T.C Devlet tarihi incelendiğinde sistemden kaynaklanan tüm toplumsal sorun ve olarak sıkıntılar ya Ohal yasaları ile ya sıkıyönetimlerle ya da darbelerle giderilmeye, toplumsal muhalefetin meşru ve haklı talepleri bastırılmaya çalışılmaktadır.
Değerli okuyucularım hatırlarsa 13 Mart 2016 tarihli yazımda bölgedeki hendek ve barikat eylemleriyle giderek tırmanan şiddet olaylarının bölge insanlarının hayatını cehenneme dönüştürmekle kalmayacağını, devletin bu olayları bastırmak üzere muhtemelen Olağanüstü hal veya sıkıyönetim ilan ederek bölge insanının yaşam koşullarını daha da beter bir duruma sokacağını belirtmiştim.
Ayrıca bölgedeki şiddet olaylarını ve metropol şehirlerindeki bombalama ve sabotaj eylemlerini tırmandırarak mevcut iktidarı ülkeyi yönetemez duruma düşürmeye çalışan bazı çevrelerin bu olayların yaratmış olduğu puslu havayı kullanarak seçimler dahil demokratik yöntemlerle deviremediği iktidarı ihtilal ve darbe yöntemleriyle alaşağı etmeyi deneyeceklerini ve böylesi bir kalkışmanın başarıya ulaşması koşullarında en başta Kürd Halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlüklerden yana olan çevrelerin büyük zararlar göreceğini de bir öngörü olarak anlatmaya çalışmıştım.
Geçmişte yaşanmış darbe ve muhtıraların hem tanığı hem de mağduru olan birisi olarak yeni Ohal, sıkıyönetim veya muhtemel darbe koşullarında en büyük mağduriyeti bölge insanlarının ve Kürdler adına mücadele eden samimi siyasi çevrelerin yaşayacağını da ayrıca belirtmiştim.
Bir önceki yazımda ise 15 Temmuz Darbe Girişiminin adını “Kokteyl Darbe Girişimi” olarak belirtirken her ne kadar mevcut iktidar darbe girişiminin baş aktörü olarak Fethullah Gülen’ i işaret etmişse de bu darbe girişiminin tek başına Fetocuların yapabileceği bir iş olmadığını darbecilerin ana omurgasının ordudaki mevcut Kemalistler olabileceğini ayrıca da bir takım marjinal Ulusalcı Sol güçlerin de bu darbe girişimine katkı sunduklarını ve Ak Parti iktidarında çıkarları zedelenmiş bazı rantçı çevrelerin de işin içerisinde olduklarını yazmıştım.
Geldiğimiz noktada ve darbe girişimiyle ilgili konular giderek netleşirken darbe girişiminin Türkiye’ deki Türkçü, Turancı, takiyeci İslam’ı temsil eden Fetocularla yine Türkçü, Laikçi, Kemalist çevreler ile bir bütünen Ak Parti iktidarından rahatsız olan bileşenler tarafından tertiplendiği görülmektedir. Görüntüde Ak Parti ve demokrasi karşıtlığı olarak yansıtılmak istenen bu darbe girişiminin esasen birinci amacı ülkede yönetimi ele geçirmek olmakla birlikte temel amacın giderek kitleselleşen Kürd Milli damarının uyanışını engellemek, mevcut iktidarla Güney Kürdistan yönetiminin iyi ilişkiler içerisinde olmasını sabote etmek ve aynı zamanda yaklaşık yüz yıldan bu yana ülkeyi yönetmiş ve her türden avantajları kullanarak kendisini “elit” ilan etmiş olanların Anadolu orijinli ve kasabalı olarak tanımladıkları Ak Partiyi iktidardan uzaklaştırmak olduğunu söyleyebiliriz.
Özü itibariyle gerici ve ırkçı özelliklere sahip olan Fetocu ve Kemalist bu kesimlerin geçmişteki darbelerdeki ve darbe girişimlerindeki rolleri oldukça büyük ve belirleyici olmuştur. Bahsi geçen bu kesimler, Türkiye ve Kürdistan’ da mücadele etmekte olan demokrat, yurtsever ve özgürlükçü çevrelerin tüm çabalarına ve entelektüel birikimlerine rağmen ülkeyi yönetme hakkının sadece kendilerine ait olduğunu düşünmekte ve kendilerinin dışındaki başta Kürd Halkı olmak üzere diğer demokrasi yanlısı çevreleri de kendilerine biat etmeleri gereken kalabalıklar olarak görmektedirler.
