Başında ABD’nin bulunduğu küresel güçlerin Ortadoğu, Yakındoğu ve Kuzey Afrika’daki zengin petrol ve maden yataklarını kendi ülkelerinin uzun vadeli çıkarları doğrultusunda daha etkin bir biçimde kullanmak ve denetlemek üzere bahsi geçen bölgelerde son birkaç yıldır bir takım operasyonel faaliyetler yürüttükleri ve bölgede bulunan yerel güçlerle yeni ittifaklar üzerine ciddi çalışmalar yaparken diğer yandan yakın geçmişte farklı nedenlerle bozulmuş olan bazı ilişkilerini düzeltmek üzere de yeni açılımlar yaptıkları bilinmektedir.
Bütün bu girişim ve gelişmelere karşı çıkan statükodan yana bölge devletlerinin tüm çırpınmalarına rağmen bu gelişmeleri durdurabilmekte çok fazla etkili olamadıkları Mısır, İran ve Türkiye’de yaşanan örneklerden de rahatlıkla görülebilmektedir. Örneğin Arap dünyasının liderliği iddiasındaki Mısır’da Mursi iktidarına son verilmesi, İran’ın nükleer faaliyetlerini dondurmak zorunda kalarak ABD ile yeniden yumuşama yönünde tutum takınması, Türkiye Devletinin Kasımpaşa kabadayılığına rağmen İncirlik ve Malatya Erhaç havaalanlarını ABD ve müttefiklerine kullandırmak zorunda kalması bir takım dengelerin yeniden dizayn edildiği anlamına gelmektedir.
Rusya’nın Libya, İran ve Suriye üzerinden Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki avantajlarını korumak ve küresel güçler arasındaki konumunu sürdürmek istediği biliniyor olmasına rağmen bu bloğun ilk halkasının batılı güçler tarafından Libya’da koparıldığı, Suriye Rejiminin can çekiştiği, İran’ın ise giderek alttan alta batı ile flört etmesiyle Rusya’nın giderek sıkıntılı bir sürece girdiği görülmektedir.
Dünyada bu gelişmeler yaşanırken bölgemizde de küresel ve bölgesel güç sahiplerinin IŞİD üzerinden hayata geçirmek istedikleri politikalar dönemsel fonksiyonunu tamamlarken bu dönemde özellikle Kürdistanlılara büyük acılar ve kayıplar yaşatmış olmasına rağmen IŞİD terör örgütü Kürd cephelerinde yaşadığı büyük yenilgiden sonra kendisinin yaratıcısı ve kışkırtıcısı güçler için ciddi bir tehlikeye dönüşmüştür. Aynı güçler yaratmış oldukları bu canavarı etkisiz kılmak, yok etmek üzere oldukça maliyetli ve meşakkatli düzenlemeler ve operasyonlar yapmak zorunda kalmaktadırlar.
Özet olarak bölgemizde anlatmaya çalıştığımız bu gelişmeler yaşanırken Kürdistan özgürlük mücadelesi bu kargaşada iki farklı damar üzerinden yol almaya ve bu iki farklı damar kendisini konumlandırmaya çalışmaktadırlar.
Birinci damar nihai olarak Kürdistan’ın devletleşmesini hedeflerken, Kürdlerin refahını, onurunu ve özgürlüğünü esas alan bir çizgi izlemekte, mücadeleyi meşru sınırlar içerisinde tutmakta, uluslar arası diplomasiye, aynı zamanda uygar dünyayla buluşmaya büyük önem vermektedir. Bu damarı Mesud BARZANİ önderliğindeki bazı Güneyli Güçler temsil ederken Kürdistan’ın dört parçasında yeterli olmasa bile ciddi bir destek gördüğü bilinmektedir.
