ABD’nin başını çektiği küresel güçlerin, 2003 yılından bu yana Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Yakın Doğu da kendilerinin gelecek dönemler için yaptıkları çıkar hesaplarını önceleyerek, ancak bahsi geçen bölgeler de kısmi bir değişim ve demokratikleşmeyi de içeren bir plan çerçevesin de Irak’a müdahale ettiği bilinmektedir.
Bahsi geçen bu çok kapsamlı ve çok boyutlu planın ilk fitilinin, Irak müdahalesinin hemen sonrasın da Tunus ta ateşlendiğini biliyoruz. Tunus ta başlatılıp giderek Kuzey Afrika ve Orta Doğu’nun tüm coğrafyasına yayılan ve adına Arap Baharı denilen bu değişim ve demokratikleşme dalgası, çağımızın en acımasız diktatörlerinden Beşer ESED’in yönettiği Suriye’ye ulaştığın da, başta Kürdistanlılar olmak üzere, için de ESED’in de olduğu diktatörlerin zulmüne muhatap olmuş tüm mazlum milletler ve demokratik çevreler tarafından büyük bir memnunluk ve umutla karşılanmıştı.
ABD ve Batılı devletler tarafından başlatılıp, bir kısım yerel güçler tarafından da desteklenen bu değişim hareketi, beklenilenden daha hızlı bir yayılma gösterirken, bölgede ki mevcut statükonun bozulması şartların da çıkarları zarar görecek olan Rusya, Çin gibi devletleri oldukça fazla rahatsız etmesi ile birlikte, özellikle Kürdistan topraklarının işgalcisi durumunda ki İran, Türkiye, Suriye ve Merkezi Irak yönetimlerinde de olağan üstü bir paniğe neden olmuştu.
Olaylar bu minval de seyredip gelişirken, yüz yıllardır kendi topraklarında köle durumun da tutulan Kürd halkının ve Kürdleri özgürleştirme iddiasın da olan siyasi parti ve çevrelerin önüne tarihi bir fırsatın çıkması olarak değerlendirebiliriz. Doğru ittifaklar ve akılcı bir siyaset tarzıyla süreci değerlendirip müdahil olmaları koşullarında da, böylesi bir değişim dalgasının statükocuları tarihin çöplüğüne gönderebilme fırsatı yaratmış olması itibarıyla büyük önem taşıdığı bilinmektedir.
İşte bu karmaşık gibi görünen ama Kürdlerin lehine gelişen bu durum karşısın da bölge ülkeleri, yine bölge de çıkarları olan milletler ve bu değişim dalgasından azami ölçüler de yararlanıp zulümden kurtulmak veya özgürleşmek isteyen çevrelerin, yeni ve doğru pozisyonlar almaya ve kendi konumlarını güçlendirebilmek üzere, yeni politikalar üretmeye mecbur kılmaktaydı. Ancak bu süreçte küresel güçlerin bölge devletleri ve bölgede ki mağdur milletler ve onları temsil iddiasın da olan siyasi çevrelere göre çok daha hazırlıklı, programlı ve donanımlı oldukları çok kısa zaman da ortaya çıktı.
İşte tam da bu fırsatlarla dolu bu tarihi süreçte, ne yazık ki Kürd siyasal ve ulusal birlikteliği sağlanamamış ve Kürdler bütünlüklü olarak birlikte bu süreci karşılayamamışlardır. Bir taraftan Kürdlerin önüne çıkan bu tarihi fırsatı milli duruşları ve yılların mücadele deneyimleriyle ABD ve diğer batılı güçlerle akılcı bir siyaset izlenerek stratejik temel de ittifaka dönüştüren Güneyli güçler (KDP,YNK), diğer taraftan ise şimdiye kadar sömürgeci güçlerin taşeronu olmaktan kendini arındıramamış ve aynı zaman da ESED ailesine ve muhaberata kendisini borçlu hisseden, Öcalan ve PKK hareketi farklı farklı yerler de pozisyon almışlardır.
Kürdlere tarih boyunca kaybettiren bu parçalı yapı, ne yazık ki bir kez daha Kürd halkının büyük acılar çekmesine sebep olmuştur. Öcalan ve PKK’nin sadece kendi örgütsel yapısını güçlendirmek üzere bina ettiği bu entegrasyoncu anlayış, bir kez daha Kürdlerin birliği karşısın da büyük bir bariyer olarak işlevini sürdürmüştür. Ancak IŞİD’in gerek Güney Kürdistan’a ve gerekse Güney Batı Kürdistan’a vahşice saldırıları sonucu yaşanan büyük acı, sürgün ve trajedi bir bütünen Kürd halkın da infial yarattığı gibi, birbirlerini sahiplenme doğrultusun da ki milli refleksleri, PKK tabanın da ciddi bir rahatsızlık yaratarak kısmi de olsa, pratik taktik ve politika değişiklikleri yapmak zorunda bırakmıştır. Bunun en somut örneğini, PKK paralelin de siyaset yaparak, Güney batı Kürdistan da diğer Kürdistani parti ve örgütlenmelere düşmanlık temelin de yaklaşan PYD’yi iknayla, Duhok ta ki Kek Mesut Barzani’nin, Kürdlerin birlikte hareket etme arzusu ile geliştirdiği Güney Batı Kürdistan da düşmana karşı ortak davranış ve dayanışma projesinin hayat bulmasıyla sonuçlanmasıdır.
Tüm bu gelişmelerin en geniş anlam da Kürdlerin milli temel de birliğinin ve dostluğunun sağlanmasına vesile olması umut ve temennisi ile, tüm parçalarda ki Kürdistani siyasi çevrelerin, Güneyli kardeşlerimizin, oldukça akılcı ve sonuç alınabilecek siyasetlerinin desteklenerek hayat bulmasına katkı sunmaları tarihsel bir sorumluluk olduğu gibi Kürdistanlılara karşı da bir borç olarak düşünülmelidir.
Kürdistan’ın kurtuluşu ve Kürdlerin özgürlüğü egemen ulus solcularının süslü ve yalan sloganlarıyla değil, ancak tüm Kürdistanlıların ilkeli birliği ve kardeşlik ruhuyla mümkün olabilir. Bunun tersini söyleyenleri ya Kürdlerin düşmanı veya Kürdlerin hala saflığına kendini inandırmış aptallar olarak düşünmek gerekiyor.
HER BIJİ YEKİTIYA KURD’AN
HER BIJİ KURDISTAN’A AZAD
Saygılarımla,
M. Hüseyin TAYSUN
25.10.2014 - İstanbul
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.