İran Devleti’nin geçmişi bilinmeden Kürd kızı Jina Emini’nin katledilmesiyle başlayıp iki aydan bu yana mevcut Molla Rejimine karşı başlatılmış olan ve büyük halk yığınlarının büyük bir cesaretle sahiplendiği isyan ve direniş eylemlerinin hangi yöne doğru evrileceği ya da nasıl bir şekilde sonuçlanacağı konusunda fikir beyan etmek oldukça zordur. Esasen gerçek anlamda oldukça kadim bir medeniyetin diyarı olan İran coğrafyası Orta Doğu’nun en eski milletlerinin yüzyıllarca bir arada yaşadığı ve halkların birinin diğerini red ve inkar etmediği ve hatta tarihin belli bir döneminde Farslarla Kürdlerin ülkenin sevk ve idaresini eşit bir biçimde paylaştığı bir memlekettir.
Oldukça köklü bir kültüre ve medeniyete sahip olan İran halkları daha çok geleneksel değerlerle yönetilmeyi benimsemiş ancak modern Dünyaya da son derece rahat uyum sağlayabilen bir takım özelliklere sahiptirler. İran coğrafyasının asıl sahipleri Farslar, Kürdler ve Belucilerdir. Azeriler ve Araplar ise bu coğrafyaya yakın bölgelerde yaşanmış savaşlar sonucunda bu ülkeye sonradan gelerek yerleşmiş halklardır, konuya sosyolojik bir perspektifle baktığımızda Farsların, Kürdlerin ve Belucilerin yakın akraba milletler olduklarını da unutmamak gerekiyor.
Günümüzden yaklaşık 300-400 yıl geriye gittiğimizde İran Devleti’nin 72 Satraptan, (vilayetten) oluştuğunu ve geçmiş dönemde bu Satrapların yaklaşık 60 yıl boyunca merkezi yapıya bağlı olmak şartıyla 36 Satrapını Farslar, diğer 36 Satrapını ise Kürdler tarafından eşit ve adil bir biçimde yönetildiğini görmekteyiz. Ancak belli bir zaman sonra Kürdlerin kendi içlerinde yaşadıkları çelişki ve çekişmeleri büyük bir fırsata dönüştüren Farslar geleneksel Acem oyunlarını da ustaca kullanarak ülkenin tamamında iktidarı ellerine geçirip Kürdleri yönetimden uzaklaştırarak Farsların iktidarını pekiştirmek suretiyle uzun yıllardır ülkedeki iktidarlarını sürdürmektedirler.
Mollaların gerçekleştirdiği İslam devrimi öncesinde İran Devleti iki nesil Pehlevi ailesi tarafından yüzü batıya yönelik olarak yönetilmiş olmasına karşılık Şia din adamlarının tüm zamanlarda olduğu gibi ülkeyi yönetmekte olan devlet erkânı Pehlevi ailesi ve büyük halk yığınları üzerinde önemli bir ağırlığa sahip oldukları bilinmektedir. 1979’da Şahlığın devrilmesinde ve Ayetullahların iktidara gelmesinde başta İran Komünist Partisi TUDEH, Sosyal Demokrat Halkın Mücahitleri ve ayrıca Kürdleri temsil eden İKDP, KOMELA gibi örgütlerin büyük katkılarının olduğu bilinmektedir.
İran’daki Şahlık Rejiminin yıkılması ve Mollaların iktidara gelmesinden sonra en başta toprak reformu olmak üzere kasabalarda ve özellikle kırsal alanda yaşayan insanları ekonomik ve sosyal yönüyle rahatlatan bir takım diğer reformlar sayesinde Mollaların büyük bir güç kazanması ve yoksul halk yığınları arasında giderek güçlenmesi sonucunda enerji kaynaklarından ve devletin diğer imkanlarından elde edilen devasa ekonomiyi yönetme fırsatını ele geçiren Molla Rejimi daha sonra kendilerini iktidara taşıyan kesimlere yönelik vahşi ve antidemokratik uygulamalarla İran’da var olan tüm demokratik muhalefeti büyük oranda tasfiye etmiştir. Mollalar kurmuş oldukları ve kendilerine bağımlı kıldıkları Devrim Muhafızları, Besiç ve benzeri militarist yapılar vasıtasıyla muazzam devlet terörü estirerek ülkedeki tüm ilerici demokrat ve muhalif Kürd kesimlerini 40 yıl boyunca uyguladıkları vahşi yöntemlerle susturmayı başarmışlarıdır.
