Sorgulama duyusu köreltilmiş toplumlarda, yarının tüm geleceği kıskaç altına alan süreçler yaşanıyor olması normaldir. Zira mantığıyla öngörüsünü barıştırmamış hiçbir toplum, yarınla ortaya çıkabilir bir gelecekle buluşma şansı yoktur. Böyle olunca da yaşanan her bir felaketin sonucunu ilahî kaderin kadercilik boğmasıyla boğdurulup sorgulanmazlığın karanlık mezarlığına kaldırılıyor! Dolayısıyla ilahi kaderle rasyonel gercekcilikle boğuşan bir toplum, hiçbir zaman cağın gereksinmelerine cevap olabilir bir mantıkla buluşma şansı kalmıyor?
Sonuç itibariyle “Kaderdir!” gelgitleriyle yol alan her bir felaket, yeşerebilir umutları gün be gün umutsuzluğa dönüştürüyor. Çünkü yaşanıyor yaşanmışlıklar gelişmiş insan mantığını ciddi bir anlamda ‘ne oliyoruz’lara zorluyor! Dolayısıyla bir doğru olana karşıt iki yanlışla yol alan bizim gibi bir toplumun geleceği, hiçbir zaman rayına oturma şansına sahip olamıyor! İşin en garip tarafı da tedbirsizliğin, liyakatsizliğin ulu orta dolaşımda olduğu halde, vuku bulan tüm acıların faturasını yüce Tanrı’nın takdirine ve mukadderatına bağlanıyor!
Yetmezliğini Tanrıya havale ederek oynayan hiçbir yapılanma, toplumun içinde bulunduğu girdabı aşabilme umudunu vermiyor! Ve ne yazık ki, bu coğrafyada başı önü belirsiz “kaderdir” rötuşlarıyla siyasetin niteliğini de yitirmiş oluyor. Böyle olunca da yüzyıllarla oynanan oyunu oynamaktan başka bir oyun oynama refleksi ortaya çıkarmıyor. Zira bizim gibi toplumları dizayn edecek iki güçlü silah hep işbaşında oluyor! Birincisi insan olmanın gereklerine yol gösteren rasyonel gerçeği öldüren kadercilik silahı! Kadercilik silahıyla eş güdümlü devreye sokulan, inkârla, baskıyla, asalım'la, keselim'le, toplum yaşamını kısırlaştıran silah!
Dolasıyla bu iki silahın devrede olduğu bizim gibi toplumlarda, demokratik toplumlar dünyasına adımlamayı güçleştiriyor. Güçleştikçe de yara bere içinde kalan özlemler, bir sağa bir sola savrulan arzular, bir o yana bir bu yana sallantıya dönüşen istemler, Mevsim değişkenliği gibi ikide bir değişen amalar, şunun-onun baskısıyla kirletilip hayallere dönüşen gerçekler, “şu ne der bu ne düşünür" ile kabusa meyleden esaretler, onun bunun kısır kalmış̧ önyargılarıyla tökezlenen yaşanmışlıklar, Şemo’nun, Kemo'nun çağdan kopuk mantığına dizayn edilmişliklerle özünden uzaklaştırılan bir toplumun geleceği olmaz!
Velhasılıkelam beynimize takılan kaderciliğin kelepçesi çözülmedikçe, toplumun varlığına sıkılan retçiliğin namlusu kırılmadıkça, yaşanacak acılarla biz bizle baş başa kalmaya devam edeceğiz. Dolayısıyla toplumu yapılandırma mühendisliği o kadar başarılı olmuş ki, kimin eli kimin cebine uzandığını anlamak güç. Sözün kısası, kaliteli bir toplumla bireysel gelişime yol alan tüm kanallar şu ya da bu amalara hendeklenmiş! Böyle olunca, doğruyu yanlışa kurban eden güç sahibine yalakalık furyası alıp başını yürüyor!
Velhasılıkelam ve özelikle sözün kısası, gevşetin hele nemlenmiş gözkapaklarınızı, gevşetin ki, Maraş'a, Hatay'a, Amed'e hüzün tutan akıntıya akan yollar açılsın. Açılsın ki, akan her gözyaşınızın bir damlası, olmaz olana karşı olur, olana hayat aşısı olsun. Olmaz olanla oynaşanlarını yollarını öyle bir kapatsın ki, gelen giden yetmezlerin oyuncağı olmasın. Öyle bir kapatınız ki, günü birlik gelgitlere aklını kiraya verenlerin kiracısı olmaktan kurtulmuş olalım.
HÜSEYİN AKINCI
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.