Kürdistan Özgürlük Mücadelesinden Ekolojik Demokratik Teslimiyete (2)
Yazımın ikinci bölümüne başlarken Kürdistan’da önemli saydığımız iki ayrı gelişmeye değinmek istiyorum: Birincisi Mahabat Kürd cumhuriyetinin ölümsüz önderi Kadı Muhammed’in Kürd halkına kazandırdığı Ala renginin yıl dönümü nedeniyle Tevger gençliğinin ve diğer siyasi örgütlerin Diyarbakır’da yaptıkları anlamlı açıklama ve etkinliklerinden dolayı kendilerini kutluyorum.
Birincisi Mahabat Kürd cumhuriyetinin ölümsüz önderi Kadı Muhammed’in Kürd halkına kazandırdığı Ala renginin yıl dönümü nedeniyle Tevger gençliğinin ve diğer siyasi örgütlerin Diyarbakır’da yaptıkları anlamlı açıklama ve etkinliklerinden dolayı kendilerini kutluyorum.
Ayrıca gerici, yobaz İran Molla rejiminin 24 Kürd yurtseverinin idama mahkum edilmesi dolayısı ile PDNK’li arkadaşlar’ın bu vahşi uygulamayı protesto nedeni ile başlatmış oldukları açlık grevini bütün yüreğimle destekliyor ve İran Molla rejimini bu vahşi, ilkel uygulamalarına son vermeye çağırıyorum.
Konumuza yazımızın birinci bölümünün sonundan devam edecek olursak, 1965-82 yılları arasında ki dönemin siyasi örgüt ve şahsiyetlerinin Kürdistan ulusal mücadelesine büyük ve anlamlı hizmetler sunduklarını ve Kürdler adına ciddi çalışmalar yaptıklarını rahatlıkla görebiliriz. Konumuzu işlerken amacım o dönemin örgüt ve şahsiyetlerine hak etmedikleri övgüleri dizmek değil, bilakis asıl amacım o dönemde yapılan çalışmaları verilen emekleri ve yaratılan değerleri yeni kuşak Kürdistan devrimcilerine doğru anlatmak ve aktarmaktır.
T.C devletinin red ve inkar dayatmasına karşı Kürd ulusal hak ve özgürlük taleplerini gündemine alan ve Koçgiri ile başlayıp Dersimde sonuçlanan onlarca Kürd isyan ve direnişlerinin sömürgeci T.C devleti tarafından zulüm, katliam, kırım ve sürgünlerle bastırıldığı süreç aynı zamanda Kürdlerin uzun yıllar susturulacağı bir döneme tekabül ettiği bilinen talihsiz bir tarihsel gerçekliktir. En son 1938 dersim katliamından itibaren T.C devleti tarafından sinsi ve sistematik bir biçimde baskılanmış sindirilmiş ve korkutulmuş olan Kürd halkının yeni nesil evlatlarının, 1965’lerde Kürdlerin hak ve özgürlüklerini yeniden dillendirmesi ve bu doğrultuda örgütlenmesi konuyu ulusal ve uluslararası arenada tartışılır kılması ve aynı zamanda Kürd kitleleri tarafından ilgi ve sempati ile karşılanıp sahiplenmesi mücadeleyi başlatanlar ve Kürdistanlılar adına oldukça anlamlı, muazzam tarihsel hadiseler olarak algılanmalıdır.
Hepsinden önemlisi 1965 Türkiye’si 1938’lerin Türkiye’si ile kıyaslanmayacak ölçülerde ekonomik, siyasi, askeri ve diplomatik alanlarda kurumsallaşma süreçlerini tamamlamış başta NATO olmak üzere birçok alanda askeri ve ekonomik entegrasyonunu sağlamış bütün bunlarında ötesinde ikinci dünya paylaşım savaşının dışında kalmayı da başararak önemli bölgesel bir güç olarak ortaya çıkmıştır. İşte böylesi eşitsiz koşullarda Kürdistan’ın bağrından çıkmış olan bir avuç fedakar ve cesur insan Kürd ulusal mücadelesini atalarının bıraktığı yerden sürdürmek üzere yeni bir mücadeleye koyularak adeta düşmana meydan okurcasına ve her türlü zorluk ve fedakarlığı hesaplayarak bütün bunları göğüslemeye talip olmasıyla Kürd halkının özgürlük mücadele tarihinde yeni bir sayfa açmışlardır.