Ancak İran sömürgecilerinin Kürdistan’ı sömürgeleştiren diğer Türk ve Arap sömürgecilerinden ayıran temel özellik, İran’ı yönetmekte olan Farsların İran coğrafyasında yaşayan diğer milletlerin Kürdlerin, Azerilerin, Belucilerin, Arapların varlıklarını ve kimliklerini inkar etmemesidir. Bunun en somut örneği: Hangi millet ülkenin hangi parçasında yaşıyorsa o parçalar birer eyalet şeklinde tanımlanmakta ve orada yaşamakta olan milletlerin adıyla anılmaktadır. Örneğin Kürdlerin yaşadığı bölge Kürdistan eyaleti, Belucilerin ki Belucistan, Azerilerin ki Azerbaycan, Arapların ki Xuzikistan ve ülkenin ortak kısmı ise Farisistan olarak resmi kayıtlarda ifade edilmektedir.
Esasen İran’da yaşanmakta olan çelişki ve karmaşanın temelinde İran Mollalarının çıkarlarını ve saltanatlarını sürekli kılmak üzere Şia mezhebi temelinde örgütlenmiş olmasını ve Türkiye’nin kışkırtmaları ve akıl hocalığıyla Azerilerin ülke ekonomisinde ve devlet bürokrasisinde önemli bir güç ve ağırlığa sahip olmalarının oldukça büyük ve olumsuz bir role sahip olmaları yatmaktadır. İran’daki Azerilerin kendilerini Türk olarak ifade etmeye başladıkları son 30-40 yıllık süreçlerde Kürdlere ve Belucilere yönelik düşmanca tutum giderek yükselmekte ayrıca Sünni mezhebe sahip olan ve ulusal hakları için mücadele eden Kürdler ve Beluciler yine Türkiye’nin sinsi kışkırtmalarıyla adeta düşman olarak görülmektedir.
İran ekonomisinin büyük bir bölümünü kontrol etmekte ve ele geçirdikleri muazzam avantajlarıyla Azeriler devlet bürokrasisinde önemli bir kesimi ellerinde tutmakta oldukları da ayrıca bilinmesi gereken bir gerçekliktir. İran ve Türkiye Devletleri’nin geçmişten gelen rekabet ve düşmanlıkları nedeniyle TC Devleti kendilerini Türk olarak gören Azeriler üzerinde oldukça derin çalışmalar yapmakta ve kendisinin ezeli düşmanı olan İran Devleti’ni zayıflatmak üzere son derece sinsi emeller taşımaktadır. Dolayısıyla İran’daki vahşi Molla Rejimine yönelik isyan hareketlerinin en zayıf halkası TC Devleti’nin önemli oranda kontrol etmekte olduğu İran’daki Azeri topluluğudur. Son gelişmeler üzerine özellikle Kürd yurtsever parti ve örgütlerinin Azerilerin önümüzdeki dönemde nasıl bir tutum takınacağı konusunda oldukça uyanık ve dikkatli davranmaları gerekmektedir. Dolayısıyla Azerilerin TC Devleti’nin muhtemel müdahalesiyle önümüzdeki dönemlerde nasıl bir tutum alacakları birçok bilinmezlikle doludur.
Henüz merkezi bir önderlik ve liderliğe kavuşmamış olan Molla Rejimine karşı ayaklanmaların önümüzdeki süreçte siyasi bir sağlam önderlik tarafından yönetilmesi temennisiyle Doğu Kürdistan’daki Jina Emini’nin yaktığı meşaleyi büyük bir saygıyla selamladığımızı ve var olan imkanlarımızla onların bu onurlu mücadelesinin yanında olacağımızı yüksek sesle haykırmak istiyoruz.
Saygılarımla.
M. Hüseyin Taysun
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.