Bölgemizde suların yeniden ısındığı/ısıtıldığı ve Ortadoğu’daki mevcut statükocu yapının ya rehabilite edilerek ya da değiştirilerek dizayn edilmeye çalışıldığı bir dönemde 80 milyon insanın yaşadığı T.C Devletinde seçimlerin yapılıyor olması ve bu devletin önümüzdeki yıllarda hangi parti, hangi anlayış ve hangi kadrolar tarafından yönetilecek olması özellikle biz Kürdler tarafından oldukça önemli bir konu olarak algılanıp takip edilmelidir.
Osmanlı’nın çöküşünün hemen ardından sistemi, işleyiş kodları Mustafa Kemal ve İttihatçı kadrolar tarafından belirlenen ve sinsi bir siyasi mühendislik örneği olarak ortaya çıkarılan T.C Devleti bu topraklarda yaşayan başta Kürd Halkı olmak üzere diğer bütün milletlerin varlığını ve haklarını yok sayarak sadece Türklerin devleti olma özelliğini günümüze kadar ısrarla sürdürmektedir.
Bu sinsi ve başka milletlerin red ve inkârı üzerine kurulmuş lanetli plan Mustafa Kemal’ in ölümünden sonra da ülke yönetimine gelen Kemalist Balkan ve Kafkas devşirmeleri vasıtasıyla büyük bir inat, ısrar ve dikkatle sürdürülmüştür. Diğer milletleri red, inkâr ve asimilasyonla eritme anlayışına karşı muhaliflerin geliştirdikleri toplumsal ve ulusal her türlü muhalefet muktedirlerin T.C Meclisinden çıkardığı yasalar ve alanlarda kullanılan her türden zorba yöntemlerle susturulmuş, bastırılmış ve zulme uğratılmıştır.
Bahsi geçen bu süreçlerde iktidarda bulunan partilerin adları ve amblemleri birbirinden farklı olsa da muhaliflere ve mazlumlara yönelik uygulanan bastırma, boğma ve ezme yöntemlerinin felsefesi bizzat Mustafa Kemal tarafından mimarize edilmiş bir anlayışa dayanmaktadır.
Üzerinde yaşadığımız dünyada büyük değişimler olmasına rağmen ülke yönetimini elinde bulunduran Kemalist Elit kendi yöntemlerinde oldukça ısrarlı davranıyor; değişim, dönüşüm ve yapılması gereken reformlara kendisini kapatarak direniyordu. Süreç içerisinde ise gerek muhaliflerin demokrasi mücadelesine ve gerekse Kürdlerin hak ve özgürlük mücadelelerine fazla direnemeyen statükocu zorba anlayış ülkede ve uluslararası arenada önemli itibar kaybına uğruyor ve giderek irtifa kaybediyordu. Bu irtifa ve itibar kaybı Kemalist kadroların ülkeyi yönetmekte büyük zorluklarla karşılaşmasına neden oluyor, kitlelerde önemli sıkıntılara; ekonomik ve sosyal çalkantılara sebebiyet veriyordu. Ülkeyi demokratikleştirerek hak ve özgürlükleri genişleterek ve en önemlisi Kürd Halkının meşru taleplerini dikkate alarak ülkenin tamamını istikrara, rahata ve huzura kavuşturmaları mümkün olduğu halde Kemalistler tam tersine ırkçı faşist bir anlayışla her seferinde orduyu göreve çağırarak darbeler yaptırarak ve her türden zorba, faşist ve iğrenç yöntemleri devreye sokarak ezilenlerin demokratikleşme Kürdlerin de hak ve özgürlük taleplerini bastırma yolunu seçmiştir.
