Herhangi bir ülkede mazlumları korumak ve haksızlıkları ortadan kaldırmaya yönelik bir siyaset yapabilmenin ve yapılacak olan siyasetin başarılı olabilmesinin olmazsa olmaz bazı koşulları vardır. Öncelikle bahsi geçen ülkede yaşamakta olan ve hak gaspına uğramış millet ve toplulukların bütün yönleriyle incelenerek tarihi, kültürü, inançları, karakteristik özellikleri ve bunların ne istedikleri tespit edilerek yapılacak siyaset anlayışını bu kriterlere göre ve buna uygun bir siyaset şekli geliştirilmelidir.
Ancak ne yazık ki Türkiye Kürdistanı\'nda mazlum Kürd halkı adına PKK ile birlikte ortaya konulan siyaset tarzı tamamıyla sömürgeci Türk devletine hizmet edecek bir biçimde geliştirilerek Kürd halkı bu son 40 yıllık süreç zarfında büyük kayıplara uğratılmış ve büyük acılar çekmiştir. PKK’nin ortaya koyduğu siyaset tarzı Kürdlerin var olan problemlerine çare olmadığı gibi sömürgeci TC Devleti’nin Kürdleri asimilasyona tabi tutan onları baskı ve zulme muhatap kılan bir biçimde gelişmiştir.
PKK hareketi Kürd halkının özgürlüğün derin özlemini çektiği ve özgür bir yaşam için büyük fedakarlıkları göze alabileceği bir dönemden TC Devleti’nin derin güçleri tarafından siyaset sahnesine sürülerek ve de hiçbir Kürd yurtseverinin karşı çıkamayacağı bağımsız birleşik Kürdistan Şiarıyla kendisini tanıtarak özellikle de Kürd gençliğini muazzam etkileyerek bir çıkış yapmış ve çok kısa bir zamanda kitleselleşmiştir. Aynı dönemlerde sahada siyasi çalışma yapan Kürd ulusal güçlerini zayıflatmak ve onların Kürd toplumu nezdindeki itibarlarını kırmak ve yine Kürd yurtsever hareketlerini hainlik ve işbirlikçilikle suçlayan büyük bir kampanyayı da başlatarak kısa bir dönem sonra Kürd milli hareketlerinin önemli kadrolarına yönelik suikastlar düzenleyerek Kürd siyasetçileri arasında ilk defa kardeş kanının dökülmesine sebep olmuştur. “Bunların bazıları: Ferit Uzun ve Mustafa Çamlıbel’in katledilme olaylarıdır.”
Kürd yurtsever güçlerinde büyük şoklar yaratan bu eylemler sonucunda oldukça ciddi bir çalkantı yaşayan yurtsever örgütler bu olayların hemen akabinde 12 Eylül Faşist Darbesi’nden büyük etkilenmiş, derin güçlerin projesi olan PKK hareketi silahlı mücadeleyi başlatarak bilinçsiz Kürd gençliği üzerinde büyük bir etki yaratarak ve o dönem vaat ettikleri bağımsız birleşik Kürdistan sloganıyla kandırdığı binlerce Kürd gencini Kürdistan dağlarına taşımıştır. Bu arada 12 Eylül Faşist Darbesi’nden dolayı önemli kadrolarını yurt dışına çıkaran ve bir kısmı da tutuklanarak zindanlara atılan yurtsever örgütlerin bu boşluklarından yararlanan PKK hareketi oldukça zayıf düşen kendisinin dışındaki yurtsever örgütler üzerinde özellikle silah ve şiddet faktörünü de kullanarak geriye kalanları da sindirerek adeta kendisi için Kürdistan coğrafyasında rakipsiz olarak at oynatmaya başlamıştır.
