıyordu ya da onu öyle anlamak istediğim için ben böyle anlıyordum. Yaşlı, aksak amcanın duruşundan bir ara kopup kendimi yoklamıştım. Kendime gelmiş duygusal dünyamdan çıkmış hayatin acı ve tatlı yaşamıma dönmüştüm, taşın üzerinde bastonun destek olarak kullanıp oturan saçları bembeyaz olan aksak amcanın yasamı veya yaşatılan bir yaşamın canlı tanığı değil mi diye düşünmemle selam verip yani başında oturu vermiştim. Başını iki elinin arasından havaya kaldırıp sevecen bir gülümsemeyle selam verip bastonunun ucu ile toprağı tekrar çimdiklemeye başlamıştı.
Ama ben niyetimi bozmuş her saç telinin altında tarihi süreçlerinin gizli olduğunu düşündüğüm bu amca ile sohbet edecektim, hayırdır amca bastonunla, toprakla kavga eder gibisin bakışlarınla da derinlikli bir özlemin çok uzağındasın gibi ağaca bakarak gülümseyişin kendi köklerinin tarihi yolarında gezinti yapıyormuş gibisin, ayağının tabanı ile toprağı rendelemeye çalışman yaramazları ayıklayıp atıyor gibisin, başını iki elinin arasına almanı geçmiş ile gelecek köprünün ayaklarının yerini düşünüyor gibisin.
Arka arkaya sıraladım. Soruların hemen arkasından yaşlı amca derin bir nefes alarak göz mimiklerini göz mimiklerime dikmişti, bak yeğenim diye söze başlamıştı, Dün köklerimin tarihsel sürecinde tarihsel bir gündü. Mazlum bir halkın sahsında Şeyh SAİT ve arkadaşlarının idam ediliş tarihiydi, köklerinin ahenk taşlarına yabancılaşanlara ya da yabancılaştıranlara kafam bozuluyor. Görürümsün çitası düşüyor, damarlarımda dolasan kanım yavaşlıyor, yani anlayacağın yeğenim bir dilim varsaydı da konuşsaydım ama ne yaparsın dillerimizi kilitleyen o kadar sorunlarımız var ki haydi bos ver diyorsun sonrasında da kendinle savaşıp duruyorsun. İnanır mısın yeğenim kanadı kırık nazlı güvercinim olmasaydı alır başımı giderdim. Şu görülmeyen uzaklara, güvercinim narindir zariftir ve çok nazlıdır, geçenlerde neslini devam ettiren bin bir görünümlü ahtapotların saldırısına uğradı. Allahtan bir kanadının kırıklarıyla kurtuldu ve ben hep kendimi suçladım, kendimi yedim bitirdim çünkü kapıyı açık bırakmıştım. Yoksa gitmek istemez miydim gideyim ana kokulu anamın mezarına ya da onurun prensi olan kardeşimin kabrine ve istemez miydim gideyim kadı Muhammed Mustafa Barzani, Şeyh Mahmut’tu, ve Seyit Rızanın mezarına gitmeyi, ve bu kahır dolu göz yaşlarımla mezarlarını süsleyerek hayat vermeyi. Ama gidemiyorum kanadı kırık nazlımı bırakamıyorum
Gözlerimin derinliklerinde saklı tutulan kahramanların kahramanlıklarına olan bağımlılığımı bırakamadığım gibi
anlayacağın yeğenim bir ulusal davanın davetçisiyiz diyeceğiz. Diğer tarafta da bu dava için inanılması güç kahramanlıklar yapanları yıllar yılı unutmakla kalmayıp bu mazlum halkın evlatlarının gözünde uzak tutmaya caba göstereceğiz, ama başkalarının kahramanlarına methiyeler düzeceğiz, onun için bu yaşlı yüreğim artık dayanmıyor ve yaslanmanın ötesindeki merdivenlere yolunu çeviriyor, inanırımsın dünyanın öbür tarafına göç etmekten değil ama gözümün açık gitmesinden korkuyorum, kırık kanadıyla arkamda bırakacağım nazlı bir güvercin ve bunca kahramanlık yapan kahramanlarımıza bıyık altı bir bakış ortadayken, onun için yüreğime ha biraz daha dayan diye yalvarıyor
Bilmem duydun mu Şeyh SAİT dar ağacına giderken söylediklerini, dünya yaşantımın sonu geldi ulusum için kurban edildiğimden pişman değilim yeter ki torunlarımız bizi siz düşmanlarımızın önünde mahcup etmesinler demiş. Azadı derneğinin kurucusu ve aynı zamanda ayaklamanın siyasal önderi Halit Cibran\'ide dar ağacına giderken şöyle der, karsınızda yalnız değilim arkamda mazlum Kürt halkı var evet bugün beni asarsınız ama yarın torunlarımız da sizleri asacaklarından kuşkum yoktur der, Şeyh Abdulkadir ise düşmanların gözüne bakarak zaten sizler yakma ve yıkma konusunda büyük bir şöhrete sahipsiniz ama bilmelisiniz ki dehşetinizle şan ve şeref kazanamazsınız der. Anlayacağın yeğenim Yusuf, Ziyalar, Doktor Avukatlar gibi daha nice karamanlar düşmanın darağaçlarına yürürlerken dahi kahramanlıklarına yakışır kahramanlıklar sergilediler.
