Demirtaş’ın ilk günlük savunmanın satırbaşları, yaşanmış ya da yaşatılan birçok soruna ışık tutuyor. Abdullah Öcalan’la Devlet arasında yürütülen Çözüme dair diyaloğun Kandil duvarına toslanmış gerçeği gibi. Şuranın ya da buranın duvarına tozlanan sadece Abdullah Öcalan olmamiş'' aynı zamanda HDP de şuranın buranın duvarına çarpmış olduğu ortaya çıkıyor.Demirtaş'ın,şu ya da bu sorunla ilgili,Bakan vasıtasıyla Abdullah Öcalan’dan mesaj alıyorduk demiş olduğu doğruysa ''Ve gelen hiçbir mesaja olumlu yanıt verilmemiş'se''HDP'nin Abdullah Öcalan’ın ne dediği değil de Kandil’in ne dediğine zorlandığı ortaya çıkıyor.
Silahlı mücadelenin demokratik siyasetle baypas etme projesi Abdullah Öcalan’a ait olduğu hemen herkes biliyor. Özellikle Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından sonra hayata geçirilen demokratik siyaset önceliği ''Öcalan’ın devletle işbirliği iddiaları ayyuka çıkmasına sebep olmuştu. Hiçbir karşılığı olmadığı halde Öcalan Kürt silahlı güçlerini silahlardan arındırmak istiyor suçlamasıydı. Suçlamanın gerekçesi Abdullah Öcalan 30 yılda yürütülen mücadelenin tüm birikimleri kendi kişisel çıkarına kurban ediyor idi.
Oysa birçok yetersizliğe rağmen Abdullah Öcalan kendi ürettiği demokratik siyaset projesiyle olabildiğince samimiydi. Samimiydi, zira Kürtlerin devletleşmesine karşı ilk çıkış Öcalan’dan gelmişti. Dolayısıyla devletleşmesini ret ettiğin bir halka silahlı mücadeleyi dayatmak ne kadar samimi olabilirdi ki? Net ve açık söylemek gerekirse, çözüm sureciyle başlayan sürecin en samimi tarafı Abdullah Öcalan’ın kendisidir. Öcalan’ın samimiyeti ne kadar devletin oyalama takozuna takılmışsa bir o kadar da kurucusu olduğu örgütün taç atışlarına'da kurban edilmiş.Zanedersem, Herkesten çok,silahlı mücadelenin demokratik siyasetin tabiyatına aykırı olduğunu Öcalan anlamiştı.
Anlamıştı,çünkü demokratik siyasetin midesi silahlı mücadeleyi sindirir durumda olmadığını cözmuştu.Diğer tarafıyla da,silahlı mücadelenin mideside demokratik siyaseti kaldırır durumda olmıyacağını'da anlamıştı.Çünkü her iki başlığın kendine özgü güzergahlarda,amaca yönelen çok ayrı yol kavşakların varlığından haberdardı.
Öcalan hapisteyken PKK'nin değişim kongresinde hiçbir yöneticinin kafasına silah dayatıp kararlar aldırtmadı. Devletleşmeye retle başlayan birçok değişim her ne kadar Öcalan’ın öngörüsü ise de ''Demokratik siyasete yol alan tüm yol ve yöntemler değişim kongrenin onayından geçtiğini unutmayalım. Bırakalım Hatip Dicle’nin çöp tenekelere attığını PKK'nin kurucu mili takımın hemen hepsi'' Devlet kurmak Kürtler için intihardır!” dediklerini biliyoruz.
İşte tamda demokratik siyasetin samimiyeti burada başlıyor. Yani demek oluyor ki “demokratik siyasete evet, ama silahlı mücadeleye de devam” demekle samimi olunmuyor. Zira demokratik siyaset devreye girdiği andan itibaren, silahların anlamsızlaştığını hemen herkes hem fikirdi. Zaten Öcalan’ın da yapmak istediği buydu, yani demokratik siyaset bulvarını silahın gölgesinden çıkartmaktı.
İşin en ilginç ve karmaşık tarafıysa bin bir deklarasyonla “Öcalan irademizdir” denilen iradenin neyin adına baypas edildiğidir? Neyin adına baypas edilmiş olduğunu, baypas edilişinden sonraki gelişmelerin satırbaşlarında görmek mümkündür. Zira her satırbaşında, demokratik siyaseten sonraki surecin çok büyük felaketlere yolladığının birden fazla örneği vardır. Dolayısıyla PKK'nin milli kadrosunun kendi kendilerine birden fazla soracak soru olduğu muhakkak. Sorup sormayacakları bir tarafa, Öcalan’ın diline vurulan prangalar çözülmüş olsaydı ”Herkesin kafasında dönüp dolaşan acaba ve belkilere” ışık tutar olurdu.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.