O dönemi A. Öcalan şöyle tarif etmektedir: Pilot Necati, A. Polat Kesire Yıldırım ve Baki Karaer vasıtasıyla TC Devleti’ni kullanarak güçlendiği bir dönem olarak anlatmaktadır. Yaklaşık aynı dönemlerde PKK kadrolarından Mahsun Korkmaz, Hasan Hayri Durmuş, Mehmet Şener ve arkadaşlarının tasfiye olayı gerçekleşmiştir. PKK artık Öcalan ve Tuzluçayır ekibi tarafından yönetilmekte ve derin devletin güdümündeki ekibin eline düşmüştür. Öcalan ve ekibi PKK içindeki rakiplerini ve kendilerinin dışındaki yurtsever milli güçleri tasfiye ettikten sonra derin güçlerden aldığı talimatları 40 yıl boyunca sürdürecek bir siyaset ve eylem tarzını yürürlüğe koymuştur.
İşte PKK bu vesileyle güçleniyor ve güçlendikçe diğer Kürd örgütleri üzerinde baskılarını artırarak giderek azgınlaşıyor. Bunlarla da yetinmeyen PKK hareketi bu sefer milli özelliklere sahip Kürd kanaat önderlerine, aşiret reislerine, yine yurtsever Şex ve Ağaları hedefine koyarak ve onlara büyük şiddet uygulayarak adeta teslim alıyor, teslim olmayanların köylerini basıyor, evlerini yıkıyor ve bu baskı ve şiddete direnip dayanamayanları koruculaştırarak adeta TC Devleti’nin kucağına atıyordu. PKK kullandığı Kürdlere yönelik şiddet hareketleriyle aileleri kendi içerisinde parçalayarak kardeşi kardeşe, babayı oğula düşman ederek yine TC Devleti’ne hizmet ediyordu. Birçok aile böylece parçalanıyor, PKK’nin baskılarına dayanamayan binlerce aile köy ve kasabalarını terk ederek metropol şehirlerine göç ederken Kürdistan coğrafyası adeta devlet güçleri, korucular ve PKK güçleri tarafından taksim edilerek Kürdistan kıyasıya bir savaş alanına dönüştürülüyordu. Ailelerinden kopan Kürd gençleri farklı vaatlerle dağa çıkarılıyor, buralarda gençlere verilen materyalist eğitimlerle beyinleri yıkanarak dini inançlarından, geleneksel Kürd kültüründen ve aile yapısından uzaklaştırarak adeta birer savaş makinesi olarak yetiştiriliyorlardı. Bu gençlere verilen teorik ve silahlı eğitimler Türkçe yapıldığı için bir dönem sonra gençler kendi ana diline yabancılaştırılarak böylece Türk sol kaçkınlarına methiyeler dizecek duruma geliyordu. Bu çocukların gözünde Türk solcuları Kürdler adına savaştıkları için Türklere büyük hayranlıkla bağlanıyorlardı.
Öcalan’ın kurmay ekibi Kemalist Türk solu, Türk Alevi solcular ve birtakım karanlık unsurlardan oluşurken kendisinin Marksist Leninist düşüncelerine Kürd milli davasını önceleyen hiçbir kadroya tahammül göstermeyerek birçoğunu farklı dönemlerde hain ilan ederek ya katletmiş ya da itibarsızlaştırarak bir kenara atmıştır. Legal alanda ise hemen tüm seçimlerde Türk solcularıyla yapılan sözde ittifaklarla halkta hiçbir karşılığı ve ağırlığı olmayan ve kendi mahallesinde muhtar bile seçilemeyeceklere Kürd şehirlerinde Milletvekilliği ve Belediye Başkanlıkları adeta peşkeş çekiliyor, partinin en yetkili yerlerinde onlara Kürdleri yönetme pozisyonu yaratılarak baş tacı ediliyorlardı. Kürdlerin oyları ve emekleriyle seçilen Türk solcuları bir dönem sonra devlete yaptıkları hizmetlerden dolayı deşifre olduktan sonra kendi köşelerine çekilerek keyif sürüyorlardı. Mücadele alanlarında sürekli kaybeden taraf olan PKK ve ona bağlı legal partiler Öcalan’ın teslimiyetinden sonra geliştirilen sözde çözüm sürecinde söz konusu Öcalan’ın kendi canını kurtarmak olunca Öcalan’ın daha önceki söz ve eylemlerinden çark ederek yeni teori ve taktikler üretmek suretiyle Cemil Bayık’ın yazısında belirttiği görüşleri uzayda yeni bir gezegen keşfetmişçesine şunları ifade edecekti:
Abdullah Öcalan’dan yeni keşifler
Yıl 2013, Öcalan’ın yeni talimatları: Demokratik İslam siyasetiyle bu halka gidilmeli. Yazdığı mektupta İslam vurgusu yaparak silahların yurt dışına çıkarılması talimatını vermiştir ve şöyle devam etmiştir mektubuna: Bugün kadim Anadolu’ya Türkiye halkı olarak Türk halkı bilmeli ki Kürdlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altında ortak yaşamaları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayalıdır. Aslında Öcalan’ın bu mektubu tam da umutsuzluğa kapılarak kendisini kurtarmaya yönelik ve Ak Parti iktidarına güzelleme yaptığı bir döneme rastlamaktadır. Ve bu dönem Kandil ile Öcalan arasındaki derin çelişkiyi anlatmakta ve dolayısıyla Öcalan’ın Kandil’den ve Marksist kadrolardan umudunu kesmiş olduğunu ifade etmektedir.
