Altmış yıldan beri Suriye halklarını demir yumruk ile yöneten muhaberatçı Esad ailesi, Arap baharı ile birlikte başlayan, halkların özgürlük ve demokrasi taleplerini görmezden gelip, geleneksel zorba ve vahşi askeri yöntemlerle bastırabileceğini düşünerek halkların özgürlük ve demokrasi taleplerini susturma cihetine gitmiştir.
BAAS’cı Esad ailesinin kendi iktidarını sürdürebilme inadı, Suriye toprakları üzerinde on yıllardır farklı hesapları olan özellikle ABD, Rusya, İran ve Türkiye devletlerinin hesaplarını kolaylaştırmıştır. ABD, Suriye toprakları üzerinden Orta Doğuyu daha rahat kontrol edebilme ve İsrail’i daha da güvenilir kılabilme uğruna coğrafyaya müdahale etmiştir. Rusya devleti ise yüzyıllardır inemediği sıcak denizlere ulaşabilmek üzere bu fırsatı kaçırmayıp Akdeniz’i ve Orta Doğu’yu kontrol edebilecek biri hava biri deniz olmak üzere iki tane önemli üslerin sahibi olmuştur. İran devleti, mezhebi yakınlığından dolayı Şii yayılmacılık amacıyla Suriye’de ki Nusayri rejimi de kullanarak Orta Doğu ve Arap yarımadasında etkili olabileceği önemli mevziler kazanmıştır. Türkiye devleti ise Erdoğan önderliğinde Suriye’de elde ettiği avantajları kullanarak Rojava’da ki Kürd mücadelesini büyük oranda sekteye uğratmış ve yine ele geçirdiği avantajlar üzerinden hem Sünni dünyasının liderliğine soyunmuş hem de Türkçü, Turancı anlayışla Suriye topraklarının bir kısmını işgal etmiştir.
Küresel güçlerin Orta Doğu, Yakın Doğu ve Kuzey Afrika topraklarındaki yeraltı, yerüstü zenginlikler için Suriye topraklarını bir tramplen olarak kullanarak büyük avantajlara sahip olacaklarını ve bunun için de kendi aralarında amansız bir rekabeti hatta mevzii çatışmalarını bile göze aldıklarını görmekteyiz. Bölgesel güç olarak da İran ve Türkiye devletlerinin büyük riskleri göze alarak Suriye coğrafyasında bir takım taşeron örgütler vasıtasıyla kıyasıya bir mücadele içerisinde olduklarını görmekteyiz.
Küresel ve bölgesel güçlerin var olan imkanları oranında Suriye toprakları üzerinde birbirleriyle kıyasıya bir mücadele içerisinde oldukları bu ortamda, bahsi geçen topraklarda yüzyıllardır zulüm altında yaşamakta olan başta Kürd halkı olmak üzere diğer tüm azınlıkların özgürlük talepleri ve mücadelesi tali duruma düşmüş ve bu mazlum halkların gelinen noktadaki pozisyonu herhangi bir güçlü ülkenin taşeronu vaziyetine dönüşmüştür. Kendi topraklarında BAAS rejiminin uygulamalarıyla yaklaşık altmış yetmiş yıldır kimliksiz ve bütün haklardan yoksun Kürd halkının mücadelesi ise bir türlü Kürdistani olamayan parti ve örgütler vasıtasıyla farklı güçlerin tetikçisi durumuna getirilmiştir.
Her devletin veya her milletin kendi hesapları için savaştığı bu coğrafyada ne yazık ki Suriye Kürdistanında güç ve inisiyatifi elinde bulunduranlar, Kürd siyasi yapıları arasında gerçek anlamda birlik ve dayanışmayı sağlayamamış ve her zaman diliminde bölgede güç olma iddiasındaki farklı çevrelerin taşeronluğunu yapmak zorunda kalmışlardır. Oysa Suriye rejiminin içinde bulunduğu koşullar doğru bir anlayış çerçevesinde kendi halkının gücünü kendisi için kullanacaklara önemli avantajlar sağlamaktadır.
Günümüz dünyasında herhangi bir örgütün küresel veya bölgesel güçleri kullanma şansı yoktur. Ancak üretilecek doğru politikalar sonucu bir takım küresel güçlerle belli ittifaklar geliştirilerek kendi halkını özgürlüğe kavuşturma mücadelesini başarıya taşıma şansı vardır. Bunun için örgüt menfaatlerini değil mensubu olduğu halkın menfaatlerini önceleyen omurgalı bir siyaset ve tavır geliştirmek yeterli olacaktır. Umarım Güneybatı Kürdistan’da güç sahibi olanlar bizim bu anlattıklarımızdan nasiplenir ve güçlü bir birliktelik yaratarak mazlum Rojava halkını özgürlüğe taşırlar.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.