Doğrusu, bölgemizde ve Kürdistan’da yaşanan olaylara baktığımız da ve bu yaşananlara karşı birtakım Kürd siyasetçilerinin olaylara yaklaşımlarını ve ortaya koydukları tutumları değerlendirdiğimizde, bazen dönüp kendimi sorgulamanın ihtiyacını duyuyor ve acaba ben mi yanlış düşünüyorum demekten kendimi alamıyorum.
Hani halk arasında çokça kullanılan ünlü bir deyim vardır, herkes kendi ölüsüne ağlar diye, ancak yaşadığımız olaylarda ben bizimkilere baktığımda, bizimkiler daha çok başkalarının ölülerine ağlıyorlar ve hatta ölenin sahiplerinden daha fazla dövünüp, yırtınıp ağıtlar yakmaktadırlar.
Elbette ki böyle davranmanın da mutlaka bir izah tarzı vardır. İnsan psikolojisiyle ilgili bilim insanları böylesi hadiseleri incelerken çıkarabildikleri özet sonuçta, bu davranışları geri toplum kompleksi veya özellikleri olarak tarif etmektedirler. Yani daha anlaşılır bir diğer ifadeyle, düşmanına veya dost olmayan çevrelere benzemek üzere yaranmacılık ve yağ çekerek kendini ispatlama refleksi veya rezaleti diye de tarif edebiliriz.
Asıl konumuza dönecek olursak, köle durumunda ki tüm Kürdistanlıları özellikle de kendisine Kürd siyasetçisi payesini biçenlerin, asli görevlerinin kendi topraklarında yüzyıllardır köle muamelesi görmekte olan Kürdlere ait işgal altındaki topraklarını kurtarmak ve Kürdleri özgürleştirerek, onlara insanca ve onurlu bir yaşamı kazandırmaktır. Bu sebepten dolayıdır ki tüm siyasi kadroların, bölgede ve de özellikle Kürdistan coğrafyasında yaşanan olayları ve buna paralel olarak da bölgemizde ki gelişmeleri anbean takip ederek Kürdlerin lehine kalıcı, tutarlı ve sonuç alıcı politikalar geliştirerek somut ve kazandıran pratikler ortaya koymaktır.
Ancak görebildiğimiz kadarıyla, birtakım siyasi parti, çevre ve şahsiyetler bu konularda oldukça yetersiz ve ağır davranmakta, bununla da kalmayıp yaşanan olaylara doğru müdahale edebilme sorumluluğundan uzak ve daha çok parti, çevre ve şahsi çıkarlarını önceleyen talihsiz bir tutum sergilemektedirler. Bu konulara açıklık getirmek üzere güncelliğini korumakta olan birkaç konuyla örnek vererek açıklık getirmeye çalışacağım.
Birincisi; daha birkaç gün önce Türk sömürgecileriyle girdiği bir çatışmada şehit düşen bir Kürd gencinin ailesi İzmir metropolünde yaşadığı için, çocuklarını bulundukları ilçenin mezarlığında defnetmek isterler. Ancak ilgililer bu yurtsever gencimizin o ilçede defnedilmesine müsaade etmezler, ailenin büyük çabaları sonucunda İzmir’in torbalı ilçesinde bir mezar yeri bulunur ve bu yurtsever kardeşimiz orada defnedilir. Aradan bir iki gün geçtikten sonra, ilçedeki ırkçı şoven güçler harekete geçerek bu Kürd gencinin ilçe mezarlığından çıkarılması için gösteri düzenleyerek aileye baskı yaparlar. Aile bu durum karşısında çocuklarını bu mezardan çıkararak bilinmeyen bir yere defnetmek zorunda kalırlar. Sanıyorum bu vahşi tepkiyi ve bu barbarca davranışı, halkların kardeşliğini ortak vatanı ve entegrasyoncu Türkiyelileşme siyasetini savunanlar Kürd halkına izah etmek ve bu zırvalarla kandırdıkları insanları ikna etmek zorundadırlar.
İkinci olay; hendek ve barikat rezaletiyle ortaya konulan pratikte yüzbinlerce insanımızın yurdunu yuvasını terk ederek metropol sürgünü durumuna düşüren ve metropol varoşlarında aç sefil ve perişan duruma düşürenler, ayrıca yüzbinlerce insanımızı eksi yirmi derecelik soğuk ortamda çadırlarda yaşamak zorunda bırakan ve her türlü sağlıklı yaşam koşullarından mahrum hale düşüren siyasetçilerimiz, sanıyorum bu yaşananları da uygun ve anlaşılır bir dille Kürdistan halkına anlatmak zorundadırlar.
