Son kırk yılda Kürd Halkı tarafından hiçbir fedakârlıktan çekinilmeden desteklenip omuz verilen, bedelleri/maliyeti ve mağduriyeti oldukça yüksek Kürdlerin onur kavgası! Tabanda ki halk kitlelerinin umutlarının en tepe noktalar da gösterildiği bir dönem de İmralı sakini Öcalan, KCK, HDP ve MİT tarafından ortaklaşa geliştirilen lanetli bir projeyle sömürgeci T.C. Devletine pazarlandığı, Dolmabahçe de düzenlenen talihsiz bir törenle açığa çıkmıştır.
Öcalan’ın önüne geçilemez kişisel egosu ve rahatı Kandilde ki yoldaşlarının geleceği ve HDP’lilerin sömürgeci T.C. devletinin parlamentosunda mebus olma aşkına pazarlanan bu mücadelede Kürd evlatlarının şahadeti, Kürd Analarının gözyaşı, metropollerin varoşların da yaşamak zorunda bırakılan Kürdlerin açlığı, sefaleti sömürgecilerin işkence tezgâhlarından geçen ve sakat kalmış on binlerce Kürd evladının mağduriyeti ve her şeyden önemlisi kendisi olmaktan uzaklaştırılarak muazzam bir ahlak çöküntüsü yaşayan parçalanmış Kürd ailelerine rağmen, bahsi geçen mutabakat sağlanabilmiş ve bu talihsiz açıklama yapılabilmiştir.
PKK Hareketinin tartışılmaz önderinin, Adına derinlikli müzakere süreçleri dediği ve Dolmabahçe sarayında Kürd olmayan birisi tarafından Kürdlere çözüm ve kurtuluş reçetesi olarak yutturulmak istenen 10 maddelik Devlet ile tartışmaya açık mutabakat metninde, Kürdistan’dan ve Kürdlükten bahsedilen tek kelimeye rastlamak mümkün olmadığı gibi, Kürdlerin kırk yıllık mücadelesi ve mağduriyetine yönelik sebepleri görmekte mümkün değildir. Özünde Kürdlerin var olan enerji ve imkanlarını Orta Doğuda güçlü bir Türkiye yaratmak üzere planlanmış ve Kürdlerin insan ve ulus olmaktan kaynaklı tüm hak ve özgürlüklerinden feragat eden bir belge özelliği taşıyan bu deklarasyon, neredeyse kazanılmış büyük bir zafer olarak mazlum Kürd Halkına anlatılmak istenmiştir.
Daha düne kadar farklı zamanlar da devlet ile müzakerenin ön koşulu olarak ortaya konan, koruculuğun lağv edilmesi, yakılan yıkılan köylerin yeniden inşası, ana dilde eğitim, Kürd kimliğinin tanınması, genel af v.b… taleplerin savunucusu olan PKK anlayışının, diyalog, müzakere ve mutabakat safhasında bütün bunları unutarak Sömürgeci Devletle anlaşıyor olmasını, hiçbir mantığın kabul etmesi mümkün olmadığı gibi, Kürdler adına çıtayı olabildiğince aşağı çekmelerini de savunabilmeleri asla mümkün değildir.
2005 Yılında dönemin başbakanı R.T. Erdoğan’ın Kemalistler ile olan mücadelesinden kaynaklı olarak AKP Diyarbakır mitinginde “Türkiye de bir Kürd sorunu vardır ve bu soruna çözüm bulmak benim boynumun borcudur” diyerek Kemalistlere meydan okurken Kürdlerinde ağzına bir parmak bal çaldığı dönemlerde, İmralının hala Kemalist ordunun denetiminde olduğu biliniyorken, PKK ve yandaş kuruluşların AKP’yi cepheden düşman ilan ettiği bugün ki gibi hafızalarda tazeliğini korumaktadır.
Aynı dönemlerde sistem partilerinin kendi aralarında ki hesaplaşmasında, Kürdlerin kendi özgünlüklerini koruyarak Kemalistleri geri mevzilere atma mücadelesin de, kerhen AKP’ye omuz verilmesinin, Kürd ulusal mücadelesi açısından bir gereklilik olduğunu savunurken, yine PKK ve yandaş çevreleri tarafından nasıl acımasızca hain ilan edildiğimizi unutmak mümkün değildir. Kaldı ki o dönemde süreci değerlendirirken AKP’nin adına Kürd açılımı veya barış ve kardeşlik projesi dediği siyaseti ben o zaman birkaç yazımda ve ilgili Kürd çevreleriyle tartışmalarımızda, NISBİ DEMOKRATİK KÜRD AÇILIMI olarak tanımlamıştım. O günlerde bizleri hain veya uzlaşmacı olarak niteleyen anlayışın, bugün Kürdler adına dişe dokunur hiçbir istem ve talebi olmadan üç mebus elde etme uğruna, AKP iktidarıyla anlaşıyor olmasını anlamak mümkün değildir.
Gelinen noktada vicdan sahibi olan ve aynı zamanda Kürdler adına omurgalı bir siyaset yaptığını iddia eden tüm Kürd siyasi çevrelerinin, Öcalan, KCK ve HDP’ nin sömürgeci T.C. Devletinin bugün ki iktidarı olan AKP ile Kürdlerin kelepir fiyatına pazarlanmasına, güç birliği yaparak karşı çıkması tarihi ve vazgeçilmez bir namus borcudur.
Elbette ki şiddete dayalı bir silahlı mücadele akıllı hiçbir şahsın veya bir milletin tercihi değildir. Ancak kendi topraklarında köleleştirilip tarih sahnesinden silinmek istenen Kürdler, kendi varlıklarını ve onurlarını korumak üzere tarihin farklı dönemlerinde Kürdistan’ın dağlarına çekilerek haklı ve meşru mücadelelerini vermek zorunda kalmışlardır. Güney Kürdistan örneğinde olduğu gibi silahları bırakmadan da haklı ve onurlu bir mücadele vererek özgürleşmek ve bağımsız yada federal bir Kürdistan’a sahip olmak ve aynı zamanda uygar dünyayla ilişkilenmek mümkündür.
Sonuç olarak PKK kendisine mal etmeye çalışsa bile akan kan, yapılan fedakârlık Kürd Halkına ve onun yiğit evlatlarına aittir. Bunca bedel özgürlük ve bağımsızlık için seve seve verilmiş ise bunun karşılığı herhangi birilerinin lütfu olmadığı gibi Kürdistanlıların analarının ak sütü gibi helal ve meşrudur. Bu anlamda kırk yıllık mücadelenin sahibi ve bedel ödeyeni Sırrı Süreyya Önder gibi Kemalistler değil, Bizzat elli milyon Kürd Halkının tamamıdır. Ve Kürd Halkı hiçbir koşulda entegrasyonculara ve teslimiyetçilere onurunu temsil yetkisi vermeyecek gerektiğinde onurlu bir barışa ve Kürde yakışır bir sonuca ulaşmak için hiçbir fedakârlıktan çekinmeyecektir.
Onurlu bir barışa evet, entegrasyona ve teslimiyete hayır…
Önemli NOT : 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dolayısıyla tüm acılı Kürd analarının ve natürelliğini korumuş olan Kürd Kadınlarının gününü kutluyor ellerinden öpüyorum.
Saygılarımla
07.03.2015 - İSTANBUL Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.