Birinci Paylaşım Savaşı sonucunda Osmanlıların (Türklerin) yaşadığı ağır yenilgi ve egemenlikleri altındaki toprakların büyük bir bölümünü kaybetmiş olması, akabinde Türklerdeki bölünme korkusunun nesilden nesile geçmesine neden olmuştur.
Farklı zamanlarda iktidarı elinde bulunduran kesimlerin dahi tarihlerini doğru okumaktan acze düşen yönetici siyasi kadroları aradan yüzyıllık bir zaman geçmiş olmasına rağmen bu bölünme korkusunu ve kompleksini üzerlerinden bir türlü atamamış olacaklar ki siyasi, ideolojik ve sosyal devlet anlayışlarını “Türkün Türk’ten başka dostu yoktur” sözüyle ifade etmektedirler. Oysa herhangi bir coğrafyada huzurla yaşamanın ve kitleleri bir arada tutmanın temel dayanağı birlikte yaşadığı farklılıklara da güvenmekten geçmektedir.
Kurtuluş Savaşını, bu coğrafyada yaşayan başta Kürdler olmak üzere Anadolu ve Mezopotamya Halklarının büyük fedakârlıkları ve katkılarıyla sürdürdüğünü ve böylece bir devlet sahibi olabildiklerini unutmaktadırlar. Türklerin, büyük kurtarıcı olarak gördükleri Mustafa Kemal’ in başta Amasya Tamimi olmak üzere birçok vesileyle kurtarılan bu toprakların Türklerin ve Kürdlerin ortak vatanı olacağına dair ifadelerini hiç ama hiç dile getirmedikleri bunun tam aksine Kurtuluş Savaşı sonrası Kürdlere verilen tüm sözlere rağmen T.C. Devletinin aşama aşama “tek millet, tek devlet, tek vatan ve tek bayrak” anlayışı üzerine inşa edilerek başta Kürdler olmak üzere diğer Anadolu Halklarının haklarını gasp eden ırkçı şoven bir anlayışın hâkim olduğu bir devlet modelini ortaya çıkardıkları görülmektedir.
Konu Kürd Halkının meşru ve haklı hak talebi olduğu zamanlarda Türkiye’ yi yönetenlerin Kürdlerin haklı taleplerini ve yasal haklarını bastırma ve yok sayma adına kendilerinin ezeli ve ebedi düşmanları olan başka devletlere ve milletlere hangi tavizleri verdiklerini tüm dünya halkları gibi Kürdler de gayet açık bir biçimde görmekte ve bu meşru hak taleplerinin hangi zorba yöntemlerle bastırıldığını bizatihi hayatın pratiğinde yaşamaktadırlar.
Bunun en açık örneklerini özellikle son yıllarda Güney ve Güney Batı Kürdistan’ da Kürd Halkının ağır bedeller sonucu elde ettikleri bir takım kazanımlara yönelik T.C. Devletinin tutumuna baktığımızda görebilmekteyiz. Kendileriyle tarihin farklı dönemlerinde birlikte ve dostça hareket eden Kürdlere yönelik böylesi düşmanca tutumu akla dayalı bir devlet anlayışıyla izah edebilmek mümkün değildir. T.C. Devletini yönetenlerin sıkça dile getirdikleri “Türkiye’ yi bölmek, parçalamak ve zayıf düşürmek istiyorlar” sözlerinin muhatabı asla Kürdler değildir. Aksine Kürdlerin en ileri talep ve iddiaları atalarına ait bu topraklarda insanca ve özgürce ezilmeden, horlanmadan yaşama isteklerinden ibarettir.
Ayrıca mevcut haliyle ve müesses nizama rağmen Kürdlerin herhangi bir devleti bölüp parçalayabilecek bir gücü yoktur ve böylesi bir niyet de taşımamaktadırlar. Dolayısıyla bölgedeki dört sömürgeci devletin tek ve vazgeçilmez ısrar ve inatları Kürderin meşru ve haklı taleplerini görmezden gelme ve yine Kürdleri yok sayan anlayışlarından kaynaklanmaktadır. Evet, herkesin bildiği ve gizlenemeyecek kadar açık olan bir süreç var ki oda dünyaya hâkim olan devletlerin Ortadoğu ve Yakındoğu coğrafyasında yeni bir ameliyat yaparak bölge devletlerini kendi gelecek yüzyıllardaki çıkarları doğrultusunda yeniden dizayn etme ve mevcut konumlarını güçlendirme planlarına dair süreçtir. Şayet Türkiye bölünüp parçalanıp zayıf düşürülecekse bu planların sahipleri olan A.B.D, Rusya, İngiltere, Fransa ve İsrail Devletlerinin eliyle olacaktır. Bu anlamda başta Türkiye olmak üzere İran, Irak ve Suriye Devletlerinin yüzlerce yıldır köle olarak kullandıkları haklı ve meşru haklarını vermemekte ısrar ettikleri Kürdlerle uzlaşmanın ve dostça geçinmenin yöntemleri üzerinde çalışmaları gerekmektedir.
Mevcut durumda neredeyse tüm dünya ülkeleriyle kavgalı olan Türkiye’ nin Kürdleri de elinin tersiyle iterek kendisine düşman küresel güçlerin kucağına atması ne Türkiye Devletinin ne de Türkiye Halklarının hayrına olmayacaktır. T.C Devletinin Kerkük’ te ortaya koyduğu hasmane tutum ve Afrin’ e yönelik müdahalesi, bilinmelidir ki özgürlük mücadelesi veren elli milyon Kürd tarafından büyük bir tepki ve kızgınlıkla karşılanmaktadır. Ayrıca bu nevi düşmanca girişimler ileriki tarihlerde birbirine muhtaç her iki millet arasında diyalog ve uzlaşma zeminini de ortadan kaldıracak tehlikeli bir tutumdur. Türkiye’ de bu denli ırkçı şoven bir dalganın giderek yükseltilmesi Kürdlerde farklı bir tepkiye yol açacağı gibi her iki ulus arasındaki dostluk köprülerinin de yıkılması gibi oldukça olumsuz sonuçlar doğuracaktır.
Geldiğimiz bu aşamada umarız ve temenni ederiz ki T.C Devleti kendisine orta ve uzun vadede hiçbir olumlu getirisi olmayan ırkçı şoven ve saldırgan siyasetine son vererek, mevcut olaylara aklıselimle yaklaşım gösterir ve bu cehennem ateşini söndürür.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.