Bütün bu zorba ve faşizan uygulamalara rağmen ülkeyi yönetemez duruma gelen Kemalistlere karşılık özellikle Kürdlerin geliştirdiği özgürlük savaşı ve Anadolu’daki yoksul yığınların rahatsızlıkları NATO müttefiki olması nedeniyle ABD’nin devreye girmesine sebep olmuş yine ABD’nin mevcut sorunlara reformcu bir yaklaşım gösterilmesi direktifleri çerçevesinde ılımlı İslam’ı temsil iddiasındaki AK Parti’nin iktidar olması sağlanmıştır.
2003 yılında Kürdlerin de önemli bir kesiminin desteğini alarak iktidara gelen AK Parti Kürd sorununu çözme ve Türkiye’deki demokratikleşme konusunda çalışılmış bir programa sahip olmamasına karşılık seçim meydanlarında Kürd sorununa çözüm getireceğini ve ayrıca ülkeyi demokratikleştireceği konusunda büyük vaatlerde bulunmuş ve bu vaatlere inanan belli bir Kürd kesimi ve ülkedeki Liberal Demokrat kesimlerden sürekli destek almış ve bu vesileye daha sonraki seçimlerde de meclisteki milletvekili sayısını giderek artırmış, iktidardaki gücünü pekiştirmiştir.
AK Parti kitlelere yapmış olduğu vaatlerin önemli bir kısmını unutarak bir takım kırıntılarla Kürd Halkını ve diğer demokratik güçleri oyalayıp ülke imkânlarını kendisini var eden çevrelere peşkeş çekerek geleneksel T.C iktidarlarını aratmaz bir duruma getirmiştir. Bütün bunlar yaşanırken 90 yıl ülke yönetimini elinde bulunduran Kemalist çevreler kafasını çıkara dayalı ilişkilere gömmüş olan AK Parti iktidarını zora sokmak üzere avantajlarını kaybetmiş olmanın da verdiği kuyruk acısıyla ülkedeki tüm mağdur çevrelerle sıkı ilişkilere girerek başta marjinal Türk Solu ve Aleviler olmak üzere tüm çevreleri harekete geçirerek Cumhuriyet mitinglerinden Gezi olaylarına kadar bir yığın ses getiren eylemi örgütlemiştir. Ayrıca ve en önemlisi marjinal Türk Solunun bir takım yetkin kadrolarını Kürdler adına mücadele verdiğini söyleyen HDP yapısı içine sızdırarak bu kesimin tabanındaki özünde Kürd milliyetçisi olan yüzbinlerce insanın da desteğini alarak Kürd Uusal Mücadelesinin yönünü saptırmış ve kendi lehine kullanabilmiştir.
Böylelikle provoke edilen Kürd kitlesi kendi ulusal davasından giderek uzaklaştırılarak potansiyel AK Parti düşmanı konumuna getirilmiştir. Oysa T.C parlamentosunun geçmiş performansına baktığımızda verilen mücadeleler sonucunda Kürdlerin hak ve özgürlük talepleri tam da olumlu anlamda neticelenme yolunda giderken hep bir takım sızmalar vasıtasıyla yolundan saptırılmış ve farkında olmadan sistem partileri arasındaki mücadelede her hangi bir tarafın piyonu veya taşeronu durumuna getirilmiştir.
Bütün bu geçmiş tecrübelere dayanılarak ve ayrıca Kürd Halkının ödediği büyük bedeller göz önüne alındığında ırkçı bir anlama gelecek olsa da siyaseten söylemek zorunda olduğum “Kürdün Kürdden başka dostu yoktur” sözüyle önümüzdeki 1 Kasım seçimlerinde Kürdlerin ya seçim sandıklarına gitmemesini şayet sandığa gideceklerse oylarını seçime giren Kürd partilerinden kendilerine yakın olduğunu hissettikleri partiye kullanmalarını öneriyorum.
Umarım ve temenni ederim ki bu kadar acı ve tecrübelerden sonra Kürd siyasi çevreleri kendi, birliklerini sağlarlar ve topraklarını işgal etmiş güçlerden medet, himmet ve merhamet beklemezler.
Saygılarımla
23/10/2015 İSTANBUL
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.