Kendilerini memleketin “özellikli elitleri” olarak gören ve Türkiye’ yi yaklaşık yüz yıl yönetmiş olan ayrıca ülkenin tüm avantajlarının kendilerine ait olması gerektiğine kendilerini inandırmış olan bu hastalıklı zihniyetin sahipleri bu ülkede yaşamakta olan iki ayrı kesimi her zaman kendileri için tehlikeli ve düşman olarak bellemişlerdir. Bunlardan birinci kesim hak ve özgürlük taleplerini dillendiren Kürd Halkı, ikinci kesim ise gerçek anlamda İslam’a inanan ve ayrıca ülke yönetiminde söz ve karar sahibi olmak isteyen Anadolu insanlarıdır.
İşte bu hastalıklı zihniyetin sahibi olan çoğunluğu Balkan ve Kafkas devşirmeleri kendilerine göre İslam, kendilerine göre yurttaş, kendilerine göre özgürlük ve kendilerine göre devlet ve millet tanımı yaparak ülkede yaşamakta olan diğer halkları ve kesimleri de ötekileştirmek suretiyle potansiyel düşman olarak görmektedir. Aynı zihniyet sahipleri geçmişte bu ülkede bir şeyler değişecekse bunu mutlaka bizler yapmalıyız diyerek “şayet Komünizm de gelecekse bunu da ancak biz getirebiliriz” ukalalığının da sahipleridir.
Ancak 15 Temmuz Darbe Girişimi bütün yırtınmalara ve bileşenlerine rağmen başarıya ulaşamamış, aklıselim büyük bedeller ödeyerek mevcut kısmi demokrasiyi ölümüne sahiplenmiş ve bir kere daha cuntacıları mahkûm etmiştir. Peki, gelinen noktada sorun tümüyle çözülebilmiş midir? Elbette ki hayır, çünkü olağanüstü hallere ve darbelere kaynaklık eden aslında toplumdaki var olan dengesizlik, eşitsizlik, hukuksuzluk ve haksızlıklardır. Bu anlamda insan hak ve özgürlüklerini esas almayan, gerçek hukuku işletmeyen ve bu doğrultuda toplumun sorunlarına çözüm getirmeyen herhangi bir iktidar veya yönetim anlayışı ülke yönetiminde kendisini kalıcılaştıramayacağı gibi var olan sorunları da giderek kangrenleştirecektir.
Yaklaşık seksen milyonluk bu ülkede şayet elli milyon insan darbe karşıtı olarak alanlara çıkmış ve göğsünü militarist güçlerin tank ve toplarına siper etmişse, mevcut ülke yöneticileri de her kesimin ve başta Kürdler olmak üzere tüm renklerin hak ve özgürlük taleplerini ciddiye alarak mümkün olan en kısa zamanda ve en makul biçimde çözüme kavuşturmalıdır. Özgürlük ve demokrasi tüm toplum kesimlerinin ihtiyacı olmakla beraber en fazla da Kürd halkının hakkıdır. Sebebine gelince, bir iktidar uğruna kendi halkını jetlerle, tanklarla kurşunlayıp öldürenlere rağmen Kürd Halkı kısmi demokratik ortamı darbecilere karşı savunarak ve en önemlisi kimseleri arkadan hançerlemeyerek onurlu bir tutum sergilemiş ve bir kere daha mertliğini ortaya koymuştur.
Başta mevcut iktidar olmak üzere ülkeyi yönetenlerin Kürdlerin ulusal demokratik taleplerini ve onun meşru temsilcilerini dikkate alarak kangrenleşmiş ve bazı çevreler tarafından da istismar edilmekte olan Kürdlerin yaşadıkları acılara acil çözümler üretmek üzere mutlaka kendisini gözden geçirmelidir. Ayrıca ülkede yaşanan son darbe girişiminde oldukça beceriksiz ve silik durumdaki Kürd siyasi hareketlerinin Kürdleri temsil noktasında kendilerine ait eksikliklerini ve yetmezliklerini sorgulamaları tarihsel bir özellik taşımaktadır. Kürdleri temsil iddiasındaki parti ve örgütlerin neden Kürd kitlesi üzerinde yeteri kadar etkili olamadıkları sorgulamaları gereken önemli bir olgudur. Başlı başına değerlendirilmesi ve sorgulanması gereken bu gerçeklik ayrı bir yazı konusu olacağından bu yazımı böylece bağlamak durumundayım. Umarım ki Kürd siyasi çevreleri bu özet eleştirilerimizden bir sonuç çıkaracaktır.
Saygılarımla
28/07/2016 İSTANBUL
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.