Günümüzde yaklaşık elli milyon nüfusa sahip Kürd halkı, dünyanın herhangi bir coğrafyasından herhangi bir tarihte şuan üzerinde yaşamakta olduğu topraklara gelerek yerleşmiş göçebe bir halk değildir. Kürdler, üzerinde yaşamakta oldukları bu toprakların gerçek sahipleri oldukları gibi kendilerine ait dili, kültürü, folkloru, tarihi ve inançları olan kadim bir millettir.
Kürd halkının tarihi ve sosyolojik gerçekliği bu olmasına rağmen ne yazık ki tarihin farklı dönemlerinde, farklı coğrafyalardan ve farklı nedenlerle kovularak bu bölgeye yerleşmiş milletlerin boyunduruğu altında yaşamaya bir anlamda mecbur bırakılmışlardır. Konuyu böylesine derinlikli bir biçimde irdelediğimizde karşımıza çıkan bugün ki tablo, Kürdler açısından özünde büyük bir acı ve trajediye tekabül ederken bir yanıyla da oldukça trajikomik bir durumu ifade etmektedir.
Küresel güçlerin ve bölge devletlerinin kendi dünyevi çıkarları ve ihtirasları uğruna statüsüz ve devletsiz bırakmış olduğu Kürd halkının, haklarının gasp edilerek topraklarının işgal edilip zulme uğramasında Kürdlerin muhataplarına karşı zerre kadar bir suçu ve kabahati olmamıştır. Şayet, Kürdlerle ilgili bir suç veya kabahat aranacaksa o da kendi aralarında istenilen birliği sağlayamamaları ve bütün komşularına karşı saygılı ve hoşgörülü olmalarıdır.
Bütün bu saygılı ve hoşgörülü davranışlarına rağmen Kürdler, her ne zaman kendilerinin doğal hakları konusunda bir istek talebi olmuşsa veya kendilerine yapılan insanlık dışı muamelelere karşı çıkmışlarsa komşuları tarafından büyük zulümlere ve katliamlara maruz kalmışlardır.
Geçmiş tarihleri bir tarafa bırakırsak, birinci paylaşım savaşından itibaren dört parçaya bölünerek bölge devletleri arasında paylaştırılan Kürdlerin, hak ve hukuk adına tüm istek ve talepleri ilgili dört sömürgeci devlet tarafından kan ve zulümle bastırılmış dolayısıyla Kürdler bölgenin asi ve isyankar milleti olarak yaftalanmıştır. Oysa Kürdlerin talepleri millet olmaktan kaynaklı meşru ve haklı evrensel taleplerin ötesinde değildir. Kürdlerin istekleri kendi dilleriyle konuşmak, kendi kültürlerini yaşatmak, kendi tarihlerini gün yüzüne çıkarmak ve kendilerine ait topraklarda kendi kaderlerini kendilerinin belirleme isteklerinden ibaret olmuştur.
Yaşamış olduğumuz dönemdeki gelişmelere bakacak olursak, Kürdlerin yaşadıkları coğrafyada komşularıyla bağımsızlık dahil özerk, federal veya konfederal yaşamaya yönelik şiddet içermeyen ve belli bir müzakere süreçlerinin işletileceği barışçıl, demokratik hak arayışları ve mücadelesi her defasında birbirleriyle derin uzlaşmaz çelişkileri olan dört sömürgeci devletin ortaklaştığı kolektif bir bariyere çarpmakta ve dolayısıyla Kürdlerin meşru hak arayışlarını engelleyerek bölgeye barış ve huzurun gelmesinin de önünü kesmektedir. Böylesi sekter bir politikanın Kürdlerin insanca yaşamına engel olduğu bilindiği gibi sömürgeci devletlerin halklarına da büyük kayıplar yaşattığı bilinmektedir.
Geldiğimiz bu aşamada, Kürdlerin herhangi bir hak ve statü sahibi olmaması uğruna sömürgeci devlet yöneticilerinin kendi halklarına rahat ve huzur vermeyeceklerini yine bu devlet yöneticilerinin kendi ağızlarından öğrenmiş oluyoruz. Bunun en somut örneği Türkiye’yi yönetenlerin sürekli kullandıkları “Biz Güney Kürdistan’la ilgili büyük hatalar yaptık ve Kürdler Güney’de statü sahibi oldular onun için Güneybatı Kürdistan’da bu hatayı asla tekrarlamayacağız.” bu gibi söylemlerdir. Bugün Afrin’e yönelik işgal hareketinin de böylesi bir sakat anlayışın ürünü olduğunu görmekteyiz. Her gün kaç tane Kürd öldürdüğüyle övünenlerin, Kürdlerin elli milyon olduğu gerçeğini görmemeleri ve yine Kürdlerin özgürlükleri uğruna daha birçok acıları göze alabileceklerini anlamamalarını akıl ve mantıkla izah edebilmek mümkün değildir.
Kürd anasını görmesin diye Kürd anasını görmesin diye Kürdü inkar ve imhaya etmeye yönelik harcamaları
Bu anlamda, Kürdü şeytan olarak bellemiş sömürgeci devlet yöneticilerinin şeytan taşlamaktan ibadet etmeye zaman bulamamaları kendi halklarına yapılabilecek en büyük kötülük olarak anlaşılmalıdır. Kürd anasını görmesin diye Kürdü inkar ve imhaya etmeye yönelik harcamaları zarar verecek bir düzeydedir. Oysa tarih boyunca kendilerine sadakatten ve iyilikten başka hiçbir olumsuzluğu yansıtmamış olan Kürd halkına minnet ve şükran borçlarının olduğunu düşünerek bu mazlum halkın haklı ve meşru taleplerini demokratik bir zeminde tartışarak çözümlemeleri bölge halklarına ve dünya insanlığına yapılabilecek en büyük hizmet olarak algılanmalıdır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.