Dünyaya hakim güçlerin, Orta Doğu ve Yakın Doğu coğrafyasını yeniden ve kendi çıkarlarına uygun bir biçimde dizayn etme projelerine karşılık Türkiye ve İran devletlerinin, Orta Doğu’daki İslam’ın iki farklı mezhebine mensup toplulukları kullanarak güç devşirmesi ve böylelikle bölgedeki ABD ve AB ülkelerinin çıkarlarını tehdit edecek bir konuma doğru yol almaları özellikle Batı dünyasında büyük bir rahatsızlığa neden olmaktadır. Bahsi geçen bu gerici ve ırkçı her iki devletin bölgede güç kazanması, batılı ülkeleri rahatsız ettiği kadar da bölgedeki başta Kürd halkı olmak üzere Beluci, Süryani, Ermeni ve diğer halkları da son derece tedirgin etmektedir.
İslam’ın her iki mezhebinin üzerinden büyük hesaplar yapan Türkiye ve İran devletlerinin güçlenmesi, ayrıca da İsrail devletini ve geçmişte büyük zulümlere ve katliamlara muhatap olmuş Yahudi toplulukları üzerine de büyük baskılar uygulamakta ve onların Orta Doğu’daki varlıklarına tahammül etmemektedirler.
Kendi ırkçı ve gerici iktidarlarını güçlendirmek ve sürekli kılmak adına büyük bir silahlanma ve savaş projesi üretmekle meşgul olan Türkiye ve İran’da ki iktidarlar, kendi ülkelerinde yaşayan halkların şikayet, sefalet ve yoksulluklarına rağmen İran’ın Şii hilalini gerçekleştirme isteği, Türkiye’nin ise misak-ı milli hayallerinden dolayı bölgeyi bir savaş alanına dönüştürdükleri rahatlıkla gözlenmektedir.
Birinci ve İkinci Körfez savaşı sonrası Irak’ta ortaya çıkan otorite boşluğunu ve ayrıca da Arap Baharı’nın Suriye’de Esad diktatörünün bariyerine çarpmış olması sonucu bu her iki ülkede meydana gelen kaos ve kargaşa, yayılmacı politikalar izleyen İran ve Türkiye devletlerinin genişlemeye yönelik politikalarında oldukça iştah kabartıcı olmuştur. Bahsi geçen bu otorite yoksunu Irak ve Suriye coğrafyasında büyük hesaplar peşinde koşan İran ve Türkiye devletlerinin, bu kargaşa ortamını kendilerinin lehine birer fırsata dönüştürerek bir taraftan kendi emperyal emellerini gerçekleştirmek isterken diğer taraftan Kürd ulusal mücadelesinin devletleşme sürecine engel olmaya yönelik her türden enstrümanı kullandıkları rahatlıkla görülmektedir.
Sömürgeci İran ve Türkiye devletlerinin bölgede uyguladıkları strateji ve planlamaları analitik bir bakışla incelendiğinde bir yanıyla Kürd halkının devletleşme süreci engellenmeye çalışılırken diğer yanıyla da dünyadaki mevcut küresel güçlerle uzun vadeli bir çıkar hesaplaşmasının yapıldığını rahatlıkla görebiliriz. Bu ırkçı, şoven ve gerici iki devletin yaptığı sinsi hesaplara karşılık dünyaya hakim olan güçlerin Orta Doğu ve Yakın Doğu’da ki menfaatlerini korumaya yönelik hesaplarının olduğu da bilinen bir gerçekliktir.
ABD ve diğer batılı ülkelerin Orta Doğu ve Yakın Doğu’daki çıkarlarını korumak üzere ve ayrıca da Rusya’nın sıcak denizlere ulaşarak kendi etkinliğini artırmak için büyük birer projelerinin olduğu da bilinmesi gereken önemli bir konudur. Bu anlamda Kürdlerin üzerinde yaşadığı coğrafya ve Kürd halkı giderek büyük bir önem kazanmaktadır. Herkesin farklı hesaplar yaptığı bu coğrafyada Kürdlerin de kendi birlikteliklerini sağlayarak kendi hesaplarını yapmaları kaçınılmaz tarihi bir görev olarak algılanmalıdır. Bilinmelidir ki 50 milyonluk Kürd ulusu kendi arasındaki yapay çelişkileri bir tarafa bırakarak milli bir çizgide siyaset üretirlerse ve kendi mücadelelerini bu minvalde verirlerse bölgede kilit bir role sahip olacaklardır.
Bütün bu sebeplerden dolayı İran ve Türkiye sömürgeci devletlerinin Güney Kürdistan’daki federal yapı statüsüne dört koldan neden ve niçin saldırdıkları daha iyi anlaşılacaktır. Bahsi geçen her iki devletin en büyük korkusu Güney Kürdistan ve Rojava’daki mücadelenin birbiriyle olan ilişkisi ve dayanışmalarıdır. Tarihin ve son gelişmelerin Kürdlere büyük fırsatlar yarattığı bu dönemde bir bütünen tüm Kürd siyasi çevrelerin kendi aralarındaki birlik ve dayanışmayı güçlendirerek mevcut sürece cevap olmaları vazgeçilmez bir sorumluluk olarak algılanmalıdır.
ABD ve AB ülkelerinin, Kürdler için olumlu hesaplar yaptığı bu kritik süreçte Kürdlerin kendi aralarında sürtüşüp didişmeleri herhangi bir partiye veya örgüte bir şey kazandırmayacağı gibi 50 milyonluk Kürd halkına kaybettireceği bilince çıkarılarak buna göre bir tutum takınılmasının zamanı gelmiş ve geçmektedir. Umarım tüm Kürd çevreleri, bu samimiyetimizden kaynaklı önerilerimizi dikkate alarak 50 milyonluk Kürd halkını dünya milletler camiasındaki layık oldukları yere taşırlar.
Saygılarımla
M. Hüseyin Taysun
17.02.2021/İstanbul
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.