Güçlü devletlerin tartışmasız hâkimiyetlerinin olduğu tek kutuplu dünyamız da; mazlum, mağdur ve her türden zulme ve haksızlığa muhatap olan milletlerin, kendi varlıklarını koruyabilmeleri veya onurlu bir yaşam sürdürebilmelerinin olmazsa olmaz koşulu ulusal bir devlete sahip olmakla mümkündür. Dünya nüfusunun hızla arttığı, yer altı kaynaklarının giderek azaldığı, geri ve az gelişmiş ülkelerde ki insanların yaşam koşullarının da giderek zorlaştığı dünyamız da, farklı ülkeler de yaşanan toplumsal huzursuzlukların, kendi coğrafyalarını aşan ve varlıklı ülkeleri de tehdit eden bir düzey de geliştiği açık ve net bir biçim de kendisini göstermektedir.
Dünyaya hâkim olan bu güçlerin kendi coğrafyalarının çok ötesin de olan bu rahatsızlıkları görmezden gelmesi, yaşanan realiteye uygun düşmediği gibi, farklı coğrafyalar da elde ettikleri artı değerleri de önemli ölçüler de tehdit eder özellikler taşımaktadır.
İşte bütün bu inkârı mümkün olmayan gerçekliklerden dolayı, güçlü ülkelerin mevcut avantajlarını korumak ve sürdürülebilinir kılmak üzere yeni politikalar üretmek marifetiyle, kendileri için muhtemel tehditleri ve riskleri asgariye indirmek ve mümkünse boşa çıkarmak, aynı zaman da mağdur ve muhalif çevreleri bir nebze olsun tatmin etmek üzere, oldukça derinlikli ve kendileri açısından da verimli ve güvenli olabilecek stratejiler geliştirmek zorunluluğu hissetmektedirler.
Nedenleri birinci paylaşım savaşına uzanan bu genel belirlemelerden yola çıkarsak, günümüz de yaşanan olayları daha doğru anlayabilme ve değerlendirebilme şansına da sahip olabiliriz. Orta Doğu coğrafyasın da Kürd’leri de özellikle ilgilendiren bu son gelişmeleri, tarihsel olaylardan arındırarak doğru bir değerlendirmeye tabi tutabilmemiz asla mümkün değildir.
Kürdler açısından IŞİD saldırılarıyla başlayan bu yeni süreç, aslın da arkasında uluslar arası güçlerin ve birtakım bölge devletlerinin bulunduğu ve her kesimin kendi cephesinden önemli bazı çıkar hesapları yaparak desteklediği bilinmektedir. IŞİD terör örgütünün Kürdistan topraklarına yönelik saldırıları, işgal hareketi ve Kürdleri hedef alan bir pozisyon üstlenmesi, bu gelişmeler ışığın da bakıldığın da, IŞİD’in kendi iradesiyle inisiyatif geliştirebildiğini düşünmek son derece yanıltıcı olacaktır.
IŞİD terör örgütünü sevk ve idare eden kadrolarının, farklı coğrafyalardan ve farklı etnik kökenlerden oluşması ve aynı zaman da farklı saiklerle bir arada olmaları bile, bu örgütün bazı güçler tarafından organize edildiği, bir taşeron örgüt özelliği taşıdığı ve başka bir takım güçlerin hesapları ve çıkarları adına savaştığının anlaşılması açısından, yeterli ve önemli bir gösterge olarak görülmelidir.
Orta Doğu da ki olayları ve Kürdistan’a yönelik bu son saldırıları izleyen tüm siyasi ve stratejik analistlerin ortak gözlemleri; IŞİD denilen bu vahşi örgütün bölgede ki zengin kaynaklar üzerin de farklı hesapları olan küresel güçlerin ve aynı zaman da Kürdistan işgalcisi devletlerin değişen pozisyonlarına göre çalışan ve tüm eylemlerini bu çevrelerden aldığı direktifler doğrultusun da yaptıkları anlaşılmaktadır.
Konumuza, Kürdlerin içinde bulundukları Orta Doğu cehennemin de özgürlük adına nasıl bir yol ve strateji izlenmesi çerçevesinden bakacak olursak, bahsi geçen coğrafya da birinci paylaşım savaşı sırasın da Kürdistan topraklarını dört sömürgeci devlete paylaştırarak sömürgeleştirip, Kürd halkını o dönem de statüsüz bırakan egemen güçler, aslın da Kürdler adına acı, elem ve zulüm anlamına gelecek olan yüz yıllık bir kölelik ortamını, Kürdlere reva görmüş olmanın da zorunlu nedametini yaşamaktadırlar.
Dünya egemeni güçler, Orta Doğu coğrafyasını kendi uzun vadeli çıkarları doğrultusun da yeniden dizayn etmek isterlerken, aynı zaman da geçmişte Kürdlere yaptıkları yanlışların da özrü anlamına gelebilecek yeni bir stratejiyi devreye sokarak, yaklaşık elli milyona varmış ve ulusal talepleri konusunda, örgütlülük anlamın da hatırı sayılır bir düzeye ulaşmış Kürdlerlede mümkün olan en ileri düzey de ilişkilendikleri görülmektedir.
Geldiğimiz bu nokta da; Kürdlerin geçmişte yaşadıkları birçok acıların temelini oluşturan, birlikten ve örgütlülükten yoksun olmanın tecrübeleriyle, kendi aralarında ki grupsal, örgütsel tüm hesaplarını bir kenara bırakarak 21. yy’a yeni ve doğru uluslar arası ittifaklar ve işbirlikleri geliştirmek suretiyle girmeleri, tarihsel bir sorumluluk olarak düşünülmelidir.
Bu anlam da uluslar arası hiçbir özellik taşımayan ve aynı zaman da bölgesel de bir ağırlığa da tekabül etmeyen, özellikle egemen ulus sosyalistleri, ümmetçi çevrelerinden ve marjinal gruplarından oldukça uzak durulmalı, bütün bunlara yönelik sarf edilen emekler yerine ulusal bir perspektif ile Kürdler arası milli birlik ve dayanışma konusun da ciddi ve samimi bir enerji harcanmalıdır.
Sonuç olarak Kürdlerin mücadele tarihin de cephede ve düşmanla savaş alanların da kaybetmek diye bir kayda rastlamak mümkün değildir. Cephede büyük kahramanlıklara ve başarılara imza atmış bu asil milletin tüm kayıpları ne yazık ki siyaset arenasında veya diplomatik beceriksizliklerin de gizlidir, ayrıca düşmanlarının sinsi yaklaşımları sonucu bir takım ihanetler de elbette ki söz konusu olmuştur. Ancak, geldiğimiz nokta da her konu da uzmanlaşmış ehil kadrolara sahip olan Kürdistanlılar, çektikleri acıların da kendilerini süreç içerisin de ustalaştırdığı bilinci ile kendi halkını kucaklaması özlemini duydukları bağımsız, özgür bir Kürdistan’a mutlaka kavuşturacaktır.
HER BIJİ YEKITİYA MİLLETE KURD…
Saygılarımla,
M. Hüseyin TAYSUN
09-11-2014 / İstanbul
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.