Kuzey Kürdistan’da ki son süreçlerde Kürd halkının yaşamakta olduğu vahşet, acı ve savaş durumunu geçmişten bağımsız ve o dönemlerde yaşanmış gelişmelerden azade değerlendirip, sorgulamayarak, anlayıp, kavrayabilmek ve halkımızın günümüz de yaşamakta olduğu ızdırap ve çaresizliklerine çözüm getirebilmek asla mümkün olmayacaktır.
İşte bu sebeplerden dolayı, geçmişi özet olarak da olsa, yeniden biraz hatırlayıp irdelenmekte büyük yarar olacağı düşüncesindeyim.
Kürdistan’da ki işgalci güçlerin adına Türkiye dedikleri coğrafyamızda, yüz yıllardır var olan ve giderek kangrenleşmiş, Kürd ve Kürdistan sorunu adil, eşitlikçi ve hakkaniyete dayalı bir çözüme kavuşturulamadığı için, Kürdlerin uzun yılları kapsayan hak ve özgürlük mücadeleleri kesintisiz devam etmektedir. Bu mücadele süreçleri, T.C. devletinin has yöneticilerinden aynı zaman da Kürd düşmanlığıyla ünlü Süleyman Demirel tarafından, 28 Kürd isyanı olarak tarif edildiği az çok siyaset ile uğraşan herkes tarafından gayet iyi bilinmektedir.
Bahse konu bu Kürd isyanlarının inkârcı T.C. Devleti tarafından eşit olmayan askeri güç, teknoloji kullanılarak ve ayrıca her türden siyaset hilesi ve entrikalarına başvurularak, büyük katliamlar ve sürgünlerle nasıl bastırılıp ve Kürdlerin yeniden nasıl mağdur duruma düşürüldükleri, ilgili çevrelerin hafızasında ki yerini bütün tazeliği ile korumaktadır.
Ancak, Kürdlerin büyük trajedisi ve mağduriyetleri ile sonuçlanmış olan her olay, yeni nesil Kürd yurtsever devrimci insanların geçmişi sorgulayarak daha akıllıca bir mücadele tarzını geliştirebilmeleri açısından, her şeye rağmen oldukça öğretici olmuştur. Kürd özgürlük mücadelesini kaldığı yerden yeniden ısrarla sürdürmeye ve geçmiş tecrübelerin küllerinden kendisini yaratıp, organize olmaya çalışan devrimci yurtsever Kürdistani kadrolar, dünyada ki gelişmeleri ve değişimleri de büyük bir dikkatle izleyerek, var olan koşullarda mümkün olan en sağlıklı örgütlenme ve bir bütünen Kürd insanlarını aydınlatma doğrultusunda önemli sayılabilecek işler yapmışlardır.
Özellikle 1960’lı yıllardan itibaren Kürd aydınları öğrenci gençliği ve milliyetçi din adamlarının yoğunluklu olarak içinde bulunduğu ve lokomotif güç olarak yürüttükleri bu çalışmalar, ilerleyen zamanlar da önemli sayılabilecek düzeyde, Kürdistan köylülüğü ve emekçi çevreler arasında büyük potansiyele ulaşarak, ses getiren sivil itaatsizlik anlamında ulusal özellikli kitlesel demokratik eylemlerin yapılmasına olanak sağlamıştır. Daha çok milliyetçi sol kadroların inisiyatifinde gelişen ve Kürd milli duygularının açığa çıkmasına büyük katkılar sunan bu eylemlerin, sömürgecileri oldukça fazla endişelendirdiği ve Kürdlerin lehine gelişmelerin kaydedildiği bu dönemlerde, Kürd aydın ve milliyetçi çevrelerin önünün kesilmesi ve mücadelenin intikaya uğraması için, Devletin ciddi sayıda insanlarımızı tutuklayarak zindanlara attığı ayrıca bunların önemli bir kısmının ülkeyi terk etmek zorunda kaldığı ve ayrıca yurtsever potansiyelin üzerinde ki baskıların giderek yoğunlaştırıldığını bilmekteyiz.
Sömürgecilerin tüm bu baskı ve zulümlerine karşılık, Kürdistani örgütlenme ve aydınlanmanın önü bir türlü alınamamış, aksine yurtsever mücadele safları giderek sıklaşma istidadı göstermiştir. Kürdistan’da ki bu gelişmeler yaşanırken tam da bu noktada devletin aczini aşabilmek üzere, derin çevrelerin üst aklı devreye sokularak, bir taraftan iç kargaşa ve istikrarsızlığı bahane ederek darbe koşulları hazırlanırken, diğer taraftan devletin denetleyebileceği ve kendisine bağımlı sözde bir Kürd örgütünü yaratmanın çalışmaları oldukça hızlı bir biçimde sürdürülmüştür. Bütün bu gelişmelerin sonucunda Türkiye’de her zaman Devletin kontrolünde olan Türk sol örgütleri ve Türk milliyetçi çevreleri vasıtasıyla, Devletin nihai hedefi olan darbe koşullarını yaptıkları eylemler ve kitlelere çektirdikleri acı ve ızdırap üzerinden hazırlayarak, tarihsel misyonlarını yerine getirmişlerdir. Konunun Kürdleri ilgilendiren talihsiz yanı ise, ülkesinin işgal edilerek kendisine köle muamelesi yapılan Kürdlerin, sömürgeci güçlere yönelik tepki ve isyanlarının, Devletinde büyük katkılarıyla PKK gibi sınıfsal mücadeleyi önceleyen sözde bir Kürd örgütüne kanalize edilmiş olmasıdır.
Esasen Kürd’lerle ve Kürdistan ile ilgili samimi ve gerçek, omurgalı bir projeye sahip olmayan ve kendisini her vesileyle, Kemalist Mahir ÇAYAN ve benzeri Türk sol ideologlarının ve mücadelesinin devamcısı olarak gören PKK örgütünün, tamda sömürgeci devletin tüm yurtsever Kürd yapılarına yönelik öldürücü darbesinin gündemde olduğu dönemde, Kürdlerin temsilcisi olarak orta yere çıkarılması oldukça manidardır. Siyaset hayatına Devletin kendisine gösterdiği hoşgörüyle kendisinin dışındaki yurtsever yapılara ve yüz yıllarca Kürdler arasında büyük bir saygınlığa sahip şahsiyetlere, ayrıca Kürdlerin fazlaca önemsediği değerlere saldırarak başlayan ve kendisine sistem tarafından göz yumulduğu ölçülerde güçlenen PKK yapısı, giderek kendisine biat etmeyen tüm Kürdistani örgüt, şahsiyet ve kurumları işlevsizleştirip, itibarsızlaştırarak adeta bileği bükülmez, eleştirilemez ve dokunulmaz bir yapıya dönüştürülmüştür.
Kürd ulusal mücadelesine ve geçmişteki emeklere reddi miras temelinde yaklaşan bu yapı, bir taraftan sömürgeci güçlerin işini kolaylaştırırken, diğer taraftan Kürd’lere tarihte emsaline rastlanmayacak bedeller ödeterek acılar çektirmektedir. Geldiğimiz noktada Kürdlerin yararına olmayan ve özünde Türkiye’yi ılımlı İslamcılar mı, yoksa Kemalist solcular mı yönetmelidir, iktidar kavgasında kendi genetiği gereği Kemalistlerin yanında saf tutan PKK hareketi ne yazık ki bu kirli ve taşeroncu siyasetini yürütebilmenin alanı olarak, Kürdistan’ın kasaba ve şehirlerini seçmiş, sömürgecilerin savaş tatbikatı ve vahşet uygulamaları alanına dönüştürmüştür. Yüzlerce Kürd gencinin katledildiği, Kürdistan kasabalarının bir baştan bir başa viraneye çevrildiği bu savaş, asla Kürdlerin savaşı ve mücadelesi olarak algılanmamalıdır.
Bütün bu gelişmeler ve PKK hareketinin yanlışları sömürgeci T.C. Devlet güçlerinin Kürdistan’da yaptığı çağ dışı vahşeti haklı çıkaramaz. T.C. devlet yöneticileri en kısa zamanda Kürdistan daki vahşi katliamlara acilen son vermeli ve yüz yıllardır inkar edilen Kürd halkının haklı ve meşru taleplerini, Kürdlerin gerçek temsilcisi olan ve yüreği Kürdistani bir aşk ile tutuşan çevrelerle görüşerek çözüme kavuşturmalıdır, aksi durum Kürdlerin lehine olmasa bile, hem T.C. Devletini uluslar arası arenada zorda bırakacak, hem de yaşanacak olaylardan ötürü bırakın kardeşlik teranelerini, Kürdlerle iyi komşuluk ilişkilerinin koşulları bile kalmayacaktır.
Burada kendisine Kürdüm ve Kürdistaniyim diyenlere özellikle seslenmek istiyorum, Kürdistan bizim ülkemiz ve devletle PKK’nin mengenesine sıkışıp acı çeken Kürdler bizim kardeşlerimizdir. Namuslu Kürdlerin, yanlışın sahipleri olanlar arasında arabuluculuğu bırakıp, Kürd halkının karşı karşıya bulunduğu vahşete çare olacak acil tedbirler almalı ve konuyu dünya milletler camiasında en üst düzeyde gündeme getirerek ,bu acıya çözüm yönünde güçleri yettiği oranda katkı sunmalı ve Kürdlerin kanatılan yarasına merhem olmalıdırlar.
Unutmayalım ki “Kürdistan bizim toprağımız, Kürd’ler bizim kardeşlerimiz ve göz bebeklerimizdirler’”
Saygılarımla
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.