Ama biz ne yapıyoruz bu yüce destansı kahramanların ulusal kurtuluş mücadelelerine kulp takmakla uğraşıyoruz, daha da ileri giderek tavşana kaç tazıya yakala gibi ucuz basit söylemlerle başkalarının oyuncaklarıydılar gibi göstererek halkının gözünden düşürmeye azami gayret gösteriliyor, yani anlayacağın yeğenim bu yapılanlar kanıma dokunuyor dokundukça da tansiyonum havalara fırlıyor, kalbim ise güm güm ediyor, ve yıllar yılı kendi kendime hep şunu sormuşumdur: Neden kendi tarihimizden uzak kendi geçmişimizden kopuk kendi destansı destanlarımıza karşı mesafeli bir halk bir gençlik yetiştirilmek isteniliyor diye, evet düşmanın bu yöndeki duruşunu anlamak mümkün ama bizden olanların bu yöndeki duruşlarını anlamak mümkün değil ve tam burada başlıyor ne içinler nedenler be yeğenim, bak yine geçti bir 29 Haziran sessiz sedasız sanki hiç bir iz bırakmamışçasına,
hafif sakalı, aksak amca yüreğinin derinliklerinde hasara yol açan derinlikli yaralar, sitem dolu laflar dilini harekete geçirmişti, ona göre kutsal ve kutsanmış ulusal değerlerin ideolojik argümanlara kurban edilişine içine sindiremiyordu, düşmanların çokluğunu ve düşmanların bin bir gizli yada açık oyunların anlamını anlamlandıra biliyordu, gel gelelim ki mazlum bir halkın ulusal söylemleri ile var olan kesimlerin ulusal değerlerini görmemezlikten gelinerek geçmiş ulusal mücadele süreçlerinin günah keçisi yapma çabalarına hiç bir anlam veremiyordu.
İşte bu anlamsızlık olacak ki amca yüreğini ve başındaki saçı kıyasıya savaştırdığı belli ediyordu, ama her zaman yüreğin zayıf düşmesi saçının da doğal renginden başka bir renge hızla gidişatını sağlıyordu, kanadı kırık dediği nazlı güvercinin konumu ise amcanın içinde bulunduğu beyin ve bedensel çekişmelerin tuzu biberi olmuştu.
Amca ile ilgili düşündüklerimi kafamda geçirirken beni dinliyor musun yeğenim diyen aksak amcanın sesi ile irkilmiş, amcanın konuştuklarına dönmüştüm, biliyor musun yeğenim hani deniliyor ya Şeyh SAİT ayaklanmasının arkasında şunun bunun parmağı vardır, yada ulusal nitelikten daha çok dini motifilydi diye söyleniyor ya, bu neye benziyor biliyor musun en iyisi hiç bir şey söylememek, amca içindeki birikimleri ortaya çıkarırken gecenin karanlığını iyice bastırmıştı, sivri sineklerin saldırısı ise haydi yeter bu günlük evinizin yolunu tutun der gibiydiler ama her nedense amcaya yeter geç oldu kalkalım demek içimden gelmiyordu. Açıkçası saygısızlık olur diye düşünüyordum, ama amca anlamış olmalı ki kalk gidelim yeğen zaten başını yeterince ağrıttım demesi ile ayağa kalkmıştık, kalkarken de amcayı evimin balkonuna çaya davet ederek ayrılmıştım, bakalım amcanın gelişi nasıl bir şöhret atmosferini doğurur. Siyasal ve ulusal olumsuzlukların yarattığı yaralardan mı yoksa evrensel değerlerin en yüce harikası olan asklardan mı? Ama ne olursa olsun bu amca ile sohbet etmek beni rahatlatıyor. Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Nerina Azad
Bu makale toplam: 12486 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:12:37:52