Bilindiği üzere Tunus’ta başlayıp Suriye’ye kadar uzanan ve Arap Baharı olarak tanımlanan Diktatör yönetimlere karşı halk ayaklanmaları Güney Batı Kürdistan (Rojava) da yaşamakta olan Kürd halkı tarafından büyük bir coşkuyla karşılanmış ve yine Kürdler arasında büyük umutların yeşermesine sebep olmuştu.
Çok kısa zamanda Suriye’nin geneline yayılan ve Esad’ın zulmüne karşı bu ayaklanma ve isyan hareketlerinde Kürd halkı da üzerine düşeni fazlasıyla yapmış ve Diktatör Esad’ın işgalci güçlerini Rojava topraklarından kovmuştu. Bahsi geçen halk ayaklanmaları nedeniyle Esad’a bağlı işgalci zalim güçleri ülkenin dörtte üçünde otoritelerini kaybederken muazzam bir yenilgi yaşamışlardı. O arada devreye giren Rusya ve İran’ın Suriye’ye gönderdikleri bazı milis güçlere ve önemli sayıda silah ve mühimmat yardımlarına rağmen Esad ve kendisine bağlı güçler Şam ve Lazkiye’ye adeta hapsedilmiş bir konuma düştüler. Dolayısıyla Kürd Siyasi ve Askeri Güçlerinin birlik içerisinde hareket etmeleri ABD ve müttefiklerinin bölge üzerindeki hesapları nedeniyle Kürd güçlerine verdikleri muazzam silah, lojistik ve ekonomik destek Kürd güçlerinin Rojava coğrafyasını özgürleştirmek ve uluslararası güçlerin destekleyip onaylayabileceği bir statünün sağlanabilmesi için oldukça elverişli koşullar yaratmıştı.
Ancak ortaya çıkan bu tarihi fırsat Kandil Baronlarının müdahalesi ve örgütsel hesapları nedeniyle bu son derece elverişli ortam Kandil’in Rusya, İran ve Şam’la kurmuş olduğu kirli ilişkiler nedeniyle adeta zehirlenerek ve her geçen gün Kürdler arası çelişki ve çatışma ortamına dönüştürülerek en başta Kürdlerin özlenen birliği konusundaki beklentileri neredeyse imkânsız bir sürece dönüştürmüş oldu.
Öcalan ve Derin Devlet’in yetiştirmeleri geçmişte Kuzey Kürdistan’da yaptıkları gibi mızrağın sivri ucunu kendilerinin dışındaki yaklaşık elli yıllık mücadele mazisi olan yurtsever Kürd partilerine yönelterek kullandıkları şiddet yöntemleri ve sekter davranışlarıyla hem onların etkinliklerini kırdılar hem de yüzbinlerce yurtsever Kürd Milli Unsurlarını Rojava coğrafyasını terk ederek farklı ülkelerde sürgünde yaşamak zorunda bıraktılar. Bu arada Kürdistani partilere ait ofisler yakılıp yıkıldı, Newroz kutlamalarına ve Ala Kürdistan’ın dalgalanmasına bile izin vermeyerek talihsiz ihanetçi rollerini oynayarak ve yine sömürgecilere yaranmak üzere her türden zulüm ve entrikayı hayata geçirdiler.
Kandil Baronları zorlandıkları dönemlerde birlik adına Serok Barzani ve diğer bazı Milli Güçlerin çabalarıyla oluşturulan Erbil ve Dohuk protokollerine imza atmış olmalarına rağmen Kürdler arası barış ve iş birliğini ihtiva eden bu anlaşmalara sadık kalmayarak adeta yapılan anlaşmaları işlevsiz kılmak için olmadık entrikalarla süreci berhava etmeye giriştiler. ABD ve müttefiklerinin rejim güçlerine ve İŞİD’e karşı savaşta kullanılmak üzere PYD – YPG’ye yaptığı on binlerce tır dolusu mühimmatın neredeyse yüzde otuzunu Şam’daki rejim güçlerine aktarırken geriye kalan kısmını Kandil Baronlarını korumak üzere kullandılar. Yine Haseke ve Rakka bölgelerindeki petrollerin önemli kısmını katil Esad rejimine satarken kalanını Avrupa ülkelerindeki yakınlarının hesaplarına gönderdiler.
Vazgeçemedikleri Stalinist anlayışlarıyla Sovyet bakiyesi Rusya’ya bir türlü güven vermeyen Kandil Baronları Rojava’daki güçlerin başındaki General Mazlum Kobani ve arkadaşlarını etkisiz ve inisiyatifsiz kılmak üzere Kandil’den gönderdikleri Sabri Ok, Mustafa Karasu ve Salih Müslim gibi karanlık unsurlarla süreci yönetmeye çalıştılar. Gerilla Savaşı’na uygun olmayan dümdüz bir coğrafyadan Türkiye topraklarına attıkları roketleriyle TC Devleti’ne Rojava topraklarını işgal etmeleri için adeta davetiye çıkardılar.
İran Mollaları’nın taşeronu Haşti Şabi güçleri ve Baas kalıntısı şoven Arap aşiretleriyle girdikleri çıkar ilişkileri temelinde bir takım kirli ittifaklar geliştiren bu bedbahtlar Rojava’da Milli Kürd Damarı’nı temsil eden Roj Peşmergeleri’nin kendi ülkelerinde düşmana karşı savaşmasına ve hatta ata baba topraklarına dahi müsaade etmediler. Türkiye’nin Afrin dahil diğer işgal hareketlerine on gün dahi direnemeyen/direnmeyen bu milliyet düşmanları gelinen bu aşamada yeni bir Türk işgal hareketine karşı koyamayacaklarını bahane ederek önderleri Öcalan’ı yirmi sene Şam’da misafir etmiş ve Kürdlere altmış yıldan bu yana her türlü zulüm ve katliamı reva görmüş olan ve yine on binlerce Kürd gencine mezar ettikleri Rojava Kürdistanı’nı Beşar Esad katiline anahtar teslimi peşkeş çekmeye hazırlanırken Rusya ve İran Devletleri’nin hesaplarına çalıştıklarını da böylece teyit etmiş olmaktadırlar.
Sonuç olarak Türkiye Devlet Yöneticilerinin Güney Batı Kürdistan’ına (Rojava’ya) yönelik kin, nefret ve düşmanlık dolu sözlerine ve muhtemel yeni işgal girişimlerine yurtsever Kürd hassasiyetlerimiz ve Kürd halkına karşı tarihi sorumluluklarımızdan dolayı şiddetle karşı olduğumuzu beyan etmekteyiz. Ayrıca son kırk yılda dört parça Kürdistan’da Kürdlerin karşı karşıya kaldıkları işgal, vahşet ve büyük kayıpların PKK ve ona bağlı çevrelerin uyguladıkları yanlış ve güdümlü siyasetleri nedeniyle yaşandığını da yüksek sesle haykırmak istiyoruz.
Bu arada 20.07.2022 günü TC’ye bağlı işgalci güçlerinin Güney Kürdistan’ın Zaho kentinde masum ve sivil insanlara yönelik vahşi katliamına şiddetle karşı çıktığımızı ve her koşulda Kürdlerin meşru temsilcisi olan Güney Kürdistan Hükümeti’ni desteklediğimizi beyan ediyoruz.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.