Türkiye Devletini yönetmekte olan kesimlerin kendi ülkelerinin bekalarını düşünmeleri, muhtemel düşman saldırılarına karşı güvenlik tedbirleri almaları, ekonomik olarak halkın huzurunu sağlamaları ve onurlarına sahip çıkmaları ne kadar doğal ve kaçınılmaz ise coğrafyamızdaki mazlum Kürd Halkının da kendi ecdadına ait işgal altında tutulmakta olan topraklarda meşru bir direnişi örgütleyerek özgürlük mücadelesi vermeleri de bir o kadar meşru ve doğal bir hak olarak görülmelidir.
Elbette ki tercih edilen, dünyadaki tüm mazlum halkların bulundukları topraklarda bağımsız devlet sahibi olarak özgür yaşamalarıdır. Ancak unutulmaması gereken durum devleti olmayan milletlerin onursuz olmadıkları gerçeğidir. Şayet onursuzluktan bahsedilecekse ve utanılması gereken bir durum var ise o da başka milletlere ait toprakları her türden zorbalık sonucu işgal altında tutmaktır. Ayrıca güç ve kudret sahibi olmak ille de haklı olmak anlamına gelmeyeceği gibi zayıf veya güçsüz olmak da haksız olmanın göstergesi olarak düşünülemez.
Bu anlamda Türkiye’de ihtiyaç duyulduğunda Kürdler için bin yılık kardeşlikten dem vuranlar “kız aldık, kız verdik” “et ve tırnak gibi olduk” hikâyelerini okuyanların Kerkük ve Efrin’ deki son gelişmelerden sonra elli milyon Kürd Halkının onurunu kıracak, vicdanını incitecek söylem ve eylemleri ortaya koyarak Kürd Halkını rencide etmeye hiçbir şekilde hakları olmayacağı gibi uzun vadede bu davranışlarından hayır da görmeyecekleri gün gibi ortadadır.
Kimler hangi gücün sahibi veya hangi avantajların sahibi olurlarsa olsunlar Ortadoğu’ nun tartışılmaz bir gerçeği olan elli milyon Kürd Halkını hiç bir koşulda yok sayamayacaklardır. Ayrıca savaş, karşı kesimlerin farklı zamanlarda farklı avantajları kullanarak birbirine üstünlük sağladığı bir mücadele biçimidir. Bu günün galiplerinin yarının mağlupları olmayacağının da hiçbir garantisi yoktur. Bu anlamda bu günlerde orantısız bir güç kullanarak, Kürdistan’ ın farklı parçalarına saldırarak, Kürd Halkını yeniden kendi topraklarında mülteci ederek mağdur duruma düşürenlerin yarın bu halkın yeni nesil gençlerine hesap verme durumunda kalmak gibi kaçınılmaz bir duruma tekabül edeceğinden kimsenin şüphesi olmamalıdır. Ayrıca bilinmelidir ki bugün devlet sahibi olmayan Kürdler her şeye rağmen bu coğrafyanın en eski, en cesur ve en barışçıl milleti olarak üzerinde yaşadıkları toprakların gerçek sahipleridirler.
Kürd Gençlerinin ölümlerini her gün parmakla sayarak rakam belirtenlerin yarınki günlerde yeni nesil Kürdlerin yüzüne bakabilecek durumları olmayacaktır. Hele hele Kürd analarının acı çekip ağıt yaktığı bu günlerde suni sınırların diğer yakasında birkaç kendini bilmez sanatçı müsveddesiyle cümbüş kurup eğlence düzenlemek ne komşuluk hukukuna ne de insanlığın evrensel ölçülerine sığmayacak bir davranış tarzıdır.
Bu anlamda bir derin devlet projesi olan PKK/PYD gibi örgütlerin yanlışları üzerinden elli milyonluk masum Kürd Halkına yüklenmek hiçbir aklıselimle tarif edilemeyeceği gibi insanlık hukuku ve vicdanıyla da izah edilemeyecek ağır bir insanlık suçudur.
Kürd Ulusal Mücadelesi Kürd Milletinin nur kavgasıdır. Bu kutsal ve insani hak mücadelesi “Ben Şengal’ e karşı Şemdinli’ yi alırım” diyen ve Kürd olmakla uzaktan yakından ilgisi olmayan Duran Kalkan’ ların veya devletsiz, hükümetsiz, kocasız ve karısız bir yaşamı Kürdlere reva gören Mustafa Karasu’ ların işi değildir. Kürdler ecdadına ait topraklarda işgalcilere karşı meşru ve haklı olan özgür ve bağımsız bir yaşamı hedefleyen onurlu bir mücadeleyi şiar edinmelidirler. Kürdler böylesi bir mücadeleyi hedeflerken komşularıyla birbirlerinin hukukuna saygılı olmayı da öncelikli olarak iyi komşuluk temelinde görmektedirler. Zaten bu temelde bir anlayış ve mücadele Ortadoğu coğrafyasında huzur ve barışın teminatı olarak tarihsel işlevini de yerine getirecektir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.