Kürdistan toprakları yaklaşık yüz yıl öncesi, O dönemin egemen güçlerinin siyasi, ekonomik ve diplomatik destekleri sonucunda dört ayrı sömürgeci devlete peşkeş çekilmiş olsa da, Esasen Kürdistan toprakları İran, Türkiye, Irak ve Suriye devletlerinin askeri ve militarist güçleri tarafından zaten fiili olarak işgal altında tutulmaktaydı. Geçmişten günümüze kadar Kürdlerin kendi topraklarını özgürleştirmeye yönelik tüm mücadele ve girişimleri, bu sömürgeci devletlerin askeri militarist güçleri tarafından engellenmiş veya büyük zorbalıklarla yenilgiye uğratılarak, kan ve şiddet yöntemleriyle bastırılmıştır.
Bu sömürgeci devletler farklı sebeplerle sıkıştıkları veya Kürdlerin mücadelesi sonucu zor durumlarda kaldıklarında, sıkça barıştan ve kardeşlikten dem vururlarken, diğer taraftan Kürdistan topraklarını ısrarla işgal altında tutmakta ve Kürdlerin, temel hak ve özgürlük taleplerini görmezden gelerek bulabildikleri her fırsatta askeri, diplomatik ve ekonomik alanlarda daha güçlü olabilmek için olağan üstü çabalar sarf etmektedirler. Kürdlerin haklı ve meşru taleplerini uluslar arası arenada büyük bir ustalıkla geçiştirmeye çalışan ve yine Kürdlerin mücadelesini teröristlikle yaftalamayı kendilerine meslek edinmiş bu işgalci güçler, bütün bunlarla da yetinmeyerek Kürd siyasi güçleri arasında farklı çelişkiler yaratmak ve yurt sever Kürd çevrelerinin arasına sızdırdıkları profesyonel ajanları vasıtasıyla Kürdlerin birliğine engel olmaya büyük bir çaba göstermektedirler.
Özellikle 2003 yılında ABD ve müttefiklerinin Irak’a müdahalesini büyük bir ustalık ve peşmergenin kahramanlıklarıyla muazzam bir fırsata dönüştürerek, Güney Kürdistan Federe yapısının oluşmasını sağlayan Kürdistani güçlerden dolayı olağan üstü panik yaşayan İran molla rejimi ve T.C Devleti kendi aralarında ki büyük rekabeti ve tüm çıkar çelişkilerini bir kenara bırakarak hem Güney Kürdistan daki kazanımları boşa çıkarmak, hem de Kürdler arası birliği engellemek üzere olmadık entrika ve siyaset oyunlarını birlikte sergilemeye başlamışlardır.
Özellikle Güney Kürdistan daki yönetimin, Irak merkezi hükümetiyle yaşadığı çelişkilerden dolayı bağımsızlık doğrultusundaki çalışmaları ve bu konuda gösterdiği kararlılık ayrıca Güneybatı Kürdistan daki siyasi ve askeri gelişmelerden büyük ölçüde rahatsızlık duyan İran ve Türkiye’nin Kürd kazanımlarını boşa çıkarmak üzere IŞİD denilen vahşi taşeron örgütü ve Baas kalıntısı bileşenlerini Kürdistan topraklarına sürerek, Kürdleri mevcut kazanımlarına ve devletleşme yolculuğuna engel olmaya çalıştıklarını bilmekteyiz. Ancak bu vahşi saldırılar karşısında kahraman peşmerge ve gerilla güçlerinin emsali görülmemiş fedaice bir cephe savaşıyla IŞİD güçlerine büyük kayıplar verdirerek sömürgeci İran ve Türkiye’nin heveslerini kursaklarında bırakmıştır.
Ancak, burada elde edilen siyasi ve diplomatik başarının mimarı olan başta Kek Mesud Barzani olmak üzere birlik içerisinde davranan Güney Kürdistanlı siyasi çevrelerin çabalarını ve başarılarını teslim etmek gerekiyor. Bu siyasi ve diplomatik başarı Kürdleri modern dünya ile buluşturduğu gibi, Kürdlerin özgürlük ve bağımsızlık mücadelesine de büyük bir meşruiyet kazandırmıştır. Bütün bu olumlu gelişmelerin yanında YNK ve PKK yönetici elitinin Kürdistanilik konusun da gösterdikleri tereddüt ve özelliklede İran molla rejiminin etkisinden kurtulamamaları bu süreçte önemli oranda tıkayıcı olduğu gibi kazanılan başarılara da büyük gölge düşürmektedir.
Bir bütünen Kürdlerin oldukça kritik süreçlerden geçtiği günümüz de ve özelliklede T.C. Devletinin sözde çözüm süreci adına PKK’ye silah bıraktırmasının gündemde olduğu bu zaman diliminde Kürdlerin silah bırakmasını dillendirmek hasmane bir tutum değilse, stratejik bir ahmaklık olarak düşünülmelidir. İçerisinden geçmekte olduğumuz bu tarihi süreçte asıl Kürdler tarafından tartışılması gereken, Kürd güçlerinin silahlarını bırakması veya ellerinde bulundurdukları silahlarını T.C. Devletine teslim etmesi değil, PKK’nin elinde bulundurduğu silahları kendi Kürd kardeşlerine yöneltmemesini sağlamaktır. Ayrıca yapılması gereken ki PKK’nin tabanında da böylesi bir eğilimin olduğu bilinmektedir. Yapılması gereken PKK’nin elinde bulundurduğu araçlarını ve kadrolarını Kürdistani güçlerle birlikte işgalci çevrelere yöneltmesini sağlamaktır.