İkinci damar ise daha çok Rusya-İran güdümlü ve zaman zaman bölgenin statükocu güçleriyle bir takım çıkarlara dayalı kirli ilişkilerle yürüyen, hiçbir zaman Kürd milli damarını temsile yönelmeyen ve bölgedeki miadını tamamlamış bir takım marjinal güçlerle hareket eden ancak hiçbir zaman elli milyonluk köle bir milletin özgürlüğünü programlaştırmamış, pragmatist, omurgasız ve bazen de Kürdleri onursuzlaştıran ilişkiler içerisindeki güdümlü siyaset tarzıdır.
IŞİD saldırılarından sonra Güney Kürdistan’daki mevcut kazanımları korumak üzere kahraman Peşmergelerin tüm cephelerde mücadelesi, diğer yandan verilen mücadelenin meşruiyetini her koşulda doğru temsil etmeye çalışan ve aynı zamanda merkezi hükümetin Kürdleri açlıkla terbiye etmeye çalıştığı bir dönemde onurlu ve dik duruşuyla Kürd Halkını dostlarına ve düşmanlarına karşı sahiplenen KDP ve Mesud BARZANİ önderliğinin, Bölgesel Yönetimin başkanlığının böylesi kritik ve can alıcı olayların yaşandığı bir dönemde tartışmaya açılması ve bu tartışmanın kırk yıllık siyasi maziye sahip İran ve Rusya güdümlü beş benzemez YNK, GORAN, PKK, YEKGURTU ve KOMALA örgütleri tarafından 2013 yılı mutabakatına rağmen sürekli gündemde tutulması son derece manidardır.
Bir taraftan solcu, halkçı geçinen ayrıca halk dalkavukluğunu kimseye kaptırmayan bu muhterem örgütlerin yedi milyon Güneyli Kürdün iradesini yüz altmış tane parlamenterin dudaklarının arasına sıkıştırma isteği kendilerini var eden fedakar, cefakar Kürd Halkına saygısızlık değil de nedir?
Hele hele düşmanların Kürd kazanımları üzerinde ince ince çalıştığı ve var olan kazanımları yok etmek istediği bir dönemde başkanlık konusunu bir tartışma ve polemik konusu yapmak yurtseverliğin neresine sığmaktadır?
Tüm cephelerde amansız bir mücadelenin sürdürüldüğü, Kürdistan’da ekonomik daralmanın halkı oldukça zorladığı ve Ortadoğu cehenneminde devletleşme yolunda düşe kalka mücadele edildiği böylesi hassas bir dönemde milli olmayı içine sindiremeyen sekter siyasi çevreler her şeye rağmen başarılı olamıyor ve giderek Kürd Halkı nezdinde ciddi bir itibar kaybına uğramaktan kurtulamıyorlar.
Bu arada Kürdün onurunu ve milli damarını temsil eden ve tüm hayatını, siyasi geçmişini Kürdlerin onurlu yaşamı üzerine inşa eden KDP ve Barzani’nin temsil ettiği damar tüm sıkıntı ve engellemelere rağmen gerek Kürd Halkı nezdinde gerekse uluslar arası arenada büyük bir itibar kazanmakta ve sempatiyle karşılanmaktadır. Bir başka deyişle güdümlü ve taşeron siyaset büyük kaybediyor; Kürdlerin devletleşmesini hedefleyen Kürdistani düşünce dört parçada olağanüstü büyüyor ve gelişme kaydediyor.
Sonuç olarak geldiğimiz noktada, antiemperyalist sahte dostlukların günümüzde para etmediği; kurtuluşun ve özgürlüğün ancak bir ulusun dinamikleriyle uygar dünyayla buluşup meşru mücadele zeminlerinde olgunlaşıp olağanlaşacağı akıllardan çıkarılmamalı ve bundan dolayı başta Güney Kürdistan’daki kazanımlar olmak üzere milli damarı temsil eden Mesud BARZANİ ve onunla birlikte hareket eden namuslu Kürdler sonuna kadar ölümüne desteklenmelidir.
Saygılarımla
M. Hüseyin TAYSUN
07/08/2015 İSTANBUL
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.