Saddam diktatörünün Kuveyt’i işgali ile başlayan birinci ve ikinci Körfez Savaşlarıyla devam eden ve daha sonrasında ABD ve Müttefiklerinin 2003 yılında Irak’a müdahaleleriyle sürdürülen Ortadoğu’da ki yeni paylaşım savaşı bütün yakıcılığıyla devam etmektedir.
Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında başta Kürd halkı olmak üzere bölgenin kadim halklarının varlıkları ve iradeleri yok sayılarak oluşturulan müesses nizamın bölgede ki mağdur ve mazlum milletlere rağmen gecikmeli de olsa sürdürülemez olduğu açıkça ortaya çıkmıştır. Gerek Birinci Dünya Savaşında ki bazı aktörlerin önemli güç kaybına uğramaları ve gerekse de tüm hakları gasp edilerek sömürge durumuna düşürülmüş halkların ısrarlı mücadelesi bu coğrafya da yeni ve zorunlu değişimleri kaçınılmaz kılmaktadır.
ABD ve Müttefiklerinin kendi uzun vadeli çıkarları adına Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmek üzere bölgeye önemli bir askeri güç kaydırarak müdahale etmiş olmaları ve en önemlisi bölgeyi yeniden dizayn ederken 50 milyonluk nüfusa sahip devletsiz Kürd halkıyla geliştirdikleri askeri, siyasi ve stratejik ilişkiler hem Rusya Devletini hem de Kürdistan işgalcisi İran ve Türkiye Devletlerini ziyadesiyle tedirgin etmiştir. Bu yeni durum Türkiye’nin NATO dahil birçok alanda stratejik ittifaklar içerisinde oldukları ABD ve Avrupa ülkelerine karşı son derece mesafeli ve hasmane tutum takınmalarını beraberinde getirmiştir. Diğer taraftan İran Devleti ise yeni duruma yönelik rahatsızlıklarını ve risklerini azaltmak üzere bir taraftan Rusya Federasyonuyla olan ilişkilerini daha da sıklaştırmış diğer taraftan mezhepçi bir argümanla coğrafyada ki etkinliğini pekiştirmenin tüm olanaklarını devreye sokmuştur.
Kürdistan’ın sömürge statüsünün devamı konusunda kendi aralarında ki rekabet ve güç yarışına rağmen sadece Kürd ulusal mücadelesini engelleme konusunda işbirliği içerisinde olan Türkiye ve İran devletleri, Kürdistan’ın özgürleşmeye yönelik mücadelesinde her devletin kendi konumunu muhafaza edebilme konusunda yine kendilerine uygun tedbirler geliştirirken muazzam bir çelişkiye düştükleri görülmektedir.
İran Devleti, bir taraftan hayalini kurduğu Şii hilalini gerçekleştirmek üzere Ortadoğu’nun birçok ülkesine güç kaydırarak kendine yönelik riski komşu coğrafyalarda karşılama stratejisi geliştirirken diğer taraftan en yakın müttefikleri olan Suriye rejimi ve Irak Merkezi Hükümeti ile büyük bir dayanışma içerisine girmiştir. Ayrıca özellikle Irak Kürdistanında ki bağımsızlıkçı mücadelenin önünü kesmek üzere merkezi Irak Hükümeti ile birlikte örgütleyip silahlandırdığı Haşdi Şabi çeteleriyle son derece provokatif bir strateji geliştirmiştir.
Buna karşılık İran’ın bölgede geliştirmiş olduğu ve İran’ı bölgede güçlü kılacak mezhepçi yayılmacılığına T.C. Devleti, Suudi Arabistan ve Katar gibi Sünni ve Selefi devletlerle ortak bir konsensüs geliştirerek Suriye de ve Irak ta ki IŞİD, El Nusra ve benzeri Sünni örgütlerle yeni ilişkiler kurarak İran ile olan güç mücadelesini dengelemeye çalışmaktadır. Bütün bu İran ve Türkiye devletinin geliştirmiş oldukları siyasi ve askeri taktiklerin altında yatan gerçekliğin muhtemel bir bağımsız Kürdistanı engellemek olduğu ve aynı zamanda kendi ülkelerinde ki Kürd ulusal mücadelesini bastırmaya yönelik uzun vadeli tedbirler olarak alındığını tüm Kürdistani güçlerin mutlaka bilince çıkarması gerekmektedir.
Geldiğimiz bu aşamada Kürd siyasi çevrelerinin yukarıda özet olarak anlatmaya çalıştığım bu gelişmelere karşılık özünde coğrafyayla ilgili hiçbir hesabı olmayan bu taşeron ve çete örgütlenmelere karşılık kendi birliklerini sağlayarak Kürdistan sömürgecisi devletlerin Kürd ulusal mücadelesini bastırmak üzere yaptıkları uzun vadeli hesapları düşünerek mutlaka ciddi bir pozisyon almaları gerekmektedir. Kürd halkının temel mücadele stratejisi işgal altında tutulmakta olan Kürdistan coğrafyasını özgürleştirmek olmalıdır. Bu anlamda hem İran’ın hem de Türkiye’nin kendi devletlerinin bekası için kışkırtmış oldukları mezhebi çatışmalardan Kürdlerin özellikle uzak durması gerekmektedir.
Sonuç olarak Kürd halkının yüzyıllardan beri büyük bedellerle yürütmüş olduğu ulusal kurtuluş ve devletleşme mücadelesinin bugünkü muhatapları artık bölgedeki çete ve taşeron örgütlenmeleri değil tam aksine Kürdlerin muhatap alması ve ilişki geliştirmesi gereken güçler dünyada belli bir ağırlığı olan demokratik devletler olmalıdır. Velhasıl Kürdlerin bu aşamada yapması gereken uygar dünyanın gelişmiş devletleri ile sağlıklı diplomatik ve stratejik ilişkiler geliştirmek. Kürdlere ait olan tüm imkan ve kabiliyetleri seferber ederek bağımsızlıkçı bir çizgide merkezi ordulaşmasını sağlamak ve dünyanın her neresinde bir Kürd varsa onlarla iletişim kurarak milli duyguları geliştirip pekiştirmek olmalıdır.
Saygılarımla
M. Hüseyin Taysun
07.01.2017 / İstanbul
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.