Üçüncü olay ise, daha kapsamlı ve uzun vadede Kürdler açısından daha vahim sonuçlar doğuracak bir durumdur. Yaklaşık üç yıl öncesinden tam da Güney Kürdistan’da referandum ve bağımsızlık çalışmaları yoğun bir biçimde yürütülürken, IŞİD denilen bir belanın Güneyli kardeşlerimize vahşice nasıl ve kimler tarafından saldırtıldığını ve bu barbarların Kürdistan topraklarından, hangi acılar çekilerek ve hangi bedeller ödenerek kovulabildiğini hepimiz bilmekteyiz.
Daha Güneyli kardeşlerimiz yeni yeni belini doğrultma sürecine girmişken, sömürgeci üç ülkenin İran, Irak ve Suriye, Haşdi Şabi denilen ve IŞİD’den çok daha tehlikeli bir örgütü, Güneyde ki kazanımları boşa çıkarmak üzere nasıl da alttan alta hazırladıklarını bilmekteyiz. Ancak burada en çarpıcı olan ve asla Kürdler tarafından kabullenilmeyecek ihanetçi bir anlayışın, Haşdi Şabi denilen katil sürüsüyle aynı kulvarda adeta ittifak halinde hareket etmesidir. PKK ve diğer İran güdümlü birtakım Kürd güçlerinin, özellikle Şengal ve Kerkük havalisinde Haşdi Şabi güçleriyle kirli bir işbirliğine sokulduğu da bilinmektedir.
Bahsi geçen çevrelerin her türden Kürdistani birliğe kapalı durduğunu, hatta kendisinin dışında ki tüm Kürd yapılarını düşman ilan ederek, tüm Kürdlerin hayalinde ki özgürlükleri nasıl da baltaladıklarını görmekteyiz. Bu siyasi çevrelerin yine bu konuda da Kürd kamuoyuna ciddi ve inandırıcı açıklamalar yapmaları gerekmektedir.
Dördüncü olay; Güney Batı Kürdistan da Beşer Esad ve diğer Kürd düşmanı güçlerle yaptıkları işbirliği sonucu, olabildiğince güçlü bir yapıya dönüşen PKK/PYD güçlerinin, kendisini yıllardır Kürdistani mücadeleye adamış onlarca Kürd parti ve örgütlerine kapatarak, ırkçı ve şovenliği tartışılmayacak kadar açık birtakım Arap milliyetçisi çevrelerle girdikleri işbirliği ve güç birliği sayesinde, diğer Kürd güçlerine karşı ne kadar gaddar ve düşmanca bir tutum içerisinde oldukları bilinmektedir. Bütün bunlarla da yetinmeyen PKK/PYD güçleri, farklı bahanelerle kendilerine biat etmeyen Kürd güçlerine saldırmakta, onların her türden demokratik muhalefetini bastırmaktadır. Ayrıca kendisinin dışında ki Kürd kurumlarına saldırarak, elli milyon Kürdün tartışmasız değeri olan Ala Rengini yırtarak ve yerlerde süründürmektedirler. Sanıyorum bu konuda da ilgili çevrelerin Kürdleri ikna edecek birtakım inandırıcı açıklamaları olmalıdır.
Bölgemizde ve Kürdistan ülkesinde bu ve benzeri birçok vahşi olaylar yaşanıyorken, şehitlerimize mezar yerine bulunmazken, yüzbinlerce insanımız aç sefil perişan durumdayken, bütün hayatı boyunca Kürdler adına ağzından bir tek olumlu kelime çıkmamış ve bazı uluslararası kurumlarda Kürdlerin aleyhine görüş beyan etmiş olan ve ayrıca da, Kürd düşmanlığıyla tanıdığımız Saddam Hüseyin ve Mustafa Kemal’e hayranlığını gizlemeyen ve bulabildiği her platformda bu şahıslara methiyeler dizen Fidel Castro için, ağıtlar yakıp gözyaşı dökmek gerçekten Kürd siyasetçileri için çok mu gereklidir. Bunun değerlendirmesini ise mazlum Kürd halkının vicdanına ve ferasetine bırakıyorum.
Bilinmelidir ki halklar kardeş değil olsa olsa iyi yada kötü komşudurlar…
Saygılarımla
M. Hüseyin TAYSUN
04/12/2016 - İstanbul
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.