Kurulduğu günden günümüze kadar aradan bir asır geçmiş olmasına ve onlarca iktidar değişimine rağmen TC Devlet yapısı ve anlayışında Kürd halkının varlığı ve kimliğinin inkarı konusunda zerre kadar bir değişim ya da herhangi bir ilerleme yaşanmamıştır. Temel felsefesi Türkçülük ve Turancılık üzerine inşa edilmiş TC Devleti’nin vazgeçemediği asıl amaç kendilerine ait olmayan bu coğrafyada var olan tüm milletleri farklı gayriinsani metotlar kullanarak ortadan kaldırmak ve kendileri için dikensiz bir gül bahçesi yaratmaktır.
Jön Türklerden başlayarak İttihat ve Terakki’yle devam eden ve Cumhuriyet’ten bu yana da Kemalist bir anlayışla sürdürülen bu ırkçı şoven felsefe ülkede var olan tüm halkları ve kesimleri Türklüğün emrine sokmak için bütün gayretleriyle hayatın tüm alanlarında süreklilik arz eden bir şekilde çalışmaktadır.
Esasen ülkenin gerçek sahipleri olan Rumları, Ermeni, Süryani ve Keldanileri vahşi bir kırımdan geçirerek ve bunların kalanlarını da ya sürgün veya suskunlaştıran bu ırkçı anlayışın zaman içerisinde önemli bir başarı sağladığını söylersek yanlış olmaz. Bu coğrafyanın nüfusu az ama kadim milletleri olan Arap, Çerkez ve Lazları da uyguladıkları sinsi ve baskıcı yöntemlerle asimile etmeyi becermiş bu Türkçü ve Turancı anlayışın bugünkü yegane hedefinde mazlum Kürd halkı vardır.
Kurtuluş Savaşı’nı Kürdlerle birlikte verdikten ve on binlerce Kürd’ün şehit olmasından sonra Kürdlere verdiği tüm vaatleri unutarak Lozan’da Kürd halkını yok saydıran M. Kemal ve arkadaşları daha sonra Kürdlerin kendilerine yapılan bu büyük ihanetten hesap sormak üzere kendi kimlik hakları için başlattıkları tüm isyan ve direnişler tarihte emsaline az rastlanır katliamlarla bastırılarak Türkçü Turancı bir anlayışla sözde seçimler yapılarak ırkçı şoven anlayışa hizmet edecek olan bir parlamento yaratılmıştır.
O dönemde her ne kadar 1921’de Kürdistan ve Lazistan’ı temsil eden geçici bir anayasa yapılmışsa da 1924’te yeni bir anayasa yapılarak parlamentonun ve var olan tüm devlet organlarının ve ülke kaynaklarının Türkçü Turancı kesimlerin hizmetine sokulması için büyük bir gayret içerisine girilerek ülkede var olan tüm imkan ve kabiliyetler Türklüğün emrine ve hizmetine bırakılmıştır. Daha sonraları Kürdlerin ve diğer halkların kullanabileceği anayasal ve yasal boşluklarının tamamının kapatılması ve diğer milletlerin nefes almasını engellemek üzere 1961 ve 1980 darbeleri yapılarak hemen peşinden yine Türkçülük ve Turancılığa hizmet edecek ve Kürdlerin ayağına prangalar vuracak yeni anayalar ve ceza yasaları yürürlüğe sokulmuştur.
Böylece 1924 yılından itibaren Kemalist ırkçı sistem uluslararası meşruiyet kazansın diye özellikle Kürd halkı içerisindeki çıkarcı işbirlikçi toprak ağalarından, şexlerden ve beylerden bir kısmının parlamenter olmasına büyük özen göstererek hem kendi Türkçü Turancı devletini uluslararası arenada meşrulaştırmış hem de Kürdler arası en derin yarılmanın tohumlarını atarak Kürdleri birbirine düşman etmiştir.
TC Devleti’ni yönetenler bu sinsi ve ustaca yöntemlerle Kürd halkını birtakım işbirlikçiler vasıtasıyla baskılayıp oyalayarak Kürd milli damarının gelişmesini engellemiştir. Aynı dönemde Dünyadaki değişimlerden ve gelişmelerden etkilenen ve Kürd sorununu yüksek sesle gündeme taşıyan Kürd aydın ve öğrenci gençliğiyle kendilerinin yarattığı işbirlikçi Kürd kesimlerini karşı karşıya getirerek Kürd’ü Kürd’e düşman etmenin sinsi oyunlarını sahneye koymuştur. Burada da önemli bir başarı elde eden Türkçü Turancı Kemalist sistem bunlarla da yetinmeyerek 1980’lerden sonra Bağımsız Bağlantısız Kürdistan sloganıyla siyaset arenasına soktuğu bir kesimi ve içerisine sızdırdığı Türk sol militanları marifetiyle bunların yönünü de Kürd milli damarını temsil eden kesimlere yönlendirerek ve bunların kullandığı şiddet metotları marifetiyle yurtsever Kürdler üzerinde sonu gelmeyen bir baskı uygulayarak adeta Kürd halkını nefes dahi alamaz duruma sokmuştur.
TC Devleti’nin büyük bir proje olarak ortaya sürdüğü ve Türk sol çevreleriyle kontrol altında tuttuğu bahsi geçen bu siyasi yapı son 30 yıllık seçim süreçlerinde Kürdlerin oyları ve ödedikleri ağır bedeller sonucunda onlarca Türk solcusunu ve Kürdlük kaygısı taşımayan solcu Alevi’yi TC parlamentosuna ve belediye başkanlıklarına seçtirerek gerçek Kürd yurtseverlerinin önünü tıkamış ve bahsi geçen bu çevreler demokratik cumhuriyet, LBGT’ye özgürlük ve ekolojik toplum gibi Kürdlerin milli meselesiyle hiçbir ilgisi olmayan konuları önceleyerek Kürd ulusal meselesini ve Kürdlerin hak taleplerini Kürd gençliği ve kadınların nezdinde adeta arka plana attırmıştır. Dolayısıyla Türkçü Turancı Kemalist anlayışın son 40 yılda adım adım geliştirdiği bu sinsi projesinde de büyük bir başarı sağladığı görülmektedir.
Geldiğimiz bu aşamada mevcut tüm sistem partilerinin ve kendisini Kürdlerin temsilcisi gibi gösteren HDP ve bileşenlerinin Türkiye’de kangren haline dönüşmüş olan Kürd sorunuyla ilgili ne ciddi bir projesi ne de bu konuda samimi bir çalışmaları yoktur. Ayrıca da arada bir Kürdleri kandırmak amacıyla kullandıkları sözlerinin de hem samimiyetten ve hem de ciddiyetten uzak olduğunu görmek için kahin olmak gerekmiyor. Çünkü bu sözlerin ve davranışların tamamı yalan ve büyük bir kandırmaca ve sahtekârlıktan ibarettir.
Bugünkü gerçekliğimiz bu ise peki Kürdler ne yapmalı?
Bu durumda her şeyden önce Kürdler Kürdistanlı ve Kürd oldukları konusunda mutlak bir karar sahibi olmalıdırlar. Ayrıca eriyip yok olmak istemiyorlarsa yaşamın tüm alanlarında mutlaka Kürdistani bir duruş sergilemelidirler. Dolayısıyla Kürd gibi giyinmeli, sofrasını Kürd gibi kurmalı, Kürd olarak düşünmeli, rüyalarını Kürdçe görmeli, halayını Kürdçe çekmeli, kılamını Kürdçe söylemeli, ağıtlarını Kürdçe yakmalı, Kürdistan’ı karış karış dolaşmalı, projelerini Kürdistan üzerine kurmalı, Kürdistan coğrafyasına aşık olmalı, dualarını Kürdçe yapmalı. Sonuç olarak ısrarlı bir biçimde kendisi olmalı. Son sözümüz Kürdlerin her konuda olduğu gibi seçimlerde de elbette ki bir sözü olmalıdır. Ancak TC parlamentosundan önce milli bir duruş ve ciddi bir yürüyüş konusunda mutlaka bir seçim yapmalıdırlar. Velhasıl dilini ve kültürünü büyük bir kararlılıkla sahiplenip geliştirmelidirler. Gerisine Allah kerimdir.
Saygılarımla
M. Hüseyin Taysun
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.