Gelelim Kandil’deki Cemil Bayık’ın son açıklamasına: Cemil Bayık 4 gün önce Emek ve Özgürlük ittifakına seslenerek inançlı insanlara yönelik siyaset yapmaktan söz ederek ve bu kesimin Türkiye’de çok güçlü olduğunu anlatarak: “Bunlar büyük bir kesimdir ve bunları görmez, bunlara göre siyaset geliştirmez ve bunları kucaklamazsanız bunları Erdoğan’a kaptırırsınız ve seçimlerde farklı bir durum ortaya çıkar.” Diyerek dolayısıyla Öcalan’ın bunu görerek siyaset geliştirdiğini ve o dönemde geliştirdiği siyaset demokratik İslam siyaseti üzerineydi diyor ve Türkiye’de İslam’ın hakim olduğunu söyleyerek Türkiye’de başka dinlerin mensupları olsa da hakim olan Müslümanlardır. Dolayısıyla bunları görmeden siyaset yapamazsınız, sonuç alamazsınız ve herkesin bu durumu görmesi gerektiğini söyleyerek herkesin demokratik İslam siyasetiyle bu halka gidilmesini önermiş ancak böylesi bir siyasetle sonuç alınabileceğini söylemiştir.
Şimdi buradan Cemil Bayık’a sormak istiyoruz: Üzerinde yaşadığınız ve ayrıca çok iddialı bir siyaset yürüttüğünüz bu coğrafyada yaşayanların ve özellikle de Kürdlerin yüzde 90’ının Müslüman olduğunu ayrıca güçlü bir İslam damarının varlığını 40 yıl aradan geçtikten sonra mı fark ettiniz? Kandil’de birlikte strateji ve siyaset ürettiğiniz kadrolardan Mustafa Karasu’nun ve Duran Kalkan’ın hemen her gün İslam’a hakaret ve küfürler ederek Kürd halkına devletsiz, ailesiz, inançsız, karısız kocasız bir yaşam önerdiklerinin farkında değil misiniz? Omurgasız ve tutarsız güdümlü siyaset tarzınızı eklektik bir anlayışla sürdürebilmeniz ve dinine, kültürüne ve değerlerine sıkı sıkı bağlı olan Kürd halkını daha ne kadar kandırıp onlardan kendi çıkarlarınız için faydalanmaya çalışacaksınız. Dağdaki Kürd çocuklarına ateizmi öğreterek diğer taraftan ana babalarının dini duygularını sömürerek artık siyasi ömrünüzü uzatmanız mümkün değildir. Sizlere önerimiz: Eteğinizdeki şeytan taşlarını atarak ve geçmişte yaptıklarınızdan dolayı Kürd halkından özür dileyerek Kürd halkının kimlik ve özgürlük mücadelesine samimiyetle katılarak yıllardır hizmetkârlığını yaptığınız Kemalizm’e elveda etmenizin zamanı gelmiş ve çoktan geçmektedir.
M. Hüseyin Taysun
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.