Orta Doğuda hemen her devlet ve örgütün silahları, savaşçıları ve ekonomisi oranında söz sahibi olabildiği bu cehennemsi ortamda, Kürdlerin haklı ve meşru mücadelesinde yegâne garanti sayılabilecek silahları, dağları ve savaşçılarından vazgeçmesi düpedüz gaflet ve ihanet olarak düşünülmelidir. Çünkü Kürdü yok olmaktan kurtaran ve bugünlere ulaşmasını sağlayan yenilmez savaşçıları ulaşılmaz dağları ve kutsal bildiği silahlarıyla mümkün olabilmiştir.
Son yıllarda özellikle Irakta ki ve Suriye de ki mezhep endeksli iç savaşlarda önemli oranda iktidarlarını ve inisiyatiflerini kaybetmiş olan yönetimler sonucunda her iki ülkede devlet olma özelliklerini hızla kaybetmekte ve bu iki ülkede İran ve Türkiye devletlerinin menfaatleri ve uluslar arası güçlerin çıkarları çatışmaktadır. Tüm bölge ülkelerinin silahları, askeri güçleri ve ekonomileri oranın da söz sahibi olabildiği bir kaos dönemi yaşanmakta genel de bölge halklarını ve masum insanların bedelini ödediği bu kriz ve kaos ortamından büyük ve güçlü olanlar çıkar devşirmektedirler.
Böylesine karmaşık olayların yaşandığı ancak Kürdlerin akıllı bir dayanışma ve birlikte davranabildiği oranda, özellikle Güney ve Güneybatı Kürdistan a güçlendirilmiş federasyon veya bağımsızlığın önünün açık olduğundan bahsetmenin hiçte hayal olmadığı rahatlıkla görülebilmektedir. Kürd siyasal çevrelerinin bu kargaşa döneminde ki büyük fırsatı günümüze kadar yeterince değerlendirebildiklerini söylemek mümkün değil. Askeri alanda peşmerge ve gerillanın kazandığı büyük başarıları ne yazık ki Kürd siyasi çevreleri kendi aralarında kardeşçe bir birliğe ve büyük kazanımlara henüz dönüştürebilmiş değillerdir.
Oysa savaş cephelerinde peşmerge ve gerillanın, büyük fedakârlıkları ve yine büyük şahadetleri sonucu ortaya çıkardıkları başarı farklı sömürgeci güçlerin etkisinde kalmamak koşuluyla Kürd siyasi çevreleri tarafından muazzam bir siyasi zafere dönüştürülerek, Kürdlerin yüz yıllardır hayal ettikleri hedeflerine ulaşabilmeleri için ve makûs talihlerini çöpe atmak üzere önemli bir fırsatın doğduğunu unutmamak gerekir.
Kürdistan’ın işgalcilerinden olan Irak ve Suriye’nin devlet olma niteliklerini giderek kaybettiği ve ancak bunların yerine özellikle İran olmak üzere, T.C. Devletinin de bu kargaşadan karlı çıkmaya çalıştıkları ortalama akla sahip olan herkes tarafından bilinmektedir. Böylesi elverişli bir ortamın Kürdler tarafından doğru değerlendirilip, tüm grup ve parti çıkarlarının ötesinde birliğe yönelik fedakârlıkla kullanabildikleri ve siyasetin ferasetine sahip oldukları oranda Kürdler adına büyük kazanımlar elde edebilecekleri gün gibi ortada ve aşikârdır.
Sonuç olarak Kürdler üzerinde yaşamış oldukları toprak parçasının en eski kavimlerinden olmasına karşılık bölgemizin en cesur, en duygusal ve en kolay kandırılabilir halkı olarak tanınmaktadırlar. Bir başka ifadeyle Kürdler çevrelerinde ve birlikte yaşadıkları milletlere tarihin hiçbir döneminde, zulüm ve haksızlık yapmadıkları gibi komşularına karşı saygılı, hoş görülü ve dürüst olmuşlardır. Tüm bu insani özelliklerine rağmen zulüm görmekte, hakarete uğramakta başkada kendilerine reva görülen güzel ve iyi bir şey olduğu söylenemez. Bütün bu bedel, zulüm, sürgün ve kıyımlara rağmen düşmanlarına şirin görünmenin veya onlarla birlikte yaşama adına kırıntılara tenezzül etmenin zamanının çoktan geçmiş olduğu bilinmelidir.
Kürdler bütün bunları bilince çıkarmalı ve cellâtlarına şirinlik yapmaktan artık vazgeçmelidirler.
Saygılarımla
M. Hüseyin TAYSUN
18.02.2015 - İstanbul
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.