T.C. devlet yöneticilerinin ve Türk savaş stratejisini yöneten çevrelerin, Rojava ve Suriye’nin İdlib kentine yönelik işgal hareketini yönettikleri bu sıcak günleri değerlendirirken en fazla konu ettikleri ve büyük pişmanlık yaşadıkları iki önemli olaydan bahsetmektedirler. Birinci olay doksanlı yıllarda ABD’nin Çekiç Güç vasıtasıyla güney Kürdlerini koruma altına almaları, ikinci olay ise yine ABD’nin telkinlerine inanarak Kobani direnişinde Kürdlere kerhen verdikleri destektir.
Onlara göre bu tarihi ve stratejik hatalar yapılmamış olsaydı Kürdler verdikleri mücadeleye rağmen Orta Doğuda kayda değer bir güç olamayacaklardı ve Türkler yaşadıkları bu pişmanlığı telafi etmek için giriştikleri yeni işgal ve imha hareketleriyle sadece bölge ülkelerini değil aynı zamanda küresel güçleri de karşılarına almamış olacaklardı. T.C. devletinin bu pişmanlıklarının telafisi için ortaya koydukları en somut pratik, Güney Kürdistan’da ki bağımsızlık referandumunda Kerkük’ü işgal eden güçlerle birlikte hareket etmesidir.
Hemen hemen her gün Türkiye televizyonlarında arzı endam eden askeri ve sivil strateji ve siyaset erbabı, Kürdlerin bölgede herhangi bir statü sahibi olmaması için ya da Kürdlerin imhasına yönelik projeleri tartışmakta ve Kürd halkıyla onun mücadeleci unsurları arasında yapay bir ayrılık yaratma çabasında birbirleriyle yarıştıklarını görmekteyiz. Ve bu tartışmalara katılanların tamamı farklı görüşleri savunuyor gibi görünseler de Kürdleri yok etme ya da köle pozisyonunda tutabilmek üzere nasıl bir konsensüs içerisinde olduklarını büyük bir ibretle izlemekteyiz.
Bahsi geçen bu zevat binlerce yıllık sözde Türk ve Kürd kardeşliğini kendi çıkarları doğrultusunda dile getirirlerken, aynı zamanda kardeş diye bahsettikleri Kürdlerin bölünüp parçalanarak güçsüzleştirilmesini temel bir anlayış olarak ortaya koymaktadırlar. Osmanlıdan sonra yaklaşık 100 yıllık Türkiye Cumhuriyeti devletini her alanda riske sokmayı göze alan bu çılgın aklı evveller, ortaya koydukları bu çirkin anlayışla coğrafyayı kan gölüne ve ebedi düşmanlıklara dönüştüreceklerinin farkında olamayacak kadar gözü dönmüş bir durumdadırlar.
Oysa Kürdler, yaşadıkları bu coğrafyada hiçbir halkı düşman olarak görmemekte ve kendilerinin millet ve insan olmaktan kaynaklı hak ve özgürlüklerini önceleyen bir mücadele yürütmektedirler. Yaklaşık 50 milyon nüfusa sahip Kürd halkının,kendi atalarına ait topraklarda özgür ve bağımsız yaşama talepleri çağımız dünyasında hem haklı hem de meşru görülmelidir. Bu anlamda Kürdlerin beklentileri kendi topraklarında köle gibi yaşamak değil, coğrafyada yaşamakta olan diğer milletlerle aynı haklara sahip dost ve komşu olarak yaşama isteğidir.
Dolayısıyla Kürdistan’ı sömürgeleştiren devlet ve çevrelere çağrımız, Kürd halkını köle olarak görmekten vazgeçmeleri ve 21. Yüzyılda tek bir insanın dahi köleliği kabul etmeyeceği bu koşullarda bu kadim toprakları daha fazla kana bulayıp masum insanların ölümüne sebep olmadan onurlu bir barışın hayata geçirilmesi için aklı selim ile mevcut sorunlara çözüm bulunmasıdır. Savaşın ve şiddetin halklar arasında kazananı olmamıştır, böylesi ortamlar sadece dünyaya hükmeden emperyalist çevrelerin işine yaramaktadır.
Gelin kaynaklarımızı savaş aletlerine değil halklarımızın huzur ve refah içerisinde yaşayabileceği alanlara yöneltelim. Aksi durum halkların acı, ölüm ve vahşet içerisinde birbirini boğazlama sebebi olacaktır ve dolayısıyla bu durum telafisi mümkün olmayan sonuçlara yol açacaktır. Kürd halkı ve onun aklı selim temsilcileri böylesi onurlu bir çözüme hazırdır yeter ki karşı taraf ırkçı şoven anlayışlarından sıyrılarak doğru ve kabul edilebilir bir projeyi ortaya koysun.
Saygılarımla
M. Hüseyin Taysun
21.02.2020 / Ä°st.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.