CHP, 14 ve 28 Mayıs seçim yenilgisinden sonra adeta bir cadı kazanı gibi kaynamaktadır. Kılıçdaroğlu’nun 13 yıldır genel başkanlığını yaptığı Cumhuriyet Halk Partisi, bu zaman zarfında girdiği tüm seçimleri kaybetmesine rağmen anti-demokratik delege yapısını kendisine göre dizayn ettiği için bütün seçimleri kaybettiği halde genel başkanlıktan düşürülemiyor.
Ancak Kılıçdaroğlu’nun bu sefer işi oldukça zor görünüyor. Esasen kliklerin partisi olan CHP’de Aleviler hariç hemen hemen bütün gruplar Kılıçdaroğlu’na karşı cephe almış durumda. Bu durumun farkında olan Kılıçdaroğlu, omurgasız bir siyaset tarzıyla kendisi için son şans olan bu seçimlerde toplumun her kesimine mavi boncuk dağıtarak zevahiri kurtarmaya çalışmıştı. Ancak yine de başarılı olamadı. Ben daha önceki yazılarımda bu seçimlerin Kılıçdaroğlu’nun uyguladığı siyaset tarzıyla kendi sonunu getireceğini yazmıştım.
Gelelim Kılıçdaroğlu neden kaybediyor meselesine: Hani ünlü bir halk deyimi vardır: Kişi ne elden oluyor ne de serden. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu elini ne Kilise’den ne de Cami’den çekmeyerek her iki cemaati birlikte idare etmeye çalışıyor. Böylece kişisel amaçları ve çıkarları uğruna her ipte oynayarak başaracağını zannediyor. Aslında bu siyaset anlayışı ve davranış tarzı kendisine Haşhaşilerden kalma bir mirastır. Ve onu asla terk edemez. Günümüzde ise bu tarz siyasetin hiçbir geçerliliği yoktur. Aşağıda madde madde sıralayarak Kılıçdaroğlu ve onun siyaset tarzı, karakteri ve neden kaybettiğini açıklamaya çalışacağım.
Kılıçdaroğlu aslen bir Kürd Alevisidir. Ancak Aleviliğini kerhen kabul etmiş olsada Kürdlüğünü bir veba gibi görerek uzak durmaktadır. Dolayısıyla Kürdlerin desteğini hiçbir şekilde alamaz. Çünkü mensubu olduğu partinin geçmiş tarihlerde Kürdlere uyguladığı zulüm, sürgün ve kimliklerinin inkarı anlayışı namuslu her bir Kürd’ün belleğinde taze bir biçimde durmaktadır. Kılıçdaroğlu bir Alevidir. Ancak mensubu olduğu partinin kuruluş felsefesi Türk-İslam-Sünni mezhebine göre tanzim edilmiş olup ve bahsi geçen bu parti iktidarda bulunduğu dönemlerde Alevileri yok etmek üzere adeta kılıçtan geçirerek bir soykırım uygulamıştır. Dolayısıyla bu felsefenin sahipleri asla bir Alevi’yi başlarına getirmezler (velev ki Aleviler cellatlarına aşık olsalar dahi). Kılıçdaroğlu demokrat, ilerici ve devrimci birisi değildir. Şayet öyle birisi olsaydı Kürdlerin kimliğini, benliğini, insan ve millet olmaktan kaynaklı haklarını gasp etmekle ünlenmiş ve bu konudaki en katı ilkelere sahip CHP’ye mensup olmaz ve tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek dili savunan bu partiye yıllar yılı hizmet etmezdi. Sadece uyduruk bir Lasizim uğruna şoven bir anlayışının militanlığını yapmazdı. Dolayısıyla ülkenin nüfusunun yüzde 90’ı Müslüman olan bir toplumda ve ayrıca insan hakları, demokrasi ve özgürlük mücadelesi veren gerçek yurtsever, demokrat ve devrimcilerin de tercih edeceği ve destekleyeceği birisi olması mümkün değildi. Karadeniz ve Orta Anadolu’dan Aleviliği nedeniyle bir tek oy dahi alamayan Kılıçdaroğlu’nun Alevilerin ve bir kısım Balkan devşirmelerinin ayrıca Kürdleri önce Türkiyeleştirip sonra nihai hedefleri Türkleştirmek olan ve bu konuda her türlü sinsi projeler üreten Türk sol artıkları ve Apocu çevrelerin de desteğini alarak bu ülkede iktidar olamayacağının Kılıçdaroğlu’nun iyi anlaması lazım. Yine bilinmelidir ki mezhebi ve meşrebi gevşeklik ve rahatlık uğruna ne 30 milyon Kürd ne de onların yurtsever evlatları bu kimliksizleştirme ve inançsızlaştırma sinsi oyununa gelerek oy vermemektedir.İşte hafızalara kazınmış bu gerekçeler dolayısıyla Kılıçdaroğlu ve onun partisi olan CHP’liler reddi miras yapmadan geçmişte yaptıkları zulüm, inkâr ve katliamların hesabını vermeden ve özellikle başta Kürd halkı olmak üzere hakarete uğramış bütün kesimlerden özür dilemeden ayrıca Haşhaşi takiyeciliğini ve sahtekarlığını terk etmeden bu coğrafyada CHP’nin iktidar olması sadece bir hayal olacaktır. Çünkü kendi gerçeğini inkar eden haramzadelerin miadı dolmuş ve artık hükmü kalmamıştır.
Bu coğrafyada uzun vadede iktidar olmanın ve ülkede huzur ve barış içerisinde bir arada yaşamanın yegane yolu ve çaresi herkesin kendi kimliği ve düşüncesiyle iftihar edebileceği bir ortamla mümkündür. Kimsenin kimseyi aşağılamadığı ve yine kimsenin birilerini baş tacı etmediği aynı zamanda herkesin kendi hukukunu rahatlıkla savunabileceği bir ortamın yaratılmasıyla barış ve huzur sağlanabilecektir. Kürd halkını ne devletin güvenlikçi politikaları ne de Apo’nun ayetleri, Mustafa Karasu ve Duran Kalkan’ın fetvalarıyla bu ülkede huzur ve güven sağlanamaz. Şayet huzur ve güven sağlanacaksa zulüm, aşağılama ve istismar ortadan kaldırılarak gerçek anlamda bir demokrasi ile halkların bir arada yaşaması mümkün olacaktır. Bu anlamda Kürd yurtseverleri her türlü sinsi projeye karşı uyanık olmalı ve hemen her koşulda Kürd halkının uyanık tutulması için mücadele etmelidir. Aksi durum her iki millet için de bir cehennem anlamına gelecektir. Bunun en son örneğini Ukrayna’da görmekteyiz.
M. Hüseyin Taysun
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.