Erdoğan’ ın başında bulunduğu AK Parti’ nin kurulduğu günden itibaren Türkiye’ de mevcut sorunların çözümü konusunda önemli projelere sahip olduğunu, bu projelerini hayata geçirmek üzere başta Kürd Halkı olmak üzere Türkiye’ deki özgürlük, demokrasi ve eşitlikten yana tüm çevrelerin desteğini istediğini ve bu konuda kendisine yardımcı olunmasını beklediğini biliyoruz. Buna karşılık ülkenin var olan kaynaklarını çok uzun yıllar kendi konformist yaşamları adına kullanan ve adeta kendilerini bu ülkenin gerçek sahibi ve elit insanları olarak gören bir avuç statükocu Balkan ve Kafkas devşirmelerine karşılık başta Kürd Halkı ve Anadolu’ nun yoksul insanları Erdoğan ve AK Parti’ ye büyük destek vermişlerdi.
Dolayısı ile bu çağrısına karşılık olarak birçok Kürd Aydını ve kanaat önderinin yanında az sayıda da olsa ırkçılık ve şovenizme karşı olan Türk kökenli sol ve liberal siyasi kesimin de desteğini alan Erdoğan ve partisi uzun yıllar başta Kürdler olmak üzere adalet, demokrasi, insan haklarından yana olan çevrelerden gördüğü destekle demokrasi düşmanı ve şoven anlayış temsilcilerinin üzerine yürümüş, bu kesimlerin önemli bir kısmını yargılatarak zindanlara atmış ve göreceli de olsa vesayetçi kesimden hesap soran bir anlayışı hayata geçirmişti.Aynı dönemlerde istenilen düzeyde olmasa bile Kürd açılımı, Alevi açılımı, Ermeni açılımı gibi toplumda kangrenleşmiş sorunlara eğilerek geçmişte Kemalist elitistlerin ötekileştirip düşmanlaştırdığı çevrelerde yeni bir umudun doğmasına sebep olmuştu. Bu dönemleri ben kendi yazılarımda büyük puntolarla NİSBİ DEMOKRATİK ORTAM olarak defalarca nakletmiştim.
Ancak uzun yıllar ülkenin rantını yiyerek büyük avantajların sahibi olan askeri ve sivil bürokrasiye çöreklenmiş olan ırkçı, şoven sözde solcu Kemalist çevreler ve Yalçın Küçük’ ün talebesi PKK’ li baronlar mevcut durumu provoke ederek, bir taraftan AK Parti’ yi zora sokabilecek tüm entrika ve oyunları büyük bir maharetle sergileyerek bir taraftan da Ergenekoncu, Balyozcu derin çevrelerin dışarıya çıkarılması ve onlara iade-i itibar sağlanması için ellerinden gelen her türlü yöntemi ve eylemi denemişlerdir.
Türkiye’ de Kürd sorununun, adaletsizlik sorununun ve demokrasi sorununun çözülmesini ve aynı zamanda kendi imkânlarıyla kendini büyüten bir ülkeyi içine sindiremeyen küresel güçler hem bu gelişmeleri sabote etmek hem de kendilerine bağlı generallere eski itibarlarını kazandırmak için Türk solu ve PKK güçlerini birer araç olarak kullanarak, yeni oyunlar tezgahlayarak Gezi olayları, hendek-barikat eylemleri ve cezaevlerindeki ölüm oruçlarını devreye sokmuşlardır. İşte bu dönem AK Parti’ ye ve Erdoğan’ a dayatılan “kırk katır mı kırk satır mı” dönemi olarak tarihte yerini almıştır. Tam da bu noktada Türkiye’ nin nimetlerini kendileri adına hesaplayan ve uzun yıllar iktidarın ortağı konumundaki Fetocular devreye sokularak tabiri caizse Erdoğan’ ın ödü patlatılmıştır.
İşte bu kritik süreçte Kürd seçmenlerden büyük destek alan HDP 80 milletvekiliyle iktidarın ortağı olmak yerine Kandil baronlarının talimatlarıyla ırkçı Kemalist Türk solunun büyük oyununa gelip “seni başkan yaptırmayacağız” sloganını ortaya atarak süreci sabote etmiş, adeta Erdoğan’ ı “aşil topuğundan” vurarak onu can havliyle Perinçek, Bahçeli ve Ergenekoncu generallere sarılmaya mecbur etmiş ve Kürdlerin eline geçen ülkeyi birlikte yönetme fırsatı da heder edilmiştir
Erdoğan, Bahçeli, Perinçek ittifakı ve Kürdlere zehir edilen hayat:
Bu süreci Erdoğan’ ın kimyasının bozulduğu süreç olarak değerlendirmek yanlış olmayacağı gibi artık T.C. Devleti de acemi AK Partililer ve devletin derin mahfillerinde kaşarlanmış generaller, Perinçek ve Bahçeli’ nin inisiyatifi ile idare edilmeye başlanmıştır. Ve bu durum ne yazık ki bugün de sürdürülmektedir. PKK ve HDP’ nin Kandil’ den kontrollü şiddet eylemleri ve Türk solunun HDP’ yi ele geçirmesiyle süreç tümüyle Kürdlerin aleyhine işlemeye başladığı gibi bu tarihi yanlışın Kürdistan’ ın diğer parçalarına yansıması da Kerkük ve Afrin’ de görüldüğü üzere Kürd Halkına ağır bir maliyet çıkarmıştır.
Oysa Kürdler ne Türk Halkına ne de bölgenin diğer halklarına düşman değildirler. Yüzyıllardır, Kurtuluş Savaşı dâhil Kürdler her vesileyle Türklerle birlikte hareket etmiştir ve günümüz T.C. Devletinin harcında yüzbinlerce Kürdün kanı ve milyonlarca Kürdün teri bulunmaktadır. Dolayısı ile Kürdler T.C. Devletini yıkmak değil tam aksine Kürd Halkının insan ve millet olmaktan kaynaklı hakları gasp edildiği için mücadele etmektedirler. Kürdler ayrı bir millet, ayrı bir kültür, ayrı bir dil ve ayrı bir tarihe sahip Ortadoğu’ nun kadim milletlerinden birisidir. Ve tarih boyunca başka milletlere düşmanlık ya da kötülük yapmamışlardır. Kürdlerin talepleri gayet açık ve nettir. Kürdler kendi diliyle eğitim, kendi kültürüyle yaşam, kendi tarihini araştırıp geliştirmek, yine kendi coğrafyasında hiçbir baskı ve zulme uğramadan kendi kendilerini yönetmek ve komşularıyla eşit haklara sahip olmayı istemektedirler. Dolayısı ile Kürdlerin talepleri hem milli, hem insani, hem İslami hem de demokratiktir. Bu anlamda Kürdler ne işgalci, ne inkârcı, ne imhacı dolayısı ile ne de teslimiyetçi değillerdir. Kürdlerin tüm istekleri haklı ve meşrudur.
Kürdler bu haklı ve meşru taleplerini bu günkü işgalci ve sömürgeci devletlere ve çevrelere doğru ve etkili bir biçimde anlatabilmek için evvel emirde tüm Kürdistan coğrafyasındaki parti, örgüt ve yetkin mücadeleci kadrolarını bir araya getirerek, her parçanın kendi özgün koşullarını tüm detaylarıyla masaya yatırmalı ve şartları uygun olan parçaya yönelik bütünlüklü ve milli bir stratejiyi hayat geçirmek üzere tüm imkân ve kabiliyetlerini bir seferberlik ruhuyla devreye sokarak mücadeleyi geliştirmelidir.
Böylesine güçlü bir çıkışın Ortadoğu’ yu yeniden kendi çıkarları için dizayn etmeye çalışan küresel güçlerin ilgi ve desteğine mazhar olması imkânsız da değildir. Günümüz dünyasında “kazan kazan” yöntemi artık vazgeçilmez ilişki ve eylem tarzıdır. Mevcut sömürgecilerin maiyetindeki bir yaşamda hiçbir Kürdün mal varlığının, makamının ve kariyerinin garantisi olmadığı gibi mevcut şartlarda Ankara, Tahran, Bağdat, Şam eksenli siyaset yapmanın veya seçilmiş olmanın da hiçbir kıymet-i harbiyesi kalmamıştır. Kürd Halkının tabanından en üst kesimlere kadar büyük bir özgürlük hayali ve özlemiyle yanıp tutuştuğu bu süreçte Kürdlerin artık birer köle olarak yaşama ve her gün onlarca evladını kaybetmeye tahammülü kalmamıştır. Kürd Halkının son dönemdeki suskunluğu özgürlüğe karşı olduğundan deği,l tam aksine kendisini doğru temsil edebilecek bir siyasi önderliğin ya da örgütün olmayışındandır. Şiddetin ve maceracılığın halklara huzur, refah ve özgürlük getirmediği bu süreçte maharet mücadelenin doğru ve dünya gerçekliklerine uygun bir biçimde yürütülmesindedir. Şayet Kürd Halkına hizmet edecek donanımlı ve kararlı bir ekip ortaya çıkarsa örnek alınabilecek birçok numune vardır. Bunlardan en önemlisi İsrail örneğidir. Kendi kültüründen, inancından zerre taviz vermeden ve bir milyon nüfusuyla üç yüz elli milyon Arap âlemine karşı başlattıkları mücadelede nasıl on milyonluk bileği bükülmez bir devlete dönüştüklerini rahatlıkla görmekteyiz.
Bu anlamda reçete bellidir: milli bir ruha sahip olacaksın, kendi içinde birlik olacaksın, öz gücünün belirleyici olduğuna inanacaksın ve dost düşman ayrımını doğru yapacaksın. Böylece büyük bir cesaret ve aşkla kendi halkına sarılıp haklı ve meşru mücadeleni sürdüreceksin. Şayet bunları yapmayacaksak her birimiz kendi evimizde oturup düşmana köleliği ve böylece yok olmayı kabul edeceğiz.
NOT: Bu yazımı kaleme alırken Kürdistan Özgürlük Mücadelesinde müstesna bir yere sahip kararlı, dürüst, değerli dostum ve kardeşim FEYYAZ EKMEN’ in vefatını büyük bir üzüntüyle öğrendi. PAK’ ın Genel Başkan Yardımcısı ve Kürdistan’ ın mücadeleci evladı sevgili FEYYAZ EKMEN’ e Allah’ tan rahmet, kederli ailesi ve partili arkadaşlarına sabır ve metanet diliyorum. Mekânı cennet olsun, Kürd Halkının başı sağ olsun.
Saygılarımla.
M. Hüseyin TAYSUN
01/05/2021 İST.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.