Başlattıkları mücadelede yüzbinlere varan taban oluşturmuş olan bu örgütlenmelerin Devletin tüm baskı ve gizlilik koşullarına rağmen gelşmelerden habersiz olması elbette ki mümkün olamazdı. Kaldı ki aynı dönemlerde bir Mayıs ve Newroz kutlamaları işbirlikçi Ağalara ait toprak işgalleri gibi bir yığın eylemler de kitleler halinde yapılmaktaydı. Kürdler açısından olumlu sayılabilecek bu ve benzeri çalışmalar yapılırken bazı şeylerin farkında olan sömürgeci Devlet bütün bu gelişmelere karşı elini kolunu bağlayarak seyirci kalmayacak ve kendince bu çalışma ve çabaları boşa çıkartacak, sonuçsuz kılacak tedbirleri alacaktır. Bunun en uygun zemini elbette ki devletin derin güçleri vasıtasıyla olgunlaştırılıyor kendinin kontrol edebileceği kontra örgütlenmeler ve onların aracılığı ile geliştirilen bir takım provokasyonlar ( Kahramanmaraş, Malatya, Sivas ve Siverek teki baskın ve katliamlar geliştirilerek bölgede önce sıkı yönetim ve daha sonra da 12Eylül faşist darbesinin koşulları yaratılıyordu. İşte bu sıkı yönetim ve darbe yönetimleri Kürd ulusal mücadelesine beklenenin üstünde bir baskı ve zorbalık yöntemlerini uygulayacak ve Kürd ulusal mücadelesi adına verilen büyük emekler ve ortaya çıkarılan değerler önemli oranda yok edilecek ve daha sonra da kendi kontrolünde var edilen bir örgüte yine kontrollü bir biçimde devredilip Kürdistan’da kirli bir savaşın başlatılıp sürdürülmesi ile Kürd halkının asıl dostları olan yurtsever devrimci kesimler olabildiğince etkisizleştirilecekti.
İşte böylesine sisli, karanlık ve bir o kadar da gizemli ortamda Kürdistan siyaset arenasına büyük ve derin devlet projesi olarak sokulan Öcalan ve Ankara tayfası sahneye çıkarılıyor ve o tarihten itibaren kendisine karşı olarak gördüğü, yıllarca Kürd halkı adına mücadele vermiş kişi, gurup, örgüt ve partilerin tümünü işbirlikçi, hain, ajan ve düşman ilan ederek şiddeti esas alan bir politik çizgiyi yöntem olarak belirleyip, o dönemde var olan tüm devrimci, demokrat, yurtsever çevrelere acımasızca saldırmış; bu arada bir çok deneyimli Kürd devrimci yurtsever kişiler katledilmiştir. Ortaya çıktığı/çıkarıldığı günlerden itibaren oldukça düşündürücü ve o günün koşullarında gerçekleşmesi mümkün olmayan en üst perdeden söylem ve sloganlarıyla ve şiddeti önde tutan eylem türleriyle ve bazı karanlık, kuşkulu çevrelerin yardımlarını da alarak önemli bir gençlik kitlesine ulaşan bu yapı daha önceleri mücadelenin içerisinde bilinmeyen/görülmeyen bir takım kişiler vasıtasıyla kısa süre sonra partileşerek kendisi deklare etmiştir.
Dönemin sıkı yönetim koşullarında ve devletin devrimci demokrat kesimlere nefes aldırmayacak derecede baskı ve sıkı takip’e tabi tuttuğu hemen herkesin adım, adım izlendiği zamanlarda Öcalan ve ekibi başta Ankara olmak üzere Türkiye ve Kürdistan’da adeta fink atarcasına tüm alanları rahatlıkla kullanabiliyor ve istedikleri her türden eylemi rahatlıkla yapabiliyorlardı. Yine aynı dönemlerde önemli sayılacak kadrolarını ve dostlarını Türklerden, yada Türkiyecilerden özellikle seçerken; rakip ve düşmanlarını devrimci demokrat Kürd kadrolarından, yada yurtsever Kürd şahsiyet ve aşiret mensuplarından belirleyerek kendilerine uygun bir siyaset ve eylem tarzı geliştiriyorlardı. Şiddeti temel prensip olarak belirleyen bu örgüt giderek saldırganlaşıyor; saldırdıkça büyüyor, büyüdükçe de yeni ve zorba yöntemlerle rakip olarak gördüğü yurtsever kesimlere daha büyük yüklenerek siyasi rakip olarak gördüğü çevreleri tasfiye ve itibarsızlaştırma yolunu seçiyordu.
Devam edecek…
Saygılarımla
M. Hüseyin TAYSUN - 18.12.2014 / İstanbul
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Nerina Azad
Bu makale toplam: 10475 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:15:55:01