Bilindiği üzere Kürdler sömürgecilerin işgal altında tutmakta ısrarlı oldukları Kürdistan topraklarını özgürleştirmek ve dünya milletler ailesinin meşru ve onurlu bir üyesi olmak adına yıllardır sürdürdükleri ve büyük zulüm, yıkım, bedel ve şehadetlere mal olmuş mücadeleleri giderek önemli gelişmeler kaydetmekte ve halkımızın umutlarının yükseldiği bir aşamaya ulaşmaktadır.
Kürdlerin atalarına ait topraklarda sömürgeciler tarafından istenilmeyen ve her konuda aşağılanan ötekileştirilen köleleştirilen ve mümkünse tarih sahnesinden silinmek istenen bir toplum olduklarının farkında olarak ve bu redçi, inkârcı, asimilasyoncu anlayışa daha ne kadar tahammül edebilirlerdi.
Bütün bu sebeplerden dolayı özgürleşmek ve onurlu bir yaşama kavuşmak üzere başlatılmış ve sürdürülmekte olan mücadelelerle dolu bu onurlu yolculuk takdir edilmesi gerekir ki mazlum Kürd halkına ve onun fedakâr evlatlarına oldukça pahalıya mal olduğu gibi dünyada emsaline az rastlanacak acıları’da yaşatmıştır. Ancak bahsi geçen bu zorlu süreçler yaşanırken bazı siyasi kişilik ve çevrelerin oldukça tutarsız ikircikli ve teslimiyetçi tavır ve yaklaşımlarına rağmen mücadelenin ulaştığı nokta son derece umut verici ve dünya devletlerinin gündeminin birinci sırasına oturmuş olması asabiyle de ayrıca çok önemlidir.
Kürd halkının gerek Güney Kürdistan’da ve gerekse Güney batı Kürdistan’da büyük fedakârlıkları ve yine onun kahraman savaşçı evlatlarının inanılmaz direniş ruhu ve mücadelesiyle gelinen aşama Kürdler adına siyaset sahnesinde olan liderlik ve örgütlenmelerin samimiyet, kararlılık ve beceri sınavından geçmektedir. Bu tarihi süreç özellikleri ve muhatap olunan tarafları nedeniyle önemli fırsatları içerdiği gibi büyük riskleri de içerisinde barındırmaktadır.
Küresel güçlerin Kuzey Afrika’yı Orta Doğuyu yeniden ve kendi çıkarlarına uygun bir biçimde dizayn etmeye çalıştıkları bu tarihi dönemeçte Kürdler adına siyaset yapan lider, parti ve çevrelerin dost düşman ayrımını ve ittifaklar konusunu oldukça derinlikli, akılcı ve tutarlı bir zemine dayandırarak belirlemek durumuyla karşı karşıya olduklarını bir an olsun akıllarından çıkarmamaları gerekmektedir.
Risk ve fırsatların iç içe geliştiği bu süreci Kürdlerin lehine dönüştürebilmek oldukça büyük bir siyasi ustalık ve uzun vadeli düşünme becerisiyle ancak mümkün olabilecektir. Ayrıca Şengal ve Kobanê’deki vahşi İŞİD saldırıları ve yaşanan acılardan sonra tabandan başlayarak Kürdleri siyasi temsil noktasındaki güç ve iddia sahipleri olan parti ve çevrelerin yakınlaşması ve bunlara paralel olarak bir bütünen Kürd halkında var olan milli damarın spontane olarak büyük bir dayanışma ve kardeşlik ruhuyla biri biriyle kenetlenip Peşmerge ve Gerilla ayırımı yapmadan yaşanan süreci sahiplenmesi özlenen tarihsel bir gelişme olarak değerlendirilmelidir.
Oldukça anlamlı ve sevindirici bu gelişmeleri doğru bir analiz ve değerlendirmeye tabi tutarsak başta Güney Kürdistan’daki, Kek Mesut Barzani ve Mam Celal Talabani’nin önderliklerinde meydana çıkarılan özgür Kürdistan parçasındaki milli damarın diğer parçalardaki yurtseverlerin bu çizgide gelişmeler kaydetmelerine önemli dayanak noktası oluşturduğu görülmektedir. İşte tüm bu çabaların eseri olan bu milli uyanış refleksinin dünya milletler camiasında nasıl olumlu bir yankıya sebep olduğu’da açıkça görülecektir.
Özellikle Güney yönetimi ve Kek Mesut Barzani’nin özel çaba ve gayretleriyle Kobanê kuşatmasının günümüz dünyasında bir vahşete tekabül ettiği tüm gelişmiş batı ülkelerine kabul ettirilmesi ve bunun akabinde yaratılan meşru dayanışma pozisyonundan sonra Kürdistan işgalcisi T.C devleti baskılanılarak ve bu devlete ait toprakların kullanılması suretiyle Güney Batı Kürdistan’daki mücadeleye katkı sunmak amacıyla Peşmergelerin ağır silahlarıyla birlikte Kobanê’ye gönderilmesi, Kürdlerin tarihinde altın harflerle yazılabilecek diplomatik bir başarı olarak algılanmalıdır. Güney Batı Kürdistan’ında ki mücadeleye meşruiyet kazandıran ve Kuzeyli Kürdler tarafından muazzam bir karnavala dönüştürülen Peşmergelerin Kobanê’ye ala rengin ile uğurlanması ayrıca muhteşem bir tarihsel kazanım olarak görülmelidir.
Bütün bu gelişmeler yaşanırken Kürdistan işgalcisi ülkeler böylesi bir Kürd dayanışması ve başarılı diplomatik gelişmeleri engellemek üzere her türlü yola başvurarak süreci provoke edebilmek için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardır. Dikkat edilirse Kürdistan’ı işgal altında tutan bu devletlerin yetkilileri Suriye’nin egemenlik haklarının çiğnendiğini koro halinde bütün dünyaya duyurmalarına rağmen bir sonuç alamamışlardır ayrıca T.C devleti Peşmergenin Güney Batı Kürdistan’a geçişini mümkün olabildiğince geciktirmeye çalışmış ancak A.B.D ve diğer müttefiklerin baskılarına boyun eğmek zorunda kalmıştır.
Sonuç olarak Duhok’ta başlatılan Kürd dayanışması ve yine orada kaleme alınan antlaşmalar bütün Kürdistanlılar tarafından büyük bir memnuniyetle karşılandığı gibi pratikte de Kürdlerin kendi aralarında ki samimi ve kardeşçe yaklaşımlarıyla gelecek için ümit vermekle birlikte Kürdlerin düşmanlarının da oldukça fazla tedirgin olmalarına sebep olmuştur. Umarım ve temenni ederim ki bu olumlu ve anlamlı gelişmeler tüm Kürd siyasi çevreler tarafından doğru anlaşılır ve bin yıllık Kürd köleliğinin ve haksızlığının sonlanmasın da ciddi bir hareket noktası olur.
Saygılarımla...
M.Hüseyin TAYSUN
01.11.2014